Elveda Ey Şehr-i Kıyam Elveda

 Hicr Suresinden…

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

[1] Elif. Lm. R. Bunlar Kitab'ın ve apaçık bir Kur'an'ın ayetleridir.

[2] İnkr edenler zaman zaman, keşke biz de Müslüman olsaydık, diye arzu ederler.

[3] Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!

[4] Helk ettiğimiz hiçbir ülke yoktur ki hakkında (bizce) bilinen bir yazgı olmasın.

[5] Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez.

[6] Dediler ki: 'Ey kendisine Kur'an indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!'

[7] 'Eğer doğru söyleyenlerden idiysen, bize melekleri getirmeliydin.'

[8] Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman onlara mühlet verilmez.

[9] Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.

[10] And olsun, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik.

[11] Onlara bir peygamber gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi.

[12] İşte böylece biz onu, (inkarcılığı) suçluların kalplerine sokarız.

[13] Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hla buna (Kur'an'a) inanmıyorlar.

[14-15] Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, yine de 'Gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır' derler.

 

PEYGAMBERDEN (SAV) İKTİBASLAR

Abdullah İbni Mes'ud radıyallahu anh'den rivyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

'Şüphesiz ki sözde ve işde doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzb) diye yazılır.'

(Buhri, Edeb 69; Müslim, Birr 103–105. Ayrıca bk. Ebû Dvûd, Edeb 80; Tirmizi, Birr 46; İbni Mce, Mukaddime 7; Du 5..)

 

Ebû Muhammed Hasan İbni Ali İbni Ebû Tlib radıyallahu anhüm şöyle dedi:

Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den:

'Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak. Zira gönül, (sözde ve işde) doğrudan huzur, yalandan kuşku duyar' buyurduğunu belledim. (Tirmizî, Kıymet 60.)

 

ESMA ÜL HÜSNA

EŞ-ŞEKÛR (celle celluhu): Şükrü mükafatlandıran, kendisine yapılan şükre çok büyük ecir veren.

RAMAZAN SÖZLÜĞÜ

RİBT

İp, bağ, sağlam yapı, kervansaray, ülke sınırı, sınırda nöbet beklemek. 'Sınırda nöbet tutan' anlamında 'murbıt' şeklinde de kullanılmaktadır. Kur'n-ı Kerim'de bir ayette, 'savaş için bağlanıp (ribt) beslenen atlar' (el-Enfl, 8/60) başka bir ayette de, 'sınırda düşmana karşı nöbet tutmak' (Alu İmrn, 3/200) anlamında kullanılmaktadır. Hadis-i şeriflerde Allah yolunda savaşmak için atların hazır tutulması anlamında kullanılmakla beraber (İbn Mace, Cihad, 14, Edeb, 10; Ahmed b. Hanbel, I, 12, 395, VI, 458) daha çok nöbet tutmayı ifade etmektedir.

Fıkıhçılar ribatı şöyle tanımlamaktadırlar: 'Ribt, müslümanları kfirlere karşı korumak için sınırlarda beklemektir. Sınır ise, halkının düşmandan korkusu olduğu her yerdir. Ribt 'ribtul-Hayl' (at bağlamak)'dan gelmektedir. Süvarilerin atlarını bağlayıp nöbet tutmaları olayından adını alan ribt, sınırlarda at bulunsun bulunmasın nöbet tutmak için oluşturulmuş meknların adı olmuştur (İbn Kudme, el-Muğnî, VIII, 356).

Hadis-i Şerifler Allah yolunda nöbet tutmanın faziletinin büyüklüğünü değişik şekillerde ifade etmektedirler:

'Allah yolunda bir gece nöbet (ribt) beklemek bir ay'ı oruç ve ibadetle geçirmekten daha hayırlıdır. Ölürse dünyada yaptığı ameli ve rızkı devam eder. Kabir azabından da emin olur' (Buhrî, Cihd, 73; Müslim, İmare, 163; Nesaî, Cihad, 39).

'Allah yolunda sınırda bir gün nöbet tutmak, dünya ve üzerinde bulunanlardan daha hayırlıdır' (Buhrî, Cihad, 73).

'Allah yolunda düşmana karşı nöbet tutan kimselerin dışında bütün ölülerin amel defterleri kapanır. Murabıtların ise, iyi amelleri kıyamet gününe kadar yazılmaya devam eder ve bu kimseler kabir azabı konusunda emindirler' (Ebu Davud, Cihad, 15; Tirmizi, Fedailul-Cihad,II).

'İki göz vardır ki onlara ateş değmez: 'Allah korkusundan ağlayan göz ile Allah yolunda nöbet bekleyen göz' (Tirmizî, Fedilu'l-Cihad, 12).

 

ASRI SAADET'TEN İZLER

Rıdvan Beyatı ve Hudeybiye

 

Daha başta, henüz barış akdi yazılmadan; Hz. Osman (r.a.)'ı görüşlerini almak üzere Kureyş'e göndermişti. Fakat Kureyş Hz. Os­man'ı bir müddet alıkoymuştu. Bu halde iken, Rasûlüllah'a gelen haberde Hz. Osman'ın öldürüldüğü bildirilmişti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) :

Bu kavme lyık olduğu cezayı vermeden dönmeyeceğiz, de­di. Sonra da halkı beyata çağırdı. İşte Rıdvan Beyatı orada bir ağaç altında yapılmıştı ki, o ağaca Rıdvan ağacı adı verilmişti. Rasulullah, sahabenin tek tek elini tutuyor, onlardan savaştan kaçmamak ve ölünceye kadar çarpışmak üzere söz alıyordu. O en son kendi elini de tutarak; «İşte bu da Osman adına beyattır dedi. (Osman o an Mekke'lilerin göz hapsindeydi)

Bey'at tamam olunca, Rasulullah (s.a.v.) öğrendi ki, Osman'ın öldürülme haberi asılsızmış.

 

Dersler Ve İbretler

 

Bu Barışın Hikmetine Dair Bir Özet:

 

Biz Hudeybiye Barışanın hikmet ve hükümleri üzerine yapa­cağımız araştırmaya ve işin tafsiltına dalmadan çok kısa bir tespitte bulunmak isteriz. O da, bu anlaşma olayının, her şeyden önce, başkaca bir tedbirde de görülemeyecek şekilde; uygulamasında ve eserinde tecelli eden ilhi tedbirin sergilenmesi olduğu gerçeğidir. Onun başarısı ise: Sadece Allah'ın ezeli ilminde durulup saklanmış muazzam bir sırdı. İşte bu yüzden de yukarıdan beri takib ettiği­miz gibi herhangi bir tedbir veya fikir yerine, bu sefer Müslümanlar aşırı bir tepki gösterdiler. Şimdi biz buradan hareketle bu anlaşma olayını, sebep, mahiyet ve sonucuyla İslam akidesinin takviye ve tespitinde en önemli kural diye kabul ederiz.

Öyleyse, ilkin bu barışın ihtiva ettiği büyük İlhi Hikmet yönün­den söz edelim. Daha sonrakiler onunla belirginleşir çünkü. Böylece, Allah'ın yetlerinden biri (bir kere daha) parıldasın. Ondan sonra bu bansın ihtiva ettiği ve tablolaştırdığı şer'i hükümlerden söz ede­biliriz.

Bu harika hikmetlerden biri, Hudeybiye'nin, Mekke fethinin ha­zırlayıcı sebeplerinden birini teşkil etmesidir. îbn Kayyım'ın dediği gibi; bu anlaşma fetih için kapı ve anahtar mahiyetindeydi. Bu ise detullahdandır: Bazı büyük olaylara, mukaddime ve önayak ola­rak, aynı zamanda yüce Rabbin iradesinin tecellisi açısından ona yol veren, hedef gösteren birtakım olaylar bulunur.

İşte bu yüzden de Müslümanlar o an için meseleye nüfuz ede­memişti. Tabiî istikbl gaiptir. Artık onlar gözleriyle gördükleri va­kıa ile, müstakbel gaybın bağlantısını nasıl bileceklerdi?

Aradan biraz zaman geçince Müslümanlar, bu barışın önemi­ni ve içinde gizlediği muazzam hayır ve faydayı anlayacaklardı. Çün­kü bu sulh esnasında insanlar birbirinden emin olunca; Müslümanlar küffar ile münasebet kurma imknı ve onları dine davet fırsatı buldular. Yani küffara Kur'an'ı dinlettiler. Serbestçe İslm'ı bütün açıklığıyla onlara gösterebildiler. Müslümanlığını gizleyen birtakım insanlar da açığa çıkma imknı buldu...

Îbn Hişm Îbn İshak'tan, o da Zühri'den şunu naklediyor: İslam döneminde, Hudeybiye'den daha büyük bir fetih yoktur. Zira, savaş insanları karşılıklı çarpıştırıyor. Mütareke olup, harp kalkın­ca, insanlar birbirinden emin oldu. Bu seferki karşılaşmalarında aralarında konuşma ve tartışmalar başladı. Hangi şahıs İslm üze­rinde tartışsa bir şeyler düşünmek ve anlamak imknı buluyor, ar­dından da İslam'a giriyordu. Öyle ki; işte o iki senelik zamanda is­lm'a girenlerin sayısı, o güne kadarkilere eşit, belki de daha fazla

idi...

Bu yüzdendir ki, Kur'an-ı Kerim bu barışı 'Fetih' diye adlandır­mıştır, işte yet-i kerîme : 'Allah, Resulüne rüyasını doğru çıkar­dı, inşallah, Mescld-i Haram'a emniyet içinde başınız kazınmış veya saçınız kısaltılmış olarak korkusuzca gireceksiniz. O sizin bilme­diklerinizi bilir. Bunun ötesinde de yakın bir fetih tahakkuk etti­recek.'

(Fıkh-us siyre El buti)

 

Bakmadan Geçme