DERMANSIZ DERDE DÜŞTÜM
Aşkın içimize mi girdiğini yoksa içimizden mi çıktığını bilmiyorum. Aşk bizi karşıdakine bağlayan iki ucu kör düğümlü bir ip. İnce fakat kalınlaşıp da kopunca daha çok canımızı yakacak bir noktada duruyor. Ama bu adı ve bizde bırakan, izlerinin hiçbir dönem değişmediği aşkın, günü ve zamanı geldiğinde işçimizde pusu kurup bizi derin hülyalara saracak bir gizemli duygu olduğu inancındayım.
Tabi ne Leylalara, ne Şirinlere, Ferhatlar ve Mecnunlar eş oldu da destan oldu sevdalar. Kendileri en yücesinden yaşarken bazıları da sevdiğinin ölümünden sonra sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Bu aşkların yüzyıllar öncesinde şeklinin değiştiği fakat içeriğinin bozulmadığını gördüğümüz dönemlerde yaşanan aşklar damgasını vuruyor. Bu 800 yıl öncesinin bir aşkı ilk oluşumları ne acıdır ki gençliğinin baharındaki Gesibe Hatun'un ince hastalığa yakalandıktan sonra Rahman'a kavuşmasından sonra son buldu.
Gevher Nesîbe, babası İkinci Kılıçarslan'ın gözbebeği ağabeyi kinci Gıyaseddin Keyhüsrev'in kıymetlisi, güzelliği ile mekanlar, hudutları aşan, ismetli, iffetli hanım sultan…
Ve bir Baş Sipahi; adı bilinmeyen, Selçuklu ordusunu komuta eden ve Gevher Nesîbe'yi ölümüne seven bir asker. Güneşin doğuşundan batışına kadar birbirlerini sevdasını her lahza içlerinde hisseden ve geceden sıyrılan gündüzle birlikte yeni günde bir başka büyüten besleyen bu iki sevdalının aşkı yüzyıllarca bir başkalarının aşklarına yeni tarifler getirdi.
Kendisi sarayda ve sevdiği cenk meydanlarında hem aşkları ile savaşıyor hem de engeller ile ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı. Tabi sarayda konuşulan dil acı ve bu aşkın, evliliğin mümkün olmayacağı düşüncesi yönünde idi. Sultan Gıyaseddin bu derde nasıl derman bulsun. Bir yanda gözünden sakındığı Gevher Nesîbe'si diğer yandan er meydanlarında küffara karşı devletin namusunu koruyan başarılı bir kumandanı.
Evlenmelerine Gevher Nesibe Sultan'ın ağabeyi hükümdar I. Gıyaseddin Keyhüsrev karşı çıkmıştır. Ama hükümdarın şartı kendisine zafer getirmesidir. Sultan, Başsipahiyi bir savaşa göndermiş ve başsipahi orada şehit olmuştur. Bu olay sonrasında Gevher Nesibe Sultan üzüntüsünden hasta olmuş ve vereme yakalanmıştır. Kız kardeşinin durumunu öğrenen I. Gıyaseddin Keyhüsrev onu ölüm döşeğinde ziyaret eder.
Son dileğini sorarak, özür diler. Gevher Nesibe Hatun Gıyaseddin Keyhüsrev'den 'Ben devasız bir derde düştüm, kurtulmama imkan yok, hiç bir hekim derdime çare bulamadı, ben artık ahiret yokuşuyum, eğer dilersen benim mal varlığımla benim adıma bir şifahane (hastane) yaptır! Bu şifahanede bir yandan dertlilere şifa verilirken, bir yandan da çaresi olmayan dertlere çare aransın. Bu şifahane ünlü hekim ve cerrah yetiştirsin. Burada kimseden bir kuruş para alınmasın. Burası benim adıma bir vakıf olsun' diye buyurmuştur. Gevher Nesîbe'nin son sözleri bu olmuştur. Bu vasiyet üzerine Sultan Nesîbe Hatu'un isteğini yerine getirir.
I. Gıyaseddin Keyhüsrev kız kardeşinin hastalığına kendisinin neden olmasından büyük üzüntü duyar. Onun son isteğini yerine getirir ve 1204'de şifahanenin yapımını başlatır. Şifahane iki yılda tamamlanarak, 1206'da hizmete açılır. Daha sonra şifahanenin doğusuna Gevher Nesibe Sultan'ın ikinci kardeşi Izzeddin Keykavus tarafından 1210-1214 yılları arasında tıphane (Tıp Medresesi) yapılmıştır. Bu çift yapının 1890 yılına kadar amacına uygun bir biçimde kullanıldığı bazı kaynaklarca belirtilmiştir.
O yılların Avrupa'sında delilerin içini cin girmiş diyerek yakılırken bu şifahanede hastalar müzik ile tedavi ediliyordu. Gevher Nesîbe'nin bu vasiyeti binlerce insanın derdine derman olacak bir yapıta dönüşür ve hastalar bu hastahanenin odalarında tedavi olunur ve topluma kazandırılır.
Şimdilerde bazılarının 'köhne bina' dediği dünyanın ilk tıp fakültesi olan Gevher Nesîbe hastahanesini ne acıdır ki pekte bilen yok. Başka milletlerin yücelttiği bu yapıtlar bizde ne yazık ki cüce kalıyor. Hiçbir şeyi olmayan milletin kaybedecek de bir şeyi yoktur. Elimizdeki değerlere bu tarihi mirasları gençlere anlatamaz, pınar suları ile dolduramazsak birileri başka şeylerle doldurur. Onda da şikayet etme hakkına sahip değiliz.