Cahiliyye Arabı'nda çoktanrıcılık
Cahiliyye inanç sisteminin birçok boyutu var elbette. Ahiret inancı, Nübüvvet inancı ve Allah inancı olarak üç ana unsurda Cahiliyye inancını temellendirirsek, bu üç unsur üzerinde etraflı değerlendirmeler yapmak ihtiyacı ortaya çıkar.
Zannedildiği gibi Cahiliyye inanç sistemi basit, kolay kavranabilir ve homojen bir yapı arzetmez. Mesela Haniflik, Cahiliyye Araplarından ayrı bir dini gurup olarak algılanır ancak Haniflik konusu biraz yakından incelendiğinde bunun ayrı bir din olmayıp Cahiliyye Arabı içerisindeki aklı selim düşünceyi veya kişileri ifade ettiği görülür. Peygamberimizin de içinde bulunduğu Mekke toplumunun vicdani tezahürü olarak tanımlayabileceğimiz Hılfu-l Fudul oluşumu buna çok güzel bir örnektir. Bu oluşum, mevcut olduğu varsayılan birkaç kişiden oluşmuş hanif topluluğun değil, kendilerini hanifler olarak bilen Mekke toplumunun hemfikir olduğu ancak çoğunlukla uygulamaya yanaşmadığı ahlaki anlayışı yansıtan ve kendilerini dini grup olarak diğerlerinden ayırmayan bir topluluğun eseridir.
Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'in yaptıkları K'be, bu beytin etrafında şekillenen İsmaili din (Haniflik) aradan geçen yaklaşık 2400 yıla rağmen şaşırtıcı biçimde ana unsurlarını kaybetmeden bu kadar uzun süre kendini koruyabilmiştir. Bu kanaati ''atalaları uyarılmamış, kendileri gafil olan toplum'' olarak bize bildiren Kur'an ayetlerinden yola çıkarak ifade ediyoruz..
Daha Hz. Musa hayatta iken bir buzağı heykeli yapıp ona tapan İsrailoğulları, Hz. İsa'dan birkaç on yıl sonra Teslis inancına yönelen Hristiyanlar göz önüne alınırsa Cahiliyye Arapları bu anlamda dinlerini çok az değişikliğe uğratmışlardır diyebiliriz. 'Babaları uyarılmamış, kendileri gafil olan bir kavmi uyarmak için' (36 Yasin 6), (ayr. bkz. 28 Kasas 46, 34 Sebe 44) gönderilen Muhammed (a.s.)in Mekke'de çıkışı hep Cahiliyyenin sapkınlıkta ileri gitmesi yönüyle değerlendirilmiş ancak onların uzun asırlar geçmesine rağmen vahiy merkezli dini büyük ölçüde muhafaza ettikleri ve bu yeni gelen dini kabule en müsait insanlar oldukları gerçeği fazla dikkate alınmamıştır. Bu bağlamda da Hz. Peygamber'in eski dinin birçok alanında ıslahatçı görünüm arz etmesi bu dinin Arap vurgusu olarak algılanabilmiştir. Daha anlaşılır ifade edersek Cahiliyye Arabının örfü çoğu yerde İbrahimi vahye dayanmaktaydı. İşte bu İbrahimi vahye dayalı konularda İslam bu örfe ya hiç dokunmamış ya da bozulan yönleri ıslah etmiştir. O halde Arap vurgusu olarak tanımlanan birçok İslam unsurunun evrensel yanları bu şekilde anlaşılabilir
Maalesef bugün Cahiliyye Arabının inanç sistemi hakkında fazla bir şey bilmiyoruz. Bunun en önemli nedeni ise özellikle Hicaz Araplarının yazıyı çok sonraları kullanmaya başlamalarıdır. Bundan dolayıdır ki elimizde neredeyse Cahiliyyeden kalma kesin hiçbir metin bulunmamaktadır.
Şu durumda elimizde doğru bilgi kaynağı olarak Kur'an ve sahih rivayetler vardır. Fakat ne yazık ki Cahiliye Arabının inancını öğrenme konusunda doğru kaynaklardan faydalanma yerine, hikayeler, efsaneler ve tarihi kaynaklar dikkate alınmış, bu konuda Kur'an'da bir çok bilgi bulunmasına rağmen, bunlar her nedense geçiştirilmiştir. Burada Cahiliye Arabının Allah inancını ele almak istiyoruz.
Cahiliye Arabının Allah inancı konusunda genel görüş şudur; Onlar, Allah'ı yaratıcı rızık verici en büyük ilah olarak tanımalarına rağmen Allah'a yakınlaşmak amacıyla kendi elleriyle yaptıkları putlara (heykellere) taparlardı. Hatta onlar Kabe'nin içini dahi bu putlarla (sanem, vesen) doldurmuşlardı. Lat, Uzza, Menat, Hubel onların büyük putları idi.
Neredeyse tüm dini kaynaklarda bize çizilen tablo bu olmasına rağmen bu anlatılanların delillendirilmesi konusu bir hayli sıkıntılı gibi gözükmektedir. M. Hamidullah İslam Peygamberi adlı eserinde; 'Mekke'deki bu putlara tapınmakla ilgili merasimler, bizzat Kbe için yapılanlardan daha renkli ve hareketli olmalıdır; fakat maalesef bu hususla ilgili herhangi bir teferruatlı bilgiye sahip bulunulmamaktadır.' demektedir. (C.2 s.857) Bütün literatürdeki çoğu 'put' söylemleri kendisi güvenilirlik konusunda eleştirilmiş İbn El Kelbi'nin çelişkilerle dolu Kitab'ul Esnam'ına (Putlar Kitabı) dayanmaktadır. Çok güvenilir çevirmenler dahi başta Kur'an ve hadisler olmak üzere diğer bütün Arapça metinlerdeki şirk bağlantılı kavramları çoğu zaman 'put' kelimesiyle Türkçe'ye çevirmekteler. Çağrı filminden tutun da Hz. Ömer'in cahiliyyede helvadan put yapması ve acıkınca onu yemesine kadar bu fenomen o derece zihinlere kazın- mıştır ki kaynak ve delile ihtiyaç duymadan Müslümanlar zihninde deveranını sürdürmektedir.
Bütün peygamberlerin geliş amacı şirki ortadan kaldırıp tevhid inancını yerleştirmek olduğu halde nasıl olur da bir peygamber içi putlarla dolu olan bir mabede yönelerek namaz kılabilir? Bu zihinleri çağlar boyu meşgul etmiş cevaplanması gereken ciddi bir sorudur. Bu durumda muhatapların şu itirazı geçerli olmaz mı? Bizim taptığımıza sen de tapıyorsun. Yine içi putlarla dolu Kabe'yi tavaf etmek de tevhit açısından ciddi sıkıntıları beraberinde getirir.
Kur'an hiçbir ayetinde Arapların sanem veya vesenlere (heykel, put) taptığını söylemez. Lat'tan, Uzza'dan, Menat'tan bahsedilir. Fakat bunların mahiyetleri hakkında bilgi verilmez. Lat, Uzza,Menat Mekkelilerin mi ilahlarıydı yoksa çevre kabilelerin kutsadıkları sahte Kbelermiydi?
'Gördünüz mü Lat ve Uzza'yı ve üçüncüsü olan Menat'ı? Erkekler sizin dişiler onun mu? Öyleyse bu haksız paylaşım, bu sizin ve atalarınızın isimlendirdiklerinden başka bir şey değil, Allah onlarla ilgili hiçbir delil indirmemiştir'(53 Necm 19-23)
Bu ayetlerde Lat, Uzza ve Menat'tan bahsedilirken onlardan 'isimlendirme' olarak bahsedilir fakat onların heykel, (put) insan veya gerçekten var mı yoksa varlığı da hayal olan şeyler mi olduğu hakkında açık bir bilgi yoktur. Ayetlerden onların dişi olduklarını dişiliklerinin de gerçek olarak algılandığını anlıyoruz.
Konuyla ilgili diğer ayetlere de (53/27, 17/40, 37/150, 43/19) bakarsak bu dişi varlıkların onların inancında melekler olduğu sonucuna ulaşırız. Ancak bu ayetlerden Lat, Uzza ve Menat'ın birer put (heykel) olduğu anlaşılamaz.
Bu konudaki rivayetlere baktığımızda da Lat, Uzza ve Menat'ın heykeller değil Kabe'ye özenilerek veya bu işlevi görmesi için kabileler arası rekabetten dolayı yapılmış mabetler olduklarını anlıyoruz. Yani Lat, Uzza, Menat Kabe'nin bir nevi kopyaları olmuş oluyor. Büyük ihtimalle bu isimdeki meleklere adanmış mabetler, buralarda kurbanlar sunulup ibadetler yapılıyor. Bu mabetlere sahip olan kabileler Kureyş'e benzer bir imtiyaz kazanıp kendilerini öne çıkarmak istiyorlar. Ve bu mabetlerin de Kabe gibi hizmetkarları, perdedarları ve bir harem bölgeleri var. Eğer rivayetler doğruysa Ebrehe'ye Lat beytine dokunmaması şartıyla Kabe yolu-nun gösterilmesi bu konuda açıklayıcı olur. (bk. Taberi, İbn-i Kesir, Kurtubi Fil Suresi Tefsiri)
Yine bu zaviyeden bakıldığında Ğaranik hadisesinde rivayet edilen Kureyş'in secde etme olayını rahatça açıklayabiliriz. Kureyşliler rakip kabilelerin kutsal mabetlerinin isimleri Necm suresindeki ayetlerde anılıp eleştirilince ''O halde sizi açlıktan doyuran ve korkudan emin kılan bu beytin rabbine kulluk edin'' (106 Kureyş 3,4) diyen bu vahyin tebliğcisi Resul ile birlikte secdeye gitmeleri niçin mümkün olmasın. Hikayenin geri kalanı yani şeytanın bu vahye sokuşturma yapması ve bir takım sahte ayetlerin bu secdeden önce okunması kısmı ise uydurulmuş olsa gerek. Buhari (K.Tefsir 4862, 4863) deki konuyla ilgili rivayetlerde sadece Rasulullah ile beraber müşriklerin ortak secdesinden bahsediliyor.
Tarihi kaynaklarda ve rivayetlerde adından çokça bahsedilen Hubel'e gelince; Hubel Samilerin (Fenikelilerin) ay tanrısına verdikleri ''ba'l'' isminin Arapçalaşmış şeklini ifade ediyor. Kur'an'da hubel isminin geçmeyip 'ba'l' isminin geçmesi (37 Saffat 125) de bunu destekler görünüyor. Hubel rivayetlerden anladığımıza göre akik taşından yapılmış insan suretinde bir heykelcik idi. Heykelcik olması akik taşının büyük bir heykel yapılacak bir malzeme olmayışından kaynaklanır. Ezlam denilen fal oklarıyla birlikte bulunur bir uğur objesi olarak kullanılır gelecek zamanın, fal oku çekenlerin başına iyi şeyleri getirmesi için belki ondan fayda umulurdu. Fal oku çekme sırasında kesilen kurbanlar ise onların nazarında talihin lehlerine dönmesi için yapılan bir ritüel olsa gerek.
Cahiliye döneminden Mekke'nin fethine kadar Kabe'nin içinde var olduğuna inanılan putlara gelirsek; Buhari Tecrid-i Sarih 1626 nolu hadis şöyle; 'Nebi (as) fetih gününde Mekke'ye girdi. Beyt'in etrafında 360 dikili taş (nusub) vardı. Elindeki değnekle onları dürtüyor ''hak geldi batıl zail oldu'' diyordu.' (Buhari K. Meğazi 4287) Mekke'nin fethini anlatan hadislere de baktığımızda Kabe'nin içinde herhangi bir put olmadığını açıkça anlarız.
Yukarıdaki hadiste geçen nusub, dikili taş manasına gelmesine rağmen nedense putlar olarak çevrile gelmiştir. Kamil Miras ta -kurşunla tahkim edilmiş- paranteziyle Tecrid-i Sarih te bu şekilde (put şeklinde) çevirmiştir. Kaldı ki hadisteki bu nusubun Kabe'nin içinde değil, çevresinde olduğu söyleniyor. Ayrıca Peygamberimizin K'be hakemliği sırasında Hacer-ül Esved'den uzun uzun bahsedilmesine rağmen, Kabe ve çevresindeki hiçbir puttan bahsedilmez.
Nusub, ensab (dikili taşlar, işaretler) kelimeleri Kuran'da geçer, fakat bunlarla ilgili ayrıntı verilmez. (5/3, 5/90, 70/73) Kur'an'da onların üzerinde veya üzerine kurban kesildiği belirtilir ve şeytan işi pislikler olarak fal okları (ezlam) ile birlikte zikredilir. Bu ayetlerde onlara ibadet edildiğine dair bir bilgi yoktur. Nusub ve/veya ensab o zamanki dini anlayış içerisinde tabi ki önemli bir yere sahipti. 360 sayısı takvim ile ilgili boyutu çağrıştırırken, aynı zamanda fal okları ile bağlantılı olduğu da anlaşılıyor. Yine kurbanların üzerinde kesildiği veya üzerine (adına, şerefine) kesildiği nesneler olarak anlaşılabilir. Fakat bu taşların heykel olarak anlaşılması imkanı yoktur
Yolculuğa çıkacak kimselerin 360 (yaklaşık sayı da olabilir) takvim taşından yolculuğa çıkacağı günün takvim taşını bularak fal okları görevlisiyle hubel eşliğinde o taşın önüne gelip fal oku çekmesi uygun bir senaryo olabilir. Bu takvim taşları muhtemelen insana dair doğum, evlenme, ticaret, ölüm gibi önemli olaylarda da yoğun şekilde kullanılsa gerek. Yine fal oklarının yönünü şerden hayra çevirmek amacıyla taşlar önünde kurbanlar kesilmesi muhtemel.
Şunu da belirtelim ki Hicaz Arapları arasında heykeltraşlık diye bir meslek veya sanat grubunun olduğuna dair bir bilgi de yok. Her taraf heykellerle dolu, o halde bu heykelleri kimler yapmakta? Helvaya bile şekil verip put haline getiren evlerini dahi putlarla dolduran bu insanların putlarına ne oldu? Bir tek örneği bile günümüze ulaşmayan bu hayali putlara karşılık Türkiye'deki Arkeoloji müzeleri eski Anadolu medeniyetlerinden kalma binlerce heykelle dış avlularına ve depolarına kadar doludur. İslam'ın gelişinde kırılmaktan kurtarılabilen bir put niçin eski bağlıları tarafından gömülmedi ve bugün her tarafı şantiye haline gelen Mekke'den bir el bir ayak bir kafa da olsa herhangi bir parçası çıkmıyor?
Kur'an'da İbrahim kavmi anlatılırken onların sanem, vesen, temasil (heykel, put, kabartma resim) gibi somut şirk unsurlarına ibadet ettikleri açık bir şekilde anlatılır. Yine İsrailoğullarının puta tapan kavme rastlaması 7 Araf 138. ayetinde put (sanem) kelimesi ile ibadet ise 'akefe' fiili ile ifade edilmiştir. Bu kelimelerin ikisi de (sanem-akefe) Cahiliye Arabı için kullanılmağı gibi vesen (put, heykel) kelimesi de onlar için kullanılmaz. Fakat müminlere 22 Hac 30. ayette vesenlerden gelen ricsten kaçınmaları emredilir. Bu ayette tapınmaktan kaçınma anlamı olduğu gibi yapmak ve bulundurmak, satma-alma yasağı da anlaşılabilir. Ayet müşriklere değil mü'minlere seslenmektedir. Kaldı ki Hac suresinin Medeni olma ihtimali daha kuvvetlidir. O halde müşriklere gelmesi gereken hitap mü'minlere hem de böyle geç bir zamanda niçin gelmiştir? Yoksa Hz. Peygamber bazı müsteşrıkların ve Fazlurrahman'ın açıkça dile getirdiği gibi bir uzlaşma umuduyla putlara cephe almayı göze alamayıp bu ayeti Medine dönemine veya Mekke'nin sonuna mı saklamıştır? Bu ayetteki 'evsan' kelimesi başta Kureyş olmak üzere Arapların putçuluk inancının nasıllığını açıklamakta mıdır?
Şunu da belirtelim ki henüz doyurucu kanıtlara ulaşamasak da 'vesen' (heykel) Medine'nin bir kavramı gibi gözükmekte. Medine Yahudilerinde belki de Hristiyanlarda bir heykel kutsaması veya marjinal farklı bir dini grubun Medine'deki put inancı olabilir.
Araf 198. Ayetteki 'onların sana baktığını görürsün fakat görmezler.' Bir önceki ayette muhataba seslenilirken 198. Ayette zamir değişmiştir. Bu zamir değişikliği anlamı kapalılaştırıyor. Bakıp görmeyen kimdir? Müşrikler mi? Onların taptıklarımı? Müşriklere işaret etmesi de pekala mümkün. 194. Ayette ise o tapılanların onlar gibi kullar olduğu belirtilmektedir. Yürüyecekleri ayakları mı var, tutacak elleri mi var demesi en azından görüntüde de bir elleri ve ayakları olmadığını gösterir. Bunlar insan heykeli değil değerli görülen varlıklar (melek, Salihler, cinler) veya onlara adanan mabetler, yerler, objeler, resimler olabilir. Bir de ayetlerin öncesinden anladığımız genel olarak müşriklikten bahsedilmesi özelde ise Kureyş'ten bahsedilmemesi ise bize bu konuda kesin bir şey söyleme imkanı vermez. Bu ayetler ise Kureyş'in putlara taptığına dair kesin delil olarak kabul edilen ayetlerdir. Fakat biraz etraflı değerlendirme böyle olmadığını ortaya koyar.
Kur'an'da yüzlerce ayette müşriklerin yanlışlarından çelişkilerinden ahlaki zafiyetlerinden bahsetmesine rağmen, onların putlara yani heykel ve benzeri nesnelere taptığını hiçbir ayette söylemiyor ve onların taptıkları şeyleri sembolize edip somutlaştırdıklarına dair sağlam bir delilimiz de şimdilik elimizde bulunmuyor. Kur'an'da bazı uzun sureler vardır ki bunlar baştan sona Mekkelilerin ve diğer Arap kabilelerin sapmalarından bahsetmekte fakat hiçbir ayetinde onların putçuluğuna değinmemektedir. Örneğin En'am suresi Arap müşriklerinin hemen hemen bütün sapmalarından bahsetmesine rağmen put konusunda tek bir kelime söylemez. Beyyine suresinden sonra sayfa başına en fazla şirk kelimesi düşen sure En'am suresidir. 23 sayfada toplam 29 adet 'şe-ri-ke' fiilinden türeyen kelime vardır. Şirk ile putçuluk özdeş ise en azından bu surede putlardan bahsedilmeli değil miydi? Neredeyse her şirk kelimesi gördüğü yere put anlamını sığdıranlar için bu durumda bir gariplik yok mudur? Halbuki kimi meallerde 'müşrik' kelimesinin 'putperest' olarak çevrildiğini bile görüyoruz.
O halde özelde Kureyş genelde ise tüm Araplar Müslüman değilken Allah'a ibadetin yanı sıra başka hangi varlıklara ibadet ediyorlardı ki müşrik nitelemesiyle karşı karşıya kaldılar?
Onların inancında görünmeyen iki varlık türü vardı ki, Allah'ın dışında çok önemli gördükleri varlıklardı. Allah'ın tek ve eşi olmadığını bilmelerine rağmen (29/61,63, 31/25, 39/38, 43/9,87) Allah ile bir şekilde bu varlıklar arsında bağ kurmuşlardır. Melekler Allah'ın kızları diyorlar cinleri ise Allah'a neseb olarak bağlayıp, tabiri caizse bu iki tür varlığı ilahlık konumuna yükseltiyorlardı.
''Onlar, kendisiyle (Allah ile) cinler arasında bir soy-bağı kurdular. Oysa and olsun, cinler de gerçekten hazır bulunanlar olduklarını bilmişlerdir.'' (37 Saffat 158)
Ancak İslam öncesi Araplarda cin inancı; onlara güç atfedilmesi, gaybı bildiklerine inanılması, zararlarından çekinme gibi sebeplerden dolayı melek inancından daha baskındır. Şimdi bu konudaki ayetlere bir göz atalım.
''O gün onların hepsini toplar, sonra meleklere; bunlar size mi tapıyorlardı?, deriz. Dediler ki; seni tenzih ederiz. Sen bizim rabbimizsin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inanmıştı. (34 Sebe 40-41)
''Cinleri, onları yaratmasına rağmen, Allah'a şirk koştular. İlimsiz olarak O'na oğullar ve kızlar uydurdular.O'nun şanı yücedir ve vasfettiklerinden uzaktır.(6/100)
''İnsanlardan bazı adamlar onlardan bazı adamlara sığınıyorlar dı da onların ahmaklıklarını arttırıyorlardı.''(72 Cin 6)
''Siz ve Allah'tan başka taptığınız şeyler, cehennem odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz. Onlar ilah olsalardı oraya girmezlerdi. Hepsi orada ebedi kalacaklardır. (21 Enbiya 98-99)
Son iki ayet (21/98,99) hakkında müfessirler bir çok görüş ileri sürmüşler fakat, 'siz ve Allah'tan başka taptıklarınız cehennem odunusunuz' bölümündeki taptıklarının ne olduğu konusunda doyurucu açıklama yapmamışlardır. Halbuki bu konuyla ilgili ayetler birlikte değerlendirildiğinde tapılan şeylerin cinler olduğu ortaya çıkar. Elbetteki insanları yoldan çıkarıp kendilerine tapılmasına rıza gösteren cinlerin insanlarla birlikte cehennemi dolduracağı Kur'an'ın bize verdiği haberlerdendir.(7/18, 11/19, 32/13, 38/85) Cahiliye Arabında cin inancı o kadar güçlüdür ki Peygamberimize atfedilen şair, kahin, mecnun suçlamalarının ardında cin inancı yatar. Cahiliyye Arapları bu üç sınıfın da cinlerle bağlantılı olduğuna inanıyordu. Ve Kuran, vahyi Ruh-ul Emin'in (Cibril) indirdiğini, hiçbir harici şer gücün bu inzalde dahli olmadığını ısrarla vurgulayarak muhatapların bu cin egemen dünya algısını bozar. Bir çok ayette cinlerin, şeytanların vahye müdahalesini reddeder.
''Onu şeytanlar indirmedi. Onlara gerekmez, güç te yetiremezler''(26Şuara210-211)
Yine gaybı bilmedikleri, güçlerinin sınırlı olduğu, ateşten yaratıldıkları, kötülüklerinin cezalandırılacağı Kuran'da bir çok ayette anlatılır. Bütün bunlar cinlerin tanrı olarak algılanmasına reddiyedir.
Netice olarak diyebiliriz ki Cahiliye Arabının önüne geçip secde ettiği kendisine yönelip ibadet ettiği Allah'ın dışında somut bir ilahı yoktu. Allah dışında edindiği ilahlar gözle görülmeyen varlıklar olan melekler ve cinler idi. Bunları tanrılaştırması, bunları müstakil ilahlar olarak algılamadan bir aracı bir yakınlaştırıcı gayeye ulaştırıcı olarak görmeleri, hiçbir zaman Lat, Menat, Uzza mabetlerini Kabe seviyesinde görmedikleri gibi, melekleri ve cinleri Allah seviyesine çıkarmadıkları da bir gerçektir.
''Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) 'Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.' Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.''(39 Zümer 3)M. KAHYA(mus_kahya@mynet.com)
Rabbimizin bizi doğruluğa ulaştırması dileği ile…