Endülüs izlenimleri (3)
Kurtuba'nın İslami devrindeki Yahudi ve Hristiyanlara ve bunların sayısız mabedlerine gösterilen hoşgörü ve toleransın zerresi gösterilmemiş maalesef sonraki dönemlerde.
Kaidesiz ve mermer zemine gömülü vaziyetteki mermer sütunlarının arasında üst üste iki kemerli dünyadaki tek uygulama Kurtuba camisinde bulunuyor. Bu kemerlerdeki açık bej ve bordomsu kırmızı renkli olarak kullanılan tuğla renkleri bakımından da eşsiz bir örnektir. Bu çift kemerlerin, mukavemetin yanı sıra ışık ve akustik katkısı da vardır. Sütun başlarındaki farklı motif mermer ve taş oymacılığı, tavan ve duvar süslemelerindeki büyüleyici ince işçilik ve sanat, caminin her köşesine lime lime işlenmiş. Ahşap tavan ince bir işçilikle rengarenk motiflerle bezenmiş. Özellikle nal şeklindeki mihrabdaki ince yaldızlı desen işçiliğine ve gösterişli minberine de insan bakmaktan ve hayrete düşmekten kendini alamıyor. Kenarı altın işlemeli bu mihrab yapılırken, 2. El Hakim'in dostu olan Doğu Roma Hükümdarının hediye olarak gönderdiği altınlar da kullanılmış. Caminin her yanında renkli ve altın yaldızlı Kufî hatla yazılmış birçok yazı örneği bulunmakta. İhtişamlı görkemi, ince ve estetik zerafeti, aydınlatma sistemi ve onca sütununa rağmen ferahlığı ve derin akustiği bakımından tek kelimeyle muhteşem bir eser.
Mekke ve Medine'den getirilen bir kısım kutsal emanetler Kurtuba Camiinde saklanırmış.
25 bin cemaatın namaz kıldığı camiide, 30 müezzinin ses aktarımıyla cemaatle namaz kılınabiliyormuş. Kurtuba Camiin kıblesi'nin tam Kabe'yi yönelmediği ile ilgili spekülasyonlar üretilse bile kıble güneydoğu yönüne bakmaktadır. Belki çok küçük bir derece farkı olabilir.
Endülüs'te Müslüman hakimiyeti sona erdikten sonra ilk önce minaresinin üst bölümü yıkılıp çan kulesine çevrilmiş, dış duvarlarındaki İslami motifler yok edilmiş, içerisini karartmak için dış duvarlardan ve avludan mescide açılan eyvanlar kapılarıyla beraber örülmüş, V. Şarl Karlos tarafından mescidin orta yerindeki sütunlar kesilerek büyükçe bir kafes içine alınan bölüme ağır siyah renkli ahşap oyma tefrişatın olduğu kasvetli, absürt bir katedral yapılmış, yine caminin muhtelif yerlerinde sütunlar yok edilerek Hristiyan papazlar adına onlarca küçük şapel oluşturulmuş, 250 mermer sütun bu amaçla yerinden sökülmüş, içindeki sütunları andıran avlusundaki onlarca palmiye ağacı yok edilerek yerine selvi çam ve portakal ağaçları dikilmiş, avludaki şadırvan da yok edilerek yerine bir fıskiye yapılmış.
Şair İsmet Özel'in 'Ezan sesi duyulmuyor, haç dikilmiş minbere!' dizelerinin nedamet ve çaresizliği içinde gördüğümüz bu eser İslam'ın Avrupa'daki, Endülüs'teki bir tapusu olma hüviyetini korumaya devam etse de Daru'l İslam'dan Daru'l Harbe dönüşen bir coğrafyanın yeniden Daru'l İslam'a dönüştürülmesi zorunluluğunun sorumluluğu altında ezilerek temaşa ettik, muhteşem eseri.
Kurtuba'yı ikiye bölen büyük nehirin üzerinde, ilk önce Romalılar tarafından yapılan ve sonrasında Endülüslü Müslümanlar tarafından yenilenen köprünün bitiminde bulunan dört köşe kule burcu, Kurtuba Camisi ile karşı karşıya bulunuyor. Bu Endülüs eseri kule günümüzde geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Müslüman düşünür Roger Graudy'nin büyük uğraş ve katkılarıyla Endülüs Müzesi olarak işlev görüyor. Bu burç, adeta Endülüs'teki Müslüman etkisinin muhafızlığı görevini yürütüyor. İki üç katlı kulede Merhum Roger Graudy'nin eserlerinin yanı sıra Endülüs dönemine ışık tutan İslami tecrübe ve birikimden örnekler sergileniyor. Endülüs Medeniyetinin kökeninin Yahudilere dayandırılması uğraşı karşısında olanca gücüyle mücadele eden ve bu uğurda eski Endülüs evlerinin Müslümanlar tarafından satın alınarak hayata kazandırmaya ve Endülüste Müslüman bilinç oluşturmaya çalışan Guraudy, bu amaca yönelik almış olduğu Endülüs evlerini de müze ve vakıf şeklinde ziyaretçilerin hizmetine sunmuş. Ömrünü Endülüs'ün hizmetine ve bu İslami birikimin dünyaya tanıtılmasına adayan Graudy'nin hizmete sunduğu ve Filistin asıllı eşi Selma Hanım'ın ilgilendiği (La Casa Andulusi) Salon De Te adında bir kültür kafesi ve kendi adına kurulmuş olan Roger Graudy Vakfı bulunuyor.
Kurtuba'nın dar sokakları arasında yürürken kapısında Arapça ve İspanyolca İbni Rüşd Endülüs Mescidi yazan küçük tol bir kapı ve küçük avludan geçince Kurtuba Camiine benzetilmeye çalışılmış 25 metrekarelik küçük bir mescide rastladık. Tek tük Müslümanlar gelip burada namazlarını kılıyorlar. Biz de öğle ve ikindiyi cem ederek burada eda ettik.
Emevi Halifesi Velid bin Abdulmelik (705-715)'in Kuzey ve Batı Afrika'ya görevlendirdiği Vali ve Komutan Musa bin Nusayr'ın azatlı kölesi iken civanmertliği sayesinde, İspanya'yı fethe memur edilmiş Tarık bin Ziyad, emrindeki 4 gemi ve 7000 kişilik mücahidle boğazı geçerek İspanya topraklarına ulaşırlar. Günler önce İspanyaya giden 400 kişilik öncü keşif birliği burasıyla ilgili bilgi ve ganimetlerle geri dönmüştü, Tarık bin Ziyad'ın Resulullah efendimizi rüyasında gördüğü ve 'Ey Tarık yoluna devam et' buyurduğu söylenir. 711 Yılı Ramazan'ında karaya çıktıklarında, başka bir toprak, başka bir memleket, başka bir ırk ve başka bir dine mensup olanlarla muhatap olacak, kendisini nelerin beklediğinin belirsizliğini yaşayacaktır. Fakat bu büyük komutan için artık geriye bakmak yerine üzerine bastığı toprakları İslam toprağına çevirmekten ve ilerleyebildiği kadar ilerlemekten başka gayesi yoktur. Gemilerini yaktıktan sonra ordusuna şöyle seslenir: 'Önünüzde deniz gibi bir düşman, arkanızda da düşman gibi bir deniz var. Ya şerefinizle düşmana saldırır ve erkekçe ölür ya da kadın gibi kaçıp denizde boğulursunuz!.. ' Bu hitabı yaparken 30 bin kişilik Vizigot ordusunun üzerlerine yürümekte olduğu haberini çoktan almıştır. Artık geri dönüş yok. Geride bıraktığı eşleri, çocukları, evi, barkı, bağı bahçesi, vatanı ne varsa hepsi gemilerle beraber yanmış, dumanları göğe savrulmuştur. İla'yı Kelimetullah adına, Avrupaya nizam vermekten başka gaye yoktur önlerinde. Adları unutulup, bozguna uğrayıp, bir daha hiçbir müslümanın yeltenemiyeceği bir akıbete de uğrayabilirlerdi. Ya şehadet, ya zafer, başka yol yoktu. Bu azim ve kararlılıkla savaş için hazırlıklar başlar. Ramazanın son günleri olan bir zaman diliminde İslam Ordusu 8 gün süren bir savaş ve ilerleme sonucunda Vizigot ordusuna ağır kayıplar verdirerek ve Vizigot kralını öldürerek büyük bir galibiyet elde ederler. Savaş esnasında 5000 kişilik bir İslam ordusu takviyesi gelmiştir. Fethin ve Ramazan'ın bayramını aynı günlerde kutlarlar. Bu ilerleyiş Vizigotların başkenti Toledo'ya kadar devam eder. Bölgede egemenlik tamamen tesis edilince Vali ataması yapılır ve yeni göçlerle Müslüman nüfus takviye edilir. 714 yılına kadar burada kalan Endülüs Fatihi Tarık bin Ziyad, Emevi merkezi Şam yönetimi tarafından merkeze çağrılır ve vefatına kadar sessiz bir çınar gibi ömrünü Şam'da tamamlar.
Dokuz sene İçinde İslam Orduları İspanya'nın tamamını fethederek Paris'in güneyine kadar ilerlerler. Yüzyıllar boyunca Hristiyan Krallıklar İspanya'nın kuzey kesiminde yaşamak durumunda kalırlar. Müslümanlar Endülüs'te bulundukları 800 yıl boyunca bu bölgeye sıkışmak durumunda kalsalar da, bilgi ve ilim olarak tüm Avrupa'yı tesiri altına almıştır. 13. Yüzyıl çağı Avrupa için aydınlanma çağı olmuştur, Müslümanların katkılarıyla. İstanbul'u fethettikten sonra Viyana kapılarına dayanan hilal'in bir ucu, Endülüs'ten Avrupa içlerine giren diğer ucuyla birleşmiş olsaydı, Avrupa farklı bir Avrupa olabilirdi.
750 senesinde Emevî hanedanı yıkıldı ve İslm devletinin idresi Abbasîler'e geçti. Şam'dan kaçabilen az sayıdaki Emevî hanedanı mensubundan biri olan Abdurrahman bin Muaviye, 756 senesinde İber yarımadasında Endülüs Emevî Devletini kurdu. Doğu'da Abbasi Devleti, Batı'da Emevi Devleti, İslam dünyasının iki paralel İslam Devleti olarak aynı zaman dilimini paylaşmış oluyorlar. Endülüs'ün en parlak dönemi de bu devirde yaşandı. 1031 senesinde, Endülüs Emevî Devleti parçalandı ve Beylikler dönemi başladı. 1090 senesinde ülkenin idresi Murbıtlar hanedanına, 1147 senesinde ise Muvahhidler hanedanına geçti. 1231 senesine kadar Hristiyan saldırıları karşısında yenilgiye uğrayan Müslümanlar, çok sayıda şehri kaybettiler. Gırnata ve çevresindeki birkaç şehirden başka diğer topraklar kaybedilince 1231 senesinde Gırnata Sultanlığı kuruldu.
800 Yıllık Müslüman hakimiyeti sonrasında, 1492 senesine gelindiğinde İber Yarımadası'nın tamamı Hristiyan hkimiyetine geçti. Endülüs'te yaşayan Müslümanların bir kısmı Kuzey Afrika'ya göç etmek zorunda kaldı. Ancak asıl çoğunluk Endülüs'te kaldı. Endülüs'te kalanlar, çok zulüm ve işkence gördüler. İslam Medeniyetinin tüm birikimleri yerle bir edildi. Kütüphaneler tarumar edildi, milyonlarca kitap Guadalquvir nehrinin sularına atıldı. Bu kitaplardan akan mürekkebin renginden dolayı nehirin rengi günlerce mürekkep renginde aktı. Yüzlerce cami yerle bir edildi. Şu anda ayakta kalan eserler, muhteşem zerafetinden ve görkeminden dolayı, en zalim ve gaddar insanın bile yok etmeyeceği türden eserler. Bunlarda kısmi tahribatlarla katedrale dönüştürüldü. Zorla Hristiyanlaştırılmaya çalışıldılar. Milyonlarca Müslüman toplu kıyıma uğratldı. Endülüs'ü terk etmeyen ve dağlara, köylere sığınan müslümanlara 'yerlerinden ayrılmayanlar' veya 'zulmette kalanlar' mnsında 'Müdeccenler' veya 'Müdecceller' denilmekteydi. 1502 senesinde, Endülüs'te kalan Müslümanlar, zorla Hristiyanlığı kabul etmek zorunda bırakıldılar. Görünüşte Hristiyan olan, ancak gerçekte İslmiyet'i bırakmayan Endülüslülere 'Morisko' denilmekteydi. Bir Morisko, eğer domuz eti yemezse, Cuma günü evini temizlerse, çocuğuna Müslüman ismini verirse, 'Allah' veya 'Muhammed' derse, Ramazan ayında kendine sunulan bir yemeği yemezse, Arabça konuşursa ya da yatak odasında haç bulundurmazsa engizisyon mahkemesine sevk ediliyordu. Tarihte eşi benzeri görülmemiş ve burada yazmakla sayfalara sığamayacak kadar çok maddî-mnevî işkence gören Endülüslü Müslümanlar, 1568-1570 seneleri arasında ayaklandılar. Ancak bir netice elde edemediler. En son 1609 senesinde İspanya Krallığı Müslümanları ülkeden çıkarmak için bir sürgün fermanı yayınladı. Yaklaşık beş yüz bin Müslüman beş sene içerisinde İspanya'nın dışına çıkartıldılar. Mallarına ve mülklerine el konuldu. Bir kısmı sürgün esnasında hayatını kaybetti. Müslümanlarla aynı akıbete düçar olan Yahudiler de Osmanlı'nın himayesine sığındılar. Endülüslü Müslümanların çok küçük bir grubu Osmanlı'ya sığındı. Büyük bir kısmı Kuzey Afrika'ya yerleşti. Bir kısmı da Fransa ve İtalya üzerinden geçerek İstanbul, Bursa, Adana, Belgrad ve Selanik gibi Osmanlı şehirlerine yerleştiler. Sultan 1. Ahmed, İstanbul'a gelen Endülüslü Müslümanları Galata semtine yerleştirmiş, hatta onlar için Arab Cmii isminde bir cmi de inşa ettirmiştir.
SEVİLLA / İŞBİLİYYE
Madrit'ten başlayan ve Kurtuba üzerinden devam eden 550 km.lik otobüs yolculuğumuzdan sonra akşam saatlerinde Sevilla'ya ulaştık. Kent merkezinden 10 km uzaktaki sakin bir mahalle arasındaki Covadonga Otelde konakladık. Sakin temiz bir otel. Bu otelin de kahvaltısı Madrit oteli gibiydi.
İspanya Endülüs eyaletinin başkenti olan kentin İsmi İslami Dönemde İşbiliye olarak anılır. Tarih içindeki en kozmopolit kentlerden biridir.
Kent içinden iki kol halinde geçen Guadalquvir nehrinin batı yakasında kurulu bulunan, Atlas Okyanusundan 90 km içeride bir iç liman kentidir. Bu içeride oluş stratejik güvenlik bakımından oldukça önemlidir. Yeni Dünya'ya keşif seferleri bu liman üzerinden olmuştur. Yeni dünyadan gasbedilen değerli taşlar ve madenler de bu korunaklı iç limana getirilmiştir.
Sendikal hakların en yüksek olduğu ülke olan İspanya'da sağ parti hükümeti kurmasına rağmen Sevilla, sol'un kalesi olarak kalmıştır.
Kentin önemli sembollerinden biri olan Kalatrava Köprüsü, büyük nehir üzerindeki simetrik olmayan duruşu ve şaha kalkmış bir yay şeklindeki yere bağlı halatlarıyla, dünyanın farklı mimaride yapılan köprülerindendir. Bu nehir üzerinde başkaca modern köprüler de vardır.
Şehrin yeni önemli imar atılımı 1992 EXPO nedeniyle yapılmıştır. Bu köprü de o zaman yapılan yapılardan. Kent sülietinde birkaç otel ve Ulu Cami minaresinden başka yüksek yapı neredeyse yok. Çevre yerleşim birimleriyle beraber 1 milyon 758 bin nüfusu bulunuyor.
Endülüs Emevileri dağıldıktan sonra ortaya çıkan 21 emirlik içinde en kuvvetli emirlik olan İşbiliye'deki emirlik Sevilla Ulu Camiini inşa eder. Müslüman Başkenti iken yapılan İşbiliye Ulu Camii, Hristiyan egemenli sonrası neredeyse tamamen tahrip edilerek, mainaresinin üst bölümü değiştirilerek çan kulesine çevrilmiş, önemli bir bölümü yıkılarak Avrupa'nın üçüncü büyük Katedrali olan Santa Maria Katedrali inşa edilmiştir. 63 Yıl süren Katedrale dönüştürme çalışmalarında, kubbede Kolomb'un yeni dünyadan taşıdığı altınlar kullanılmış. Demir üzerine oyma ve ince el işçiliği ile geniş altıgen kutucuklar içine yazılan Kûfî hatla yazılmış yazıların bulunduğu on metrelik görkemli Ulu Camii demir kapısı, yok edilemediği ve tahrip edilemediği için hla aynı işlevini zamana meydan okurcasına sürdürüyor.
Aslen Kuzey Afrika kökenli bir halk olan Murabıtlar, Endülüs Devletinin parçalanmasını izleyen karışıklık döneminde, düzenli bir askeri güce sahip olmalarının da verdiği avantajla kısa sürede İber Yarımadasının Müslüman bölgelerinin neredeyse tamamını ele geçirdiler. 1090 ve 1147 yılları arasında bugünkü İspanya'nın büyük bölümü ve Kuzey Afrika'daki bazı toprakları denetimleri altında tutarak güçlü bir devlet düzeni teşkil ettiler. Önemli fütüvvetler gerçekleştirdiler. İlk başlarda güçlerini korusalar da sonraları Hristiyan İber halklarının saldırıları ve Kuzey Afrikalı diğer toplulukların çıkarttığı ayaklanmalar yüzünden güçleri gün geçtikçe tükenen Murabıtlar, kendileri gibi Kuzey Afrika kökenli olan Muvahhidlerin saldırıları sonucu onların egemenliği altına girerek siyasi egemenliklerini kaybettiler. Murabıtların son dönemlerini yaşadıkları Valansia kenti hristiyan egemenliğine (1238) girdikten bir süre sonra Sevilla'da düşer.
Gün içindeki yoğun programdan artakalan bir akşam vakti gittiğimiz Sevilla Kent Merkezinde dini bayramlardan birinin etkinlikleri devam ediyordu. Yollara sıra sıra dizilmiş ahşap sandalyeler, bordo kumaşlarla bölünmüş platformlar ve sahnenin cadde üzerine kurulu bulunduğu akşamki etkinliklere, koyu renk en güzel elbiselerini giyerek, binlerce aile çocuklarıyla beraber katılmışlardı. İsa a.s. son haftası 'Kutsal Hafta/ Semana Santa' Paskalya etkinliklerinin son gününün yaşandığı ve yaşatıldığı tasvirlerde çarmıhtaki İsa figürü üzerinden bir matem gece geç saatlere kadar devam ediyor. Sembolik öneme sahip kıyafetler giymiş katılımcıların, gruplar halinde Hıristiyan dinine ait sahneleri temsil ederek müzik eşliğinde yürüdüğü görülüyor. Siyah kıyafetli, siyah sivri külahı omzuna kadar kafasını kapatan sadece gözleri görünen tipler oldukça dikkat çekiciydi. Bando ekibi gibi giyinmiş yaya orkestra, mavi ve kırmızı başlıklar giymiş kilise görevlilerinin önünde, alaya öncülük ediyor. Arkadan gelen siyah kıyafetler giymiş ve dantelli başlıklar takmış 'yas tutan kadınlar', arkadan gelen çarmıha gerilmiş İsa heykelinin önünde yürüyor. Yerli ve yabancı halkın yoğun ilgi gösterdiği bu törenler, özellikle Endülüs olmak üzere, İspanya'nın pek çok yerinde bir hafta boyunca sürüyor. Ülke genelinde yapılan etkinliklerin en görkemlisi Sevilla'da yapılıyormuş.
Sevilla'da Al Kazar (El Kasr) adıyla bir de saray bulunuyor. Bu saray mimari özellikleri ve tezyinatı bakımından El Hamra Sarayının küçültülmüş ikiz kardeşi gibidir.
Sevilla'da büyük nehrin kenarında, eski köprünün başlangıcında on iki köşeli bir Altın Kule bulunuyor. EL Kazar'ın devamı olarak sur bitimine yapılan bu kule de şu anda ayakta duran önemli İslam eserlerinden. Bakıldığında altından eser kalmasa da 1220 yıllarında yapılan kulenin tuğlaları altınla bezeliymiş. Cinsiyeti ve mezarı şaibeli olan Kristof Kolomb'un ilk hareket noktası ve getirdiği altınların korunduğu yer de bu kuleymiş.
Kent merkezinde ve büyük nehrin kıyısında boğa güreş arenaları ve önemli tarihi yapılar bulunuyor.
Yazan: Osman Gerçek