Eleştiri Kültürü ve Tahammülsüzlük

'Devri adalet' olarak bilinen Hz. Ömer'in hilafet döneminin böyle isimlendirilmesindeki en büyük etken şüphesizki ortaya koyduğu duruş ve tavırlarıdır. Meşhur bir anlatımdır Hz. Ömer'in olaylara bakış açısını anlamlı kılan 'ölüm ve sonrasının' korkusu. Taşımış olduğu büyük sorumluluğun altında adeta ezilmesini, küçülmesini, kaybolmasını sağlayan bu duygu, yaşamının vazgeçilmez bir düsturu olarak ilkeselleşmiştir. Hani Hilafet görevi kendisine tevdi edildiğinde birini sürekli kendisine bu acı gerçeğin hatırlatıcısı kılması; 'Ölüm var ey Ömer' diye. Daha sonra fizyolojisindeki değişim bu gerçeği haykırmaktadır bir uyarıcının uyarısına ihtiyaç duymaksızın… Saçına ve sakalına aklar düşmüştür yaşamın ebedi kılınmadığını ve bir şekilde son bulacağına adeta haykırırcasına… İşte bu duygu olsa gerek ki Ömer'e devletin mumu (kamu malı) ile kişisel mum (bireysel mülkiyet) tercihini nasıl yapması gerektiğini salık veren.

Asrı Saadet dönemimiz vardır iftihar sayfaları ile doldurulmuş tarih ve siyer yazarlarımızca. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve 6 aylık kısa süreci bulunan Hz. Hasan dönemi. Bunları diğer yönetimlerden ve uygulamalardan farklı kılan şeyler neler diye baktığımızda önce ağır bir yükü yüklenmiş hamalın pozisyonu gibi adeta dizleri kırılma noktasına kadar bükülmüş bellerini görürüz manevi anlamda bu kişilerde. Tek kuruş dahi olsa haram lokmanın kendilerinin ve mükellef kılındıkları aile bireylerinin midelerine inmemesi için çırpınışlarını, yürek sızılarını görürüz. Liyakat sahipleri ile çalıştıklarını ve bunları çok sıkı bir denetime tabi tuttuklarını görürüz. Tebdili kıyafetlerle dolaşırlardı şehirlerinin sokaklarında aç, açıkta, ihtiyaç sahibi dul ve yetimlerin hallerini görmek için. En önemlisi de seküler zihniyete ve laik yaşam dayatmalarına meydan okurcasına her an kendilerine ölüm gerçeğini hatırlatacak hasbi dostları ile mescit/camiden yönetirlerdi halklarını. Kşaneler, malikneler, şatolar, saraylarda aramazlardı gücü/adaleti/ihtişamı/itibarı.

Modern dünyanın tüm değerlerde oluşturduğu yıkım 'eleştiri' kültürümüzü de etkilemiş ve içini boşaltarak anlamsızlaştırmıştır. Hayat adeta İblis' in Hz. dem ve eşine fısıldadığı 'Melekleşme ve ebedileşme' duygusuyla yasaklı ağacın meyvelerini dem'in evlatlarına sürekli yedirir hale getirmiştir. Bırakın ölümün hatırlatıcısının uyarıcı kılınmasını, kişinin en yakınının ölümü dahi uyarıcılığını yitirmiş, hadiseyi sıradanlaştırmıştır. Diğer kavramlarımız gibi ölüm de ekranların kirletmesi ile anlamsızlaşmış, sıradanlaşmış, içi boşaltılarak değersizleştirilmiştir. Her gün ekranlarının başında modern dünyanın zalimleri elleri ile kurgulanmış ve yapılmış olan savaş sanayisinin her türlü mühimmatı ile toplu katliamlar ve yok edilişler uygulanarak öldürülen insanların cesetleri teşhir edilerek verilmesi gerekenden farklı mesajları verirler izleyenlere

Seksenli/doksanlı yılların saf, temiz, berrak, hasbi İslamcılığımızın tiyatro oyunları ve dergi yazıları vardı topluma ilahi mesajları anlatmada aracı olarak kullanılan. İmknsızlıkların içinde imknlar oluşturulmaya çalışılarak yapılırdı bu oyunlar ve yazılar kitlelere ulaştırılması için. O dönemin 'İnsan dergisi' isimli bir neşriyatında Muammer Özkan isimli bir ağabeyimizi 'Mezar Notları' diye yazıları çıkardı soğuk olan ölümü sürekli hatırda tutmak, dünyevileşmemek, zalimleşmemek, hesabi olmamak için… Toplumun değişik profillerinin ölümü, öncesi ve sonrasını anlatırdı bir yaşamsal kurgu olarak. İranlı yazar Muhsin Mahmelbaf'ın 'Başkasının Ölümü' adlı tiyatro eseri kapalı gişe oynardı şehirlerimizin tiyatrolarında Ulvi Alacakaptan ağabeyimizin muhteşem oyunu ile… Başkasının ölümü üzerinden bize hatırlatılırdı ölümün o soğuk yüzü ve zorluğu. Üstelik sürekli 'öldürme emri' veren bir komutanın ölüm ile yüzleşmesi anındaki tavır ve hareketleri ile verilmeye çalışılırdı bu anlamlı ve güzel mesajlar. Maalesef günümüz İslamcılığı da sentezlendi, soslandı, hesabileşerek ne olduğu belli olmayan bir evreye sürüklendi. Evler/meskenler, ebedi bir dünyanın kalıcı konutlarına dönüştürülürken yaşam merkezleri kapital dünyasının mabetleri oluverdi hepimizin zihin ve yaşam dünyasında. Meskenler ve kullanageldiğimiz eşyalar yaşamın basit birer aracı olmaktan çıkarılarak ömür boyu mücadelesi verilerek elde edilen amaçlara dönüşüverdi. Yaşamın çok kısa ve geçici olduğu ve ölüm realitesinin acı gerçeği gündemlerimizden çıktı. Ta ki vaki oluncaya kadar…

İnancımızın hayata taalluk eden önemli değerlerindendir 'emri bil maruf nehyi anilmünker (iyiliği emredip – kötülükten sakındırmak)'. Müminler kendi aralarında bu ilkeyi yaşamlarının en önemli felsefesi kıldığı, ayakta tuttuğu dönemlerde adaletin, erdemin, insanca yaşamın, paylaşımın, kardeşliğin tezahürlerini görmüşler ve göstermişlerdir zalim devlet adamlarına ve tebaalarına. Önce zihinlerinde ve nefislerinde gerçekleşmiştir devrim. Adaleti, iyiliği, erdemi, insanca yaşamı ve paylaşımı kendi nefsinde, kendi yaşamında uygulayarak güzel örneklikler teşekkül ettirmişlerdir. Haramdan sakınıp helal ve temiz olanlara yönelmiştir kendisinden razı olunan olmak için. Dünyayı oyun ve eğlenceden ibaret görmüş ve olması kadar değer yüklemiştir zihin ve yaşam mefkûresinde. Gerçek mutluluğun başkalarının mutluluğundan, kurtuluşundan, esenliğinden geçeceğine inanarak anlamlandırmıştır nefes alıp/vermelerini. Yeryüzü sathının kendisi için bir imtihan kılınmışlık olduğuna inanmış ve başta eşya olmak üzere kadına, ziynete, güzel ev ve arabalara, kısaca tüm unsurlara bundan öte bir anlam yüklememiştir. Yarım hurma ile de olsa infak ve paylaşım duygusunu diri tutmuştur, kardeşinin namerde muhtaç olmaması için. Böylece korumuştur kendisini ve kardeşini yakıtı taşlardan ve insanlardan oluşacak elim bir azabın meknı olan ateşten. Gösterişten, şovdan uzak tutarak sağ elin verdiğini hissedememiştir sol el. Allah'ın hakkı başta olmak üzere korkmuştur kul hakkından, kamu hakkından, kinat hakkından, diğer canlıların hakkından.

Eleştiri insanın mükemmelliğe yolculuğunun adıdır. 'İnsan nisyan ile matuftur' sözü göz önünde bulundurulduğunda unutulan ve terkedilen güzel hasletlerin hatırlatılmasından, sehven veya kasten yapılan yanlış davranışların terki yapıcı eleştirilerle sağlıklı ve doğru istikamete evrilir. Allah Azze ve Celle başta peygamberleri olmak üzere tüm müminlere yanlış istikamete ve davranışlara sevk olmamaları noktasında sürekli uyarı ve ikazda bulunmaktadır. Hz. dem yasaklı ağacın imtihanında yenik düştüğünde, Hz. Yunus görev yerini terk eylediğinde, Hz. Peygamber ama (kör) Abdullah İbn. Mektum'a ilgi göstermediğinde uyarılmışlardır. Rabbimiz rahmetinin bir tecellisi olarak içimizden seçtiği temiz, ahlak ve erdem sahibi elçileri vasıtası ile de bizleri sürekli uyarılanlar kılmıştır. Onların yaşamlarının ve ahlaklarının güzel örnekliklerinden istifade etmemizi istemiştir.

Eleştirinin yapılması kadar yapılış şekli de çok önemlidir. Tahkir edici, küçük düşürücü, onur kırıcı, aşağılayıcı, hakaret dolu sözlerle yapılan eleştiri pozitif bir eleştiri değil tam tersi negatif bir eleştiridir. Eleştiren için kibir, eleştirilen için ise onur/gurur meselesi yapılacağından dolayı tüm müminler bundan şiddetli bir şekilde sakındırılmışlardır. Hz. Peygamber en yakını başta olmak üzere ashabından hiç kimseye karşı yaptıkları hataları yüzlerine vurmaz, toplum içinde onların küçük düşmelerine ve mahcubiyet hissedecekleri pozisyonla karşı karşıya kalmalarına asla izin vermez ve bunu kendisi de kesinlikle yapmazdı. Yapılan yanlışları ve hataları veya yapılmasını arzu ettiği eylem ve söylemleri genele hitap ederek '… Sizlere ne oluyor ki… Şöyle şöyle yapıyorsunuz… Veya amellerin en faziletlisi şunu yapmaktır' gibi genel eksikliğini hissettiği davranışı oraya ekleyerek dillendirmesi ile teşvik ve tavsiye ederdi. Dolayısıyla buradan herkes kendi hissesine düşeni alırdı.

İnsanoğlu hangi makam ve mevkide olursa olsun fark etmez çok çabuk kuşatılır etrafı şayet iktidar/güç sahibi ise. Bunların bir çoğu iş bitirmek, rant elde etmek, hava basmak, caka satmak için yanaşanlarca kuşatılmışlardır övücü ve yükseltici yağ damlayan cümleler ile. Yaptığınız her işi/eylemi/söylemi yüceltirler 'sen neymişsin be abi' diyerek hayrete dönüşmüş jest ve mimiklerin kapladığı yüz ve vücut hatları ile. Bunlara yancı/yağcı denir toplum kesimlerince. İyi y da kötü -hayırlı veya hayırsız- helal veya haram fark etmez sizin yaptığınızın nerede durduğu ve nasıl olduğu bu tipler için size övgüler/methiyeler dizmesi için. Bunların birçoğu siz o iktidar imknlarını elde edemediğiniz ve sade bir insan olarak yaşam sürdüğünüz dönemlerde uzak durmuşlardır sizlerden, yakın durmuştur bugün için iktidarı elinden alınmış rakiplerinizin yanında. Kesinlikle bunlar size yanaşan yancılar/yağcılardır. Bir de tüm samimiyeti ile size doğruları söylemekten çekinmeyen, iyiliğe/hayra/doğruya teşvik ve tavsiye edenler vardır sayıları yok denecek kadar az olsa da. Fakat şeytanın aldatılmışlığı altında inleyen insanoğlu duymaz bu güzel uyarıcıların uyarısını, sıkılır fazla eleştirilmesinden, tenkit edilmesinden…

Bundan yıllar önce TRT de 'Cengizhan' isimli bir dizi yayınlanmıştı İngilizlerin çektiği. Moğol vahşetini ve istilalarını bütün ayrıntıları ile anlatan nadir kaliteli ve iyi irdelenirse dersler çıkarılacak dizilerden biri idi kanaatimce. Orada bir/iki sahne vardı hiç unutamadığım; Çin toprakları Moğollarca istila edilmiş başkent Pekin düşmüş, bütün şehir yağmalanmış ve İmparator başta olmak üzere insanlar katledilmiş bir pozisyonda İmparatorun yakın danışmanı (Veziri) Tutuklanarak Cengizhan'ın huzuruna getirilir. Vezir hemen Cengizhan'a büyük övgüler/methiyeler dizer ve kendisinde çok önemli bilgilerin olduğunu ve kendisini vezir seçerse çok büyük katkılarda bulunabileceğini, daha yeni halkının mücadelesini canı pahasına ödeyerek veren İmparatoru hakkında da ileri geri konuşmaya başlar. Cengizhan çok net ve bir o kadar kararlı bir emir verir yanındakilere 'Vurun bu hainin boynunu, bugün imparatoruna ihanet eden, yarın bana da ihanet eder' diye. Bugünün dünyasında dün birlikte olduğu insanları bugün hiç acımadan çok kolayca satanların baş tacı kılındığını görünce insanın aklına geliveriyor ister istemez bu sahne. Diğer bir sahne ise; Cellettin-i Harezmşah, 'Biz zaferle emrolunmadık, seferle emrolunduk!' sözü tarihe geçen Harzem devleti hükümdarının ortaya koyduğu cesareti ve kararlılığı neticesinde Cengizhan 'Bu cesaret yüklü gencin oğullarımdan biri olmasını ne kadar çok isterdim' diyerek yiğitliğine imrenerek saygı duyduğu sahnedir. En zalim düşmanını bile imrendirebilecek duruşu sergileyen yiğitlerin imrendiren mücadelesidir gelecek nesillere taşınabilecek destansı olaylar.

Makam ve mevki sahiplerinin kendilerini yakıtı insanlardan ve taşlardan oluşan elim bir azaba sürükleyecek yancı ve yağcı tiplemelerinden uzak durup, öncelikle kendi nefsinde/vicdanında yaptığı işlerin ne kadar Rabbinin rızasına matuf işler olduğuna iyi bakmalıdır. Hiçbir beklentisi ve çıkarı olmadığı halde sürekli kendisine hayırda destek, şerde engel olacak kişilerin oluşturduğu halkalara sığınmalıdır. Bu sadece makam ve mevki sahibi kişiler için geçerli olmamalı elbette. Toplumun her kesimi bu duyarlılığı kendisine şiar edindiğinde hak ve hakikatin egemen olduğu dünyalar kurulur. Bizler birbirimizi kırmadan/incitmeden/hakaret etmeden yapmalıyız başta Allah'ın hükümlerinin en yılmaz uygulayıcıları olmak zorundalığımızın hatırlatıcılığını. Elde etmiş olduğumuz tüm kazanımların öncelikle meşru ve mübah oluşuna, sonraları ise bunların ahiret yurdu için bizlere emanet bırakılmış azıklar olduğuna, kalıcı değil geçiciliğine hükmederek paylaşmacı olmalıyız yetimlerle/yoksullarla… Verilen sözün yerine getirilmesi erdeminin, emanetin korunması gereken çok kutsal bir duygu olduğunun, yalan sözün riyakr ve nifak sahiplerinin bir aldatmacası olduğu duygusunun karşılık bulduğu bedenler olmalıyız kendimize ve nesillerimize güzel örneklikler için… Böyle elde edileceğine inanmalıyız izzetin ve şerefin… Gerçek dostlukların üçüncüsü Allah kılınan dostluklar olduğunu yazmalıyız yaşamlarımızın alın yazılarına…

Yüce Yaratıcımız/Rabbimiz gerçek dostların birbirlerine hakkı, doğruyu, iyiliği, güzelliği, hayrı tavsiye edip – kötülükten, fuhşiyattan, münkerden, çirkinlikten, günahtan sakınan/sakındıran müminlerin olduğunu bizlere bildirmektedir. Sözlerin ve kelamların en güzeline sahip Rabbimiz bize bu hakikati Kerim kitabımızın birçok ayeti kerimelerinde anlatmaktadır. Bunlardan birine seçerek yazımızı tamamlamış olalım.

'-Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz iyilik değildir. Fakat iyilik Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, malını sevgisine rağmen; akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolculara, dilencilere, kölelere ve esirlere veren, namazı dosdoğru kılan, zektı veren, sözleştikleri zaman sözlerini yerine getiren, sıkıntıda, hastalıkta ve savaşta sabredenlerin durumudur. İşte sadıklar ve muttakiler onlardır.' (Bakara, 177)

Bakmadan Geçme