'BU TAVIR KAYSERİ'Yİ ÇORAKLAŞTIRIYOR'

Hüsnühat sanatçısı Mustafa Demir ile yaptığımız söyleşide Demir, Kayseri'de hüsnühat sanatında yapılan işlerin işin esasını pek temsil etmediğini belirtti. Buna neden olarak İstanbul ile olan irtibatsızlığı gösteren Demir, Kayseri'de yetişen insanların, Kayseri'yi terk ettiğini ve bir daha geri dönmediklerini söyledi. Demir, bu tavrın ise Kayseri'deki iklimi çoraklaştırdığını kaydetti.


Hüsnühat sanatçısı Mustafa Demir ile hüsnühat sanatı üzerine konuştuk. Bu sanatın doğrudan doğruya Kur'an'dan kaynaklanmış bir sanat olduğunu dile getiren Mustafa Demir, Osmanlı'nın son dönemlerine kadar herhangi bir zarar görmeden geldiğini söyledi. 1928 ile birlikte harf inkılabının yapılması nedeniyle sanatın büyük bir darbe yediğini ve 1960'lı yıllara kadar fetret devrini yaşadığını belirten Demir, 1980 sonrasından hüsnühata olan ilginin arttığından bahsetti.

Bu sanatın mahsulleri ile karşılaşan bugünkü gençliğin de hüsnühat sanatına yönelmiş durumda olduğunu aktaran Demir, popüler olmasının bazı sakıncaları da beraberinde getirdiğini dile getirdi.

Kayseri'de yapılan işler ise işin esasını pek temsil etmediğini vurgulayan Demir, buna neden olarakta İstanbul ile olan irtibatsızlığı gösterdi. Kayseri'de yetişen insanların, Kayseri'yi terk ettiğini ve bir daha geri dönmediklerini söyleyen Demir, bunun Kayseri'deki iklimi çoraklaştırdığını kaydetti.

Hüsnühatın bütün türlerinde ileride olduğumuzu ve bütün yazı türlerinde Mısır'a, Suriye'ye ve Irak'a hocalık yaptığımızı belirten Demir; 'O bölgelerde de çok güzel gelişmeler oluyor. Ama onlar geliyor, İstanbul'dan icazet alıyor. Bizim kalben ana damarımızı bağlamamız lazım. Kayseri'de bu yapılmadığı için şuana kadar gözle görülür bir kalkınma olmadı. Bu gidişle de zor olur' ifadelerine yer verdi.

Yukarıda söyleşiden bazı kareler sunmaya çalıştım. Keyifle okuyacağınız şöylemizin tamamı ise şöyle;

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

                Ben Kayseri'nin  Darsiyak Köyü'nde 1949 yılında doğdum. Rumeli kökenli bir ailenin çocuğuyum. Mimar Sinan Öğretmen Okulu'ndan mezun olduktan sonra tekrar 1 yıl resim eğitimi aldım. Daha sonra emekliliğe ayrılana kadar sınıf öğretmenliği yaptım.

Hüsnühat sanatı ile ne zaman ilgilenmeye başladınız?

                Ben aslen sınıf öğretmeniyim. Öğretmenlikten önce Yükseköğretimde bir yıllık bir resim eğitimi aldım. Daha sonra tekrar öğretmenliğe dönünce hüsnühat sanatına yöneldim. Tabi Kayseri'de yetişkin bir hattat olmayınca kendi kendimize uğraşmalarımız uzun süre netice vermedi. Daha sonra Hasan Çelebi'ye gidip başvurduk. Ona da buradan mektupla  iletişime geçiyordum ve senede bir defa İstanbul'a gidiyordum. Tabi bu çok zor oluyordu. Ama bu çabalarım sonucunda bu yıl Hüseyin Çelebi ve Ahmet Kutluhan'dan sülü ve nesihten icazetimizi aldım.

                Bu arada konservatuvarda ve KAYMEK'te ney ve hüsnühat, derslerine katıldım.  Daha sonra oralardan ayrıldım. Şuanda da İlim Yayma Cemiyeti'nde hüsnühat ve ney derslerimiz devam ediyor.

Hüsnühatın incelikleri nelerdir, sizden öğrenebilir miyiz?

                Meseleyi bir çırpıda anlatmak zor. Her şeyden önce sanat bizim inancımızda ihsan dediğimiz (iman, İslam ve ihsan) dinin 3. Boyutuna hitap eden bir alan. Dolayısıyla Müslümanlar duygularını, düşüncelerini, hayat tarzlarını ifade etmek için bulundukları bölgelerdeki kültür ve iklime göre bir takım sanatlar geliştirmişlerdir. Bunların başında tabi Kur'an'ı Kerim tilaveti var. Her şey oradan çıkmış. Bunu en güzel şekilde insanlara ulaştırılması musiki ilminin gelişmesine yol açmış. Çünkü Kur'an'ı Kerim'de nun harfine kaleme ve satıra dizilenlere kasem yani yemin var. Özellikle Müslümanlar bu yemine layık olabilmek ve bunu anlayabilmek ve anlatabilmek için ömürlerini ve bütün emeklerini bu yolda harcamışlar. Ortaya sadece hüsnühat değil, tezhip gibi sanatlarda zuhur etmiştir. Yani bu sanat doğrudan doğruya Kur'an'dan kaynaklanmış diyebiliriz.

                Tabi bunların başka şartları da var. Alfabenin uygunluğu meselesi var. Çünkü dünyada başka bir eşi yok. Bu biraz alfabeyle biraz da Kur'an'ı Kerimdeki derin kasem ile alakalı bir şey.

Bu sanata günümüzde rağbet nasıl?

                Bu sanatın mahsulleri ile karşılaşan bugünkü gençlik hüsnühat sanatına yönelmiş durumda… 1928 ile birlikte hayattan ve eğitim öğretimden cebren kaldırılan Müslümanlara ait olan Arap yazısından (Çünkü bütün İslam milletleri bu yazıyı kullanıyordu.) sonra 1960'lara kadar bir fetret dönemi yaşadı.

                Osmanlı döneminde yaşayan bazı hattatlarda bu sanatın aktarılmasında bir köprü görevi görmüşler. Ancak 1980'nden sonra o şoku atlatmış ve İstanbul merkez olmak şartıyla yeni bir ilgi dalgası başlamış. Şuanda Türkiye'nin İstanbul, Bursa, Ankara, Erzurum gibi bütün merkezlerde özellikle belediyelerinde sağladığı kolaylıklarla gençler yavaş yavaş bu sanata yönelmişler ve esas sanatının bu olduklarını anladıkça kendilerini orada yeniden bulmaya başlamışlar. Bu çok hayırlı bir gelişmedir.

                Bu biraz sahte şeyleri de gündeme getirmiş. Mesela Kayseri'de yapılan işler işin esasını pek temsil etmiyor. Bunun sebebi İstanbul ile olan irtibatsızlığıdır. Kayseri'de yetişen insanlar, Kayseri'yi terk etmiş ve bir daha dönmemişlerdir. Bu Kayseri'deki iklimi çoraklaştırmış ve yapılan çalışmaların birbirine eklenerek zenginleşmesini engellemiştir.

                Konya'da bir Hüseyin Öksüz, Hamit Aytaç'tan icazetini aldıktan sonra Konya'ya yerleşmiş. Orada bir halkanın gittikçe genişlemesini sağlamıştır.

                Kayseri, bu şansı henüz maalesef ulaşabilmiş değildir. Maddi şartlar müsait olmasına rağmen sanat anlayışının biraz esnaflık anlayışının altında kalması hasebiyle biz pek şanslı görünmüyoruz. Burada yerel yönetimlerin açtığı kurslarla bir ilerleme oluyor ama genel manada toplumumuz henüz bilmiyor.

Gelecekten umutlu musunuz?

                Müslümana yeis yakışmaz. Bu noktada herhangi bir problemimiz yok. Ancak yapılan şeylerin geçmişle kıyaslandığı zaman bize yakıştığını söylememiz mümkün değil. Şuanda İstanbul 50-60 sene öncesine göre büyük bir kalkınma içerisinde… Ama bunun Kayseri'de yansıması pek görünmüyor. İnsanlar bunu sadece bir hobi olarak görüyor. Çünkü bir istikbal görmediği ve maddi bir imkan görmedikleri için o sanatın kendi inançlarındaki esas mahiyetini bilmedikleri için bunu işte geçici bir ilgilenme ile başlayanlar belli bir süre sonra bırakıyor.

                Bize gelen öğrencileri, biz İstanbul'a havale ediyoruz. Hem kendimiz hem de İstanbul'da hocalarımız Hasan Çelebi başta olmak üzere oradan besleniyoruz. Şuanda bütün dünya İstanbul'dan besleniyor. Siyaseten Türkiye'nin başkenti nasıl Ankara ise onun dışındaki bütün alanlarda olduğu gibi sanatta da bu alanın başkenti İstanbul'dur.

                İran sadece bir yazıda ileridir. Biz onları ileride olduğu yazı da dahil, bütün yazı türlerinde Mısır'a, Suriye'ye ve Irak'a hocalık yapıyoruz. O bölgelerde de çok güzel gelişmeler oluyor. Ama onlar geliyor, İstanbul'dan icazet alıyor. Bizim kalben ana damarımızı bağlamamız lazım. Kayseri'de bu yapılmadığı için şuana kadar gözle görülür bir kalkınma olmadı. Bu gidişle de zor olur.

Başlamak isteyenlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

                Başlamak isteyen kardeşlerimize yaşı ne olursa olsun, özellikle de gençlere tavsiyemiz kendisinde böyle bir şevk bulan evvela ehlini bulup, ondan meşk almaya başlayacak. Bunu yaparken de eğer sanat icra etmenin dışında bir niyeti varsa bunu temizlemesi lazım.

                Sabır ve doğru malzeme tavsiye ediyoruz. Hüsnühat öğrenmek isteyen bir kişi de önce kendisine uygun bir hoca bulması lazım. Hoca yeterli olacak. Eğer hoca yetersiz olursa talebe ilerleyemez. Bu bakımdan hangi sanat olursa olsun, kişinin icazeti kimden aldığına bakılacak.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

                Şimdi Müslümanlar, işe biraz siyasi ve toplumsal saiklerle bakıyorlar. Meselenin henüz sanat ve hikmet boyutundan yoksunuz. Kişi eğer iyi niyet taşırsa Allah onun niyetini hikmet ve ihsan boyutuna ulaştırır. Amaç kendimizi göstermek, şöhret gibi saikler olduğu sürece yaptığımız şeyler doğru da olsa bize bir faydası olmadığı gibi zarar verir. Bu bakımdan Kayseri'de bu sanatların bir geleceği olacaksa, bir defa geleneksel meşk sisteminin mutlaka hayata geçirilmesi ve bu sanattan hazır ve kısa vadede sonuçlar beklenmemesi gerekiyor. Yetenekli kişileri bu sanata davet ederiz.

                Hamit Aytaç, Necmettin Okyay, Emin Barın, Mustafa Halim Özyazıcı v.b. ilk akla gelen ve bize bu işi ulaştıran herkese Allah rahmet eylesin. İnsanların çalışmalarını tanımalarını, hayatlarını öğrenmelerini ve bu sanatın öz Türk-İslam sanatı olduğunu bilmelerini tavsiye ederim.

 Söyleşi/Fotoğraf: Bünyamin Gültekin

Yorumlar 1
Serkan 16 Nisan 2016 21:20

Ağzınıza sağlık hocam

Bakmadan Geçme