Elveda Ey Şehr-i Sıyam Elveda

 Rahman ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla. 

1. Kendilerine yakıcı bir azap gelmeden önce kavmini uyar, diye Nuh'u kendi kavmine gönderdik.
2.'Ey kavmim dedi, ben sizin için açık bir uyarıcıyım'
3. 'Allah'a kulluk edin; O'na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.'
4. 'Ki Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vdeye kadar tehir etsin (muahaze etmeden yaşatsın)' Bilinmeli ki Allah'ın tayin ettiği vde gelince, artık o ertelenmez. Keşke bilseydiniz!'
5. (Sonra Nuh:) Rabbim! dedi, doğrusu ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim;
6. Fakat benim davetim, ancak kaçmalarını arttırdı.
7. Gerçekten de, (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.
8. Sonra, ben kendilerine haykırarak davette bulundum.
9. Sonra, onlarla hem açıktan açığa hem de gizli gizli konuştum.
10. Dedim ki : Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır.
11. (Mağfiret dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin,
12. Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.
13. Size ne oluyor ki, Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?
14. Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır.
15. Görmediniz mi, Allah yedi göğü birbiriyle ahenktar olarak nasıl yaratmış!
16. Onların içinde ayı bir nûr kılmış, güneşi de bir çerağ yapmıştır.
17. Allah, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir.
18. Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeniden çıkaracaktır.
19. 'Allah, yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır.'
20. 'Ki, onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz.(diye).
21. (Öğütlerinin fayda vermemesi üzerine) Nuh: Rabbim! dedi, doğrusu bunlar bana karşı geldiler de, malı ve çocuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka işe yaramayan kimseye uydular.
22. Bunlar da, büyük hileler, büyük desiseler kurdular!
23. Ve dediler ki: Sakın ilhlarınızı bırakmayın; hele Ved'den, Suv'dan, Yeğûs'tan, Ye'ûk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin!
24. (Böylece) onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak şaşkınlıklarını arttır!
25. Bunlar, günahları yüzünden suda boğuldular, ardından da ateşe sokuldular ve o zaman Allah'a karşı yardımcılar da bulamadılar.
26. Nuh: 'Rabbim! dedi, yeryüzünde kfirlerden hiç kimseyi bırakma!'
27. 'Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; yalnız ahlksız, nankör (insanlar) doğururlar (yetiştirirler).'
28. 'Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla, zalimlerin de ancak helkini arttır.'

PEYGAMBERDEN (SAV) İKTİBASLAR

Zeyd b. Eslem'den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Binekli olan yaya yürüyene selam verir. Bir topluluktan biri­si selam verince diğerlerine de kfi gelir.

(Ravilerin ittifakıyla mürseldir.

Selam vermek sünnet, almak ise farzdır. Selam vermenin sünnet oluşu Kesûlullah (s.a.v.)'in çeşitli hadisi şerifleriyle sabittir. Almanın farz oluşu da «Size biri selam verdiğinde siz onun selamını daha güzel bir şekilde alın veya onu aynen karşılayın» (Nisa: 4786) yeti kerimesiyle sabittir. Ebû Hüreyre'den rivayet edilen bir hadisi şerifle de Resûîullah (s.a.v,) şöyle buyurmuştur: «Selamı küçük büyüğe, binekli olan yüre-yene, yürüyen oturana ve az olan kalabalık olana verir.» (Bcî, el-Münteka, c.7, s.279).

Amr b. At'nın oğlu Muhammed şunları ani attı: Abdullah b. Abbas (r.a.)'m yanında oturuyordum. Onun huzuruna Yemen hal­kından bir adam girdi ve: Esselmü aleyküm ve rahmetullahi ve beraktuh diye selam verdi. Sonra bir şeyler daha ilve etti. O za­manlar gözleri m olan îbn Abbas:

Bu kim? diye sordu. Oradakiler de:

Bu sana gelen bir Yemenlidir diye onu kendisine tanıttı­lar. Bunun üzerine Ibn Abbas dedi ki:

Selam bereketle tamamlanır. Yahya diyor ki: İmam Malik'e:

 Kadına selam verilir mi?» diye sorulduğunda şu cevabı verdi:

Yaşlı kadınlara verilmesinde bir mahzur görmüyorum, ama genç kadınlara verilmesini hoş karşılamıyorum.

 

(Şeybanî, 914.)

 

ESMA-ÜL HÜSNA

EL-KEBİR (celle celluhu): Pek büyük. Büyüklükte kendisinden daha büyüğü muhal olan.    

 

RAMAZAN SÖZLÜĞÜ

TESBİH

Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etme, ululama, Allah'a seri bir şekilde ibadet ve 'sübhnellah' deme. 'Sebbehe' fiilinin masdarıdır. İsim olarak tesbih, Allah'ın sıfatlarını tesbih ederken, sayı saymak için kullanılan ve otuzüç veya katları kadar tanenin ipe dizilmesiyle meydana gelen halka demektir.

Tesbih'in çoğulu tesbihtir. Tesbih, subbûh ve subhan gibi kelimelerle aynı kökten gelmektedir. Bu kelimelerin kökü, 'sebeha'dır. O da, havada veya suda hızlı hareket etmek, geçip gitmek demektir (el-İsfahanî, el-Müfredt, İstanbul 1986, 324, sebeha mad.).

Tesbih kelimesi türkçede tespih şeklinde de kullanılır. Namazdan sonra 33 defa sübhanellah, 33 defa elhamdülillah ve 33 defa Allahuekber dualarını okumaya da tesbih denir. Bunların ilki subhanellah olduğu için, hepsine birden bu isim verilmiştir.

Tesbih kelimesinin kökünden gelen ve Yüce Allah'ı tesbih eden, ululayan kelimeler Kur'an'da yüze yakın yerde geçmektedir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de, tesbihi zikirle berber anmıştır: 'Ey inananlar! Allah'ı çok zikredin (anın) ve O'nu sabah akşam tesbih edin' (el-Ahzab, 33/41, 42).

Bu ayette Yüce Allah, imn sahibi olan insanlardan hem Allah'ı zikretmelerini ve hem de tesbihte bulunmalarını taleb etmiştir. Zikir ve tesbih, berber işlenmiştir. Zaten tesbih, zikrin bir çeşididir. Zikir kelimesi, çeşitli tasavvufi kavramları kapsamaktadır. Bunlardan biri de tesbihtir. Bu ayette geçen tesbih için, alimlerin çeşitli açıklamaları vardır. Bazı alimler bunu, esas manası olan Allah'ı her türlü noksanlıklardan berî kılma diye yorumlamışlardır. Bunu namaz ve dua manalarında kabul eden alimler de vardır (el-Maverdî, en-Nuketu ve'l-Uyûnu, Beyrut 1992, IV, 409).

Yine Kur'an'da, yerde ve gökte bulunan her şeyin Allah'ı tesbih ettiği haber verilmiştir: 'Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmiştir. O, Aziz'dir, Hakîm'dir' (el-Hadîd, 57/1 ).

 

ASRI SAADET'TEN İZLER

RASULULLAH VE ÖLÇÜ

Allah Resulü ruhbanlığı ve dünyadan el-etek çekmeyi sevmezdi. Sahabe-i kiram­dan bazı zatlar, yaratılışlarından gelen bir eğilimle veya Hıristiyan rahiplerin etki­siyle ruhbanlığa yatkın ve ruhbanca yaşamaya istekliydi. Hz. Peygamber (sallalla­hu aleyhi vesellem) onları bundan vazgeçirdi. Sahabeden bazıları yoksullukların­dan dolayı evlenemiyor/ama diğer taraftan da bedenî isteklerine de hkim olamı­yorlardı. Bunlar bu iki imknsızlık arasında şaşkın kalarak erkeklik organlarını kesmek istediler. Hz. Peygamber buna tepki gösterdi ve bu düşünceyi ağır şekilde eleştirdi. Kudme b. Maz'ûn (ra) ile bir başka Sahabe Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e gelerek: 'Bizden biri hayvan eti yememe­ye, birimiz de evlenmemeye kesin karar verdik' dediler. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber: 'Ben ikisinden de yararlanıyorum' buyurdu. Hz. Peygamber'in buna razı olmadığını görünce her iki­si de kararlarından vazgeçtiler. Araplar arasında eskiden beri sürüp gelen ve o günlerde hl devam eden 'visal orucu' vardı. Yani birkaç gün hiçbir şey yeme­den peş peşe oruç tutarlardı. Sahabe-i kiram da böyle oruç tutmaya karar verdi. Ama Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bunu da şiddetle menetti. Abdul­lah b. Ömer (ra) dünya nimetlerine karşı gözü tok, Allah ehli bir kişiydi. Gündüz­leri sürekli oruçlu olmaya, geceleri de ibadetle geçirmeye kesin karar vermişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: 'Bedeninin senin üzerinde hakkı vardır, gö­zünün hakkı vardır, eşinin hakkı vardır. Ayda üç gün oruç yeterlidir' buyurdu. Abdullah b. Ömer ise: 'Benim bundan fazlasına da gücüm yeter' deyince Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem: 'O halde üç günde bir' buyurdu. Abdullah b. Ömer: 'Bundan daha fazlasına da gücüm yeter' deyince Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem 'Gün aşırı tut. Bu Davud'un orucudur ve oruçların en üstünüdür' buyurdu. Hz. Abdullah b. Ömer: 'Bundan fazlasına gücüm yeter, daha fazla ve sık oruç tutabilirim' deyince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; 'Yeter, bun­dan fazlası iyi değildir' buyurdu.'

 

Bakmadan Geçme