CEMAAT HIZLI BİR ŞEKİLDE HUKUKİ KİMLİĞE BÜRÜNMELİ…

Türkiye'de cemaat yapıları hep varoldu. Cumhuriyet tarihi belki de cemaat ve tarikatlarla devletin mücadele tarihidir. Bu dönemde maalesef devlet eliyle bir çok yanlışa imza atıldı. Ezanın Türkçeleştirilmesinden tutunda yapılan bir çok düzenleme vatandaştan sürekli tepki görmesine, tasvip edilmemesine rağmen inatla ve ısrarla yapılmaya devam edildi.

Bu geçen yıllar boyunca cemaat yapıları da kendi özgürlük alanları dahilinde yapılanmalarını sürdürdüler ve bir şekilde var olmaya devam ettiler.

Bu durum 1980 askeri darbesinden sonra farklı bir boyut kazandı. Daha önce belli oranda resmiyetten uzak sürdürülen faaliyetler vakıf ve dernekler gibi çeşitli platformlarda devam etmeye başlandı. Bu süreçte yüzlerce vakıf ve derneğin faaliyete geçtiğini gördük.

1980 yılları ve 90'lı yılları her birlikte yaşadık. Yaşımız itibariyle 70'li yılları bilmesek de 80'li ve 90'lı yılların bizzat içindeydik ve hemen hemen her yaşanan olaya, tartışmalara, gerilimlere şahit olduk.

Belirttiğim gibi birçok yapı, gerek cemaat gerek tarikat yapısı bir şekilde resmi kimlik kazandı. Vakfı ve derneği oldu. Yayın faaliyetlerine başladılar. Kitap, dergi çıkardılar. Öğrenci evlerinde, yurtlarda faaliyetlerini devam ettirdiler.

Özellikle 90'yı yılların ikinci yarısında 28 Şubat süreci ile birlikte ise herkese sineye çekildi. Özal döneminin toz pembe yılları sona erdi ve cemaat ve tarikat yapılanmaları için tekrar içe kapanma dönemi başlamış oldu. Bu içe kapanma birçok savrulmayı da beraberinde getirdi. Bu dönemde birçok vakıf ve dernek kapandı veya kapatıldı. Böylesine hızlı bir süreç yaşandı.

Bu kısa 80'li ve 90'lı yıllarla ilgili hatırlatmadan sonra gelelim. 2000'li yıllara. Bu dönemde de ilk yıllarda çok fazla değişiklik olduğu söylenemez. AK Parti iktidarının ilk birkaç yılı bazı konularda öyle ahım şahım ilerlemelerin olduğu söylenemez.

Özellikle 2007-2009 döneminde il teşkilatının içinde bizzat bulunduğum için çok yakından biliyorum. AK Parti'nin kapatılması ile ilgili dava açıldığında parti içinde ve çevresinde yaşanan hayal kırıklığı ve o halet-i ruhiye içinde olmak çok kötü bir durumdu.

Anayasa Mahkemesi kararını vermeden önce partinin kapatılması ile ilgili her türlü kararı bekler hale gelmiştik. Hatta bütün hazırlıkları bitirmiş ve binayı boşaltmak için günler öncesinden hazırlıkları bile tamamlamıştık. Nereye neyin teslim edileceği bile teker teker gözden geçirilmiş ve gece yarılarına kadar bununla uğraşmıştık. Bu 2007 seçimlerinin hemen ardından yaşanan stresli aylar belki de seçim çalışmalarından bile daha zorlu bir dönemi kapsıyordu. Kısaca şunu söylemek istiyorum. Bu dönemler yaşandı ve herkes bu badireleri atlatıp bugünlere geldi.

Bugün dersane tartışmalarının ayyuka çıktığı bir ortamda, AK Parti'yi 2004 yılındaki bir MGK kararı dolayısıyla eleştirmek en hafif tabiriyle insafsızlıktır. Bu açıklamalarından dolayı Hocaefendiyi de çok yadırgadığımı belirtmek istiyorum. Bugün devasa yapısıyla ve yüzlerce kurumu ile bir güç odağından bahsediliyorsa bu AK Parti sayesinde olmuştur. Bunun asla unutulmaması ve unutturulmaması gerekiyor. Başta kısaca tarihi olaylardan niye bahsettim. Bizim milletimiz geçmişi çok çabuk unutuyor. Yaşananlar maalesef üç beş yıl sonra hatırlanmaz hale geliyor. Bu yüzden tarihin tekerrür etmemesi için tarihi gerçeklerden ders almalıyız. Önceki gün akşam Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Bakanlar Kurulu Kararı'nı açıkladı. Bu karara göre dersaneler 2015 yılına kadar peyderpey kapatılacak. Bu kararın ardından bu işi daha fazla dallandırıp budaklandırıp abuk subuk açıklamalar yapmaya devam edilecek mi çok merak ediyorum. Bence bu bir milat olacaktır ve inşallah bu anlamsız açıklamalar, yok AK Parti cemaate tuzak kurdu, fişleme yaptı gibi abesle iştigal edilecek açıklamalar yapılmayacaktır.

Ayrıca cemaatin kolunu kanadını kıracak hangi çalışmanın içinde oldu AK Parti çok merak ediyorum. Bunu bir taraf olarak söylemiyorum. Bir vatandaş olarak soruyorum. Özellikle 2008'den sonra AK Parti cemaatin hangi işine taş koydu. Daha önce bahsettim. Cemaat çevreleri tarafından sırf cemaat etkisiyle binlerce evet binlerce Avrupa Birliği Projesi kabul ettirildi. Söylediğim rakamı iyi biliyorum çünkü başkalarının yaptığı projeler maalesef kabul edilmezken cemaat çevrelerinin böyle bir ayrıcalığı vardı. Bu basit bir örnek. Bunun gibi daha bilmem kaç konuda cemaat çevrelerine pozitif ayrımcılık yapıldı. Şu andaki devasa yapının karşımızda olması mümkün müydü bu iktidar olmasaydı. Şimdi kalkıp, ne olduğu belirsiz bir muhabirin 2004 yılındaki MGK kararı ile ilgili spekülatif haberine bel bağlayıp onun üzerine açıklamalar yapmak ne kadar ahlaki artık ben bunu sorguluyorum. Ve bu ülkede cemaat mensuplarının bir kısmı da dahil bunun sorguladığına eminim.

Son olarak baştaki başlıkta belirttiğim gibi bu kadar devasa bir yapıya bürünmüş olan bir cemaat yapılanmasının artık bir hukuki yapıya kavuşması gerekiyor. Bir vatandaş olarak veya bir devlet olarak karşınızdaki yapıyla ilgili bir muhatap arama ihtiyacı hissediyorsunuz. Bakın hocaefendi cemaati dışında birçok cemaat ve tarikat yapılanmaları aşağı yukarı bir hukuki yapı içinde kendilerini ifade etmeye başladılar.

Çok önemli bir cemaat yapısından bahsediyorsunuz. Üstelik bu yapının artık siyasetle iç içe olan tarafı da ortaya çıkmış durumda. Yani bu kadar siyasetle ilgili görüş ve tartışma yaratan bir meselede taraf olmak, hukuki bir kimliği gerektirir diye düşünüyorum. Hiçbir gelişmiş batı ülkesinde, gelişmiş hiçbir demokraside böylesine devasa bir yapıya sahip olan bir güç odağının hukuki bir zemini olmadan hareket etmesi düşünülemez. Yaşanan bu tartışmalar gösterdi ki, cemaat bazı noktalarda kendini bir yere konuşlandırmaktadır. Bu konuşlandırdığı yerde zaman zaman iktidarla da olabilir muhalefetle de olabilir veya başka bir kurumla da olabilir karşı karşıya gelme, ihtilafa düşme ihtimali doğmuştur. Bu da gayet doğaldır çünkü herkesin bir konuda aynı düşünmesinin beklenmemesi gerekiyor. Fakat işin garip olan tarafı şudur. Tartışmanın bir tarafı ile ilgili karşınızda hukuki bir muhatap bulunmamaktadır. Bu cemaatin evet bir lideri, öne çıkan bir ismi vardır fakat hocaefendinin böylesine bir hukuki temsil kabiliyeti yoktur.

Çeşitli kurumlardan bahsediliyor. Gazeteciler Yazarlar Vakfı'dır, televizyonlardır, yayın kuruluşlarıdır. Bütün bunlar cemaati ifade etmeye yetmez. Bunların hepsi dersanelerde dahil bir meslek kuruluşudur. Herkes biliyor ki cemaat ne bir yayın kuruluşudur, ne de bir meslek kuruluşudur. Bu yüzden adının konulması ve gerek hukuki gerekse mali olarak denetlenebilen bir kurum haline gelmesi gerekiyor. Vatandaş olarak her kurumun denetlenmesi gerekiyor. Bir zamanlar askerler için çok tartışılan şeyler bugün bu cemaat yapıları için de söz konusudur. Herkesin özellikle istismara açık olan mali konularda da hesap verir bir duruma gelmesi gerekiyor.

Bir iktidarla neredeyse kıran kırana bir mücadele içine giren bir yapıyı kimlerin hangi kurumların oluşturduğu bile bilinmiyor. Bu şunu da getirecek. Herkes kartlarını açık oynayabilecek. Yani herkes düşüncesini gizlemeden saklamadan ifade edebilecek. Bu da şeffaflığı getirecek. Her şeyin başı şeffaflık ve hesap verebilirliktir.

Yıllardır söyleyip duruyoruz. Bunun adı hesap verebilirliktir. Şimdi iktidarın dersanalerle ilgili yaptığı diyelim ki yanlış. İktidar 4 ay sonra halka hesap verecek. Halkın karşısına çıkacak ve kendini anlatacak. Yanlışsa vatandaş gerekli hesabını sandıkta görecek. Peki bu kadar yapılan şeyler konusunda cemaat yapılarının hesap verme gibi bir durumu söz konusu mu? Kesinlikle değil. İşte çarpık olan durum budur. Bir tarafın hatası, yanlışı karşısında hesap verebilirliği. Karşı tarafın ise böyle bir durumunun olmaması. Kimin hareket alanı daha geniş, daha rahat hareket ediyor peki. Elbette cemaat yapıları.

Bu bahsettiğim husus sadece hocaefendi cemaati için geçerli değildir. Burada bahsettiğim husus genel bir ilke, bir kuralı kapsamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti içerisinde faaliyet gösteren büyüklükleri önemli değil ama bütün gurupların hukuki bir çerçeve içinde olmaları gerekiyor. Bu olmazsa hukuk devleti ilkelerinden nasıl bahsedilebilir. Haftalardır tartışılan ve atlanan nokta burasıdır.

Bu yapıyı cemaatin nasıl kuracağını bilemiyorum. Ama siyasi parti mi olur, dernek mi olur, vakıf mı olur bir şekilde kamuoyunun önüne çıkmaları gerekiyor. Yoksa bunun dışında hareket etmek kaçak güreşmek demektir. Bunun da naçizane, oyunun kurallarına aykırı olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar cemaat çevreleri bundan ısrarla kaçındılar. Kendilerini sayısal olarak ifade edebilecek her türlü organizasyondan uzak durdular. İktidarlara hep dışarıdan destek vererek işi götürdüler. Ama gelinen noktada artık geri dönüş imkanı kalmamıştır. Siyasi bir iktidarla kavgaya tutuşmak, kavgaya tutuştuğunuzun karşısında muhatap olmayı gerektirir. Bu muhataplıkta hukuki sorumluluk gerektirir. Bu hukuki sorumluluğu üstlenecek bir kurumun ortaya çıkması şarttır.

Her iki camiadan da çok değerli arkadaşlarımız var. Hepsine Allah selamet versin. Ama bu tartışma veya üslup doğru ve etik değildir. Bugünden sonra cemaat böyle bir yapılanmaya gitmezse kendi adına bunun bir yanlışlık olacağını düşünüyorum. Güç gösterisi yapmak güzeldir ama bunun sonuçlarını göze alarak yola çıkmak gerekir. Bu güç gösteri yapıldıktan sonra bence buradan geri adım atmadan kendilerini bulundukları noktada ifade edecek bir yapıya kavuşturmaları hem kendileri için hem de memleketin geleceği için şarttır. Vesselam…

 

 VEDAT ÖNAL

Yorumlar 2
Mehmet S 06 Aralık 2013 10:38

cemaat hergün hesap veriyor,iktidar gibi dört bes senede bir degil. abonesinden tut ögrencisine kadar, hergün abone kayibi, yayinda kayiplari falan falan. cemaat güc gösterisi yapmadi, sadece yapilan yanlisdan dönülmesi icin ugrasti.

Bakmadan Geçme