Bir Hafta Bir YAZAR: Nezir ERGENÇ
Bu haftaki hasbihal ettiğimiz yazarımız Nezir Ergenç. Yazmanın adeta insanın bir parçası olduğunu, konuşmak kadar yazmanın gerekli olduğunu vurguluyor, bizlere. Hayatını ilme adayan, her muhatap olduğu insana da aktarma iştiyakında olan yazarımız genelde insanların özelde gençlerin dünyasına hitap etmeye çalışan özgün bir tarza sahip, mütevazı bir mütefekkir.
Nezir Hocam, önce sizleri tanıyabilir miyiz? Biraz kendinizden bahsederek söyleşimize başlayalım.
Bismillahirrahmanırrahim. Ben; Nezir Ergenç. Van, Gevaş doğumluyum. 58 yaşında; iki kız ve beş erkek olmak üzere yedi evladım var. Bundan kırk yıl önce üniversite okumak üzere Kayseri'ye geldim. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nin İşletme bölümünde dördüncü sınıfa kadar okudum.
Okulu terk ettikten sonra ticaret, imalat ve kitapçılık olmak üzere on beş'e yakın farklı iş alanlarında çalıştım. Şu anda İslami İlimler Araştırma Enstitüsü isimli -kurucularından olduğum- bir dernekte Arapça, Osmanlıca, Farsça ve Düşünce tarihi dersleri veriyorum.
“Kendin” ifadesi çok farklı ve geniş anlamlar içeriyor; bu yüzden de kendinizi tanıtır mısınız? Şeklindeki bir soruyla karşılaşıldığında genelde muhatap yukarıda yaptığım açıklamaya benzer bir tanıtım yapma zorunluluğu hisseder. Halbuki “Sen kimsin?” sorusunda “sen” kişi, kişilik, kimlik, şahıs, şahsiyet, nefs, zat ve benzeri daha birçok özelliğiyle “O insan”ı işaret eden “bir'i” irdelemeyi, bilmeyi, tanımayı hedef alır. Bu açıdan yukarıdaki tanıtım belki bir fragman içeriğinde bir açıklamadır; ancak fragmanlar çoğunlukla yargı oluşturmak, eksik-fazla yargı oluşturmak için icad edilmiştir.
Yazma serüveniniz nasıl başladı? Yazma isteği ve yeteneğinin oluşmasında kimlerin katkı ve yönlendirmeleri oldu?
İnsanın yaşam serüveni anne ve babanın tohumlarından bir döllenme ile başlar. Bu anne ve babalarımızın genlerinden pek çok özellik taşıdığımızın da açık delilidir; tek başımıza değiliz yani; anne baba ve ben olmak üzere en az üç kişiyiz bu yaşam serüveninde. Canlı ve kimlik sahibi bir insan olarak( buna felsefe ve İslamî Hikmet dilinde hayvan-ı natıka/ düşünen canlı denmiştir) su, gıda, spor, kültür, üreme ve benzeri pek çok aslî yani hayatî unsurlara ihtiyaç duyarız; bunlar olmadan insan olarak kalmak ve nesli devam ettirmek mümkün olmaktan çıkar.
Meseleye bu açıdan baktığımızda su, gıda ve benzeri unsurlara ben “yazma” faaliyetini de insan olma ve insan kalma anlamında zorunlu bir eylem olarak görüyorum. Yani yazmak Hayvan-ı natıka/düşünen insan olmanın olmazsa olmazlarındandır, diyorum. Bu manada yazmak bir hobi, bir meslek hatta bir yetenek değil; insanî bir gerekliliktir.
Beni yazmaya sevk eden iç dürtü temelde buna dayanır. İnsanım düşünüyorum. Düşünme doğası gereği konuşmayı yani zihindeki anlamların dışarıya anlamlı ve dizimli sesler şeklindeki ifadeleri izhar eder. Konuşmanın insan yaşamında remz yani hareketler ve semboller, sözlü ve yazılı ifadeler olmak üzere üç şekilde ortaya çıktığını biliyoruz. İnsanın diğer insanlarla veya hayvanlarla hatta bitki ve eşyayla ilişkisi “nutuk” yani konuşma ile olur ve konuşmayı da demin söylediğim üç tarzdan biriyle yapar, yapmak zorunda. Elbette mesela bazen susma da bir konuşma sayılır.
Yazmayanlara ne diyeceğiz, diye sorulursa derim ki: Burada en önemli problem özgüven ya da aşikâr edip kayda geçireceği sözünün olmamasıdır, diye düşünüyorum. Bu manada sürekli okuyan, konuşan ve fakat yazmayanları her gün saatlerce antrenman yapıp da müsabakaya/ringe çıkmayanlara benzetiyorum. Bu yüzden çokça okuyup konuşanlara: Bayım, yazdığınız bir şey var mı, hangi konuda kalem oynattınız, lisanınızı anladık ama kaleminizi göremiyoruz; zira dil esnektir, kıvraktır, geçişgendir; kalem ise diktir, sabittir, katıdır…
Nezir Hocam, yazma isteği olan insanlara neler tavsiye edersiniz?
Tekrar edeyim; yazmak konuşmaktır. O halde konuşan her kişi aynı zamanda yazmak zorundadır. Bu sağ elini sürekli kullanan insanların sol ellerinin işlevsiz kalması gibi bir durum ortaya çıkar. Halbuki biliyoruz ki sol el de en az sağ el kadar fonksiyoneldir. Heba etmemek lazım.
Her insan yaşına, düzeyine ve bulunduğu pozisyona göre yazma imkanını kullansın, diyorum. Ben yazamam, yazma yeteneğim yok gibi bahaneler ben yüzemem diyenlerin bahanesinden farksızdır. Oysa her yürüyen aynı zamanda yüze de bilir. Nitekim şimdilerde kimi doğumları su içinde yapıyorlar ki doğan bebekler rahatlıkla doğrukları suda yüzüyorlar. Dolayısıyla diyeceğim her insan yazmak zorunda görmeli kendisini ve yazmalıdır. En önemlisi de kişinin yazması aynı zamanda kendisini test etmesi, kendisini tanıması anlamında biricik laboratuvardır.
Yazma eylemine bakışınız geniş ve derin bir perspektif doğrultusunda. Biz yine de kitaplarınızın isimlerini öğrenmek istiyoruz?
Yazma denilince daha çok kitap akla gelse de doğrusu bu değil; zira kitap yazmanın sadece bir türüdür. Şiir, makale, özlü söz, günlük, anı ve benzeri onlarca çeşit yazı var. Bu bağlamda kendimi bildim bileli yazıyorum. Kitap konusuna gelince hatırladığım kadarıyla ilk olarak Dosdoğru Din ile Tevhid ve Şirk isminde iki kitap 93 veya 94 te çıkmıştı. Sonra ders halkalarında okunmak üzere Nübüvvet Kervanı isminde peygamberler tarihini ayetlerden hareketle yazmıştım yine o yıllarda.
2005 yılında Muhammed Resulullah siyer çalışması basıldı. Arkasından Gençlik Dimağı, İnsan, İnsan ve Dört Zindanı, Bilgiye Mektuplar ve son olarak da Müslüman Zihnin İnşası adlı kitaplar çıktı.
Nezir Hocam, yazarlık serüveni farklı hikayelere ve etkileşimlere neden oluyor. Okur ile ilintili yazılarınızda paylaşacağınız bir hatıranızı dinlemek isteriz.
Yazıya başladığımda ilk kelime ya da başlık başlı başına bir heyecan sebebidir ve bir iz bırakır. Dolayısıyla her yazım aynı zamanda bir anımdır, bir hatıra olarak kalmıştır zihnimde. Çünkü o yazıyı hatıra getiren ve yazmaya sevk eden ciddi bir sebep olmuştur.
Sizleri araştırmacı yazar diye tavsif etsek, isabet etmiş olur muyuz ya da münasip görür müsünüz?
“Araştırmacı- Yazar” ifadesi çoğunlukla kişiye sıfat olarak verilir. Bunun doğru bir ifadelendirme olmadığını düşünüyorum. Başta söylediğim gibi yazmak ve buna ek olarak araştırmak haddi zatında insan-ı natıka olma özelliğinden kaynaklandığı için dışardan mesela aşçı, berber, mühendis gibi bir keyfiyette değildir. Bu sebeple her insan doğası gereği araştırır ve araştırdıklarını da bir şekilde konuşur, yazar.
Bu manada sıfat olarak bir terim kullanacak isek; Alim, bilim adamı, mütefekkir gibi sıfatlar daha anlamlı ve yerinde olur… sorularınız için teşekkür ederim. İnşaallah hayırlara vesile olur.
Bizlerinde temennisi herkes için hayırlı bir hasbihal olmasıdır.
Bizlerde teşekkür ederiz.
Ropörtaj: Mustafa BALABAN