Bir hafta bir yazar: Hüseyin ÖZHAZAR

Gençliğinden beri okuma ve yazma serüveni olan bir yazar. Gençlere ve çocuklara fiili/fikriyatıyla rehberlik yapan bir eğitimci. İstanbul'a meftun mutevazi ve munis bir kişilik.  Her yaşta genç damarını koruyan, toplumsal sorunlara duyarlı bir aktivist.  Hani deseniz ki yazarımızın en bariz vasfı ne? Sanırım mütebessim bir insan derim. 

Hüseyin Bey önce sizleri kısaca tanıyabilir miyiz?

Yakın zamana kadar, “tahminlere göre 1968 doğumluyum” diyordum. Tahminlere göre diyordum, çünkü tam olarak ne zaman doğduğumu belirleyebilmiş değildim. Beni, benden sonra doğan kardeşimle ikiz olarak yazmışlar nüfus kütüğüne.

Dolayısıyla resmi olarak 1970 doğumlu görünüyorum. Kardeş sayısı da fazla tabi… Son zamanlarda vefat eden bir yengem sayesinde doğum tarihini tam olarak öğrenmiş oldum, artık gönül huzuruyla 1968 doğumluyum diyebiliyorum. Malatya Merkez doğumluyum. Mahallede ortamında büyüdüm, bağlar, bahçeler içinde. Çocukluk dönemimde çokça çobanlık yaptım. Bir taraftan da bağ bahçe işleriyle uğraştım. 1979 yılında Malatya İmam Hatibe başladım. Bu dönemde sıkı güreş çalışmalarım oldu.

Eşimden dolayı kendimi Trabzonlu olarak tanıttığım da olur. 1986 yılından beri İstanbul'da yaşıyorum. Aslında kendimi daha çok İstanbullu olarak görürüm. İstanbul'da yaşamanın bir ayrıcalık olduğunu düşünürüm. “İyi ki üniversite hayatımı İstanbul'da geçirmişim” diye düşünürüm. İstanbul'un üzerimdeki emeği her yönüyle çok büyüktür. İstanbul, değerlendirebilenler için aslında çok iyi bir okul, iyi bir üniversitedir.

İfade ettiğim gibi oldukça kalabalık sayılabilecek bir işçi ailesinin çocuğuyum. Ailede üniversite okuyan tek kişiyim. Önce İstanbul Üniversitesi Veteriner Hekimliğinde daha sonra da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde okudum. Bu süre zarfında musahhihlik yaptım, çeşitli dergilerde yazılar yazdım, yayıncılık faaliyetinde bulundum.

1993 yılında öğretmenlik hayatım başladı. Daha çok özel eğitim kurumlarında öğretmenlik ve eğitim danışmanı olarak çalışmalar yürüttüm. Çok sayıda yardımcı ders kitapları yazdım, editörlük yaptım. 2010 yılında, Anadolu'nun dört bir yanında müstakil çalışmalar yapan kuruluşların birbirini tanımak, tecrübe paylaşımında bulunmak, ortak değerler etrafında buluşmak suretiyle bir araya gelmelerinden oluşan ve bir sivil kuruluş olan, o zamanki adıyla Anadolu Platformu bünyesinde çalışmaya başladım. İstişare Kurulu üyeliği, Genel Sekreterlik görevi yanında Tire Yayınları genel yayın yönetmenliği yaptım. Halen Anadolu Federasyonu Yönetim Kurulu üyeliği yanında Tire Kitap'taki yayın yönetmenliği görevime devam etmekteyim.

Üç çocuk babası ve sevgili Meryem'in de dedesiyim.

Pekala yazma serüveniniz nasıl başladı. Yazma isteği ve yeteneğinin oluşmasında kimlerin katkı ve yönlendirmesi oldu?

Bizim dönem Müslüman gençliği genel olarak “Seksen Kuşağı” olarak adlandırılır. Ben, bu kuşağın bir mensubuyum. Seksen Kuşağı gençleri, özellikle üniversitelerde fikir, düşünce ve eylemlilik bağlamında etkin olan Müslüman gençlerdi ve sorumluluk duyguları çok güçlüydü. Dolayısıyla Türkiye'deki üniversitelerde önemli izler bırakmışlardı. En önemli özellikleri ise yoğun bir okuma, düşünme süreci içinde şekillenmeleri ve daha çok idealizme yaslanmış olan bir tutum içerisinde olmalarıydı. Seksenli yıllarda Anadolu'nun her yerinden büyük şehirlere, özellikle İstanbul'a okumaya gelen gençlerin bir araya geldiği, ideallerin, hayallerin birbirlerini sıkı sıkıya bağladığı bir kuşaktı Seksen Kuşağı.

Bu kuşağın Müslüman gençlerinin en belirgin vasfı okumaktı. Önlerine çıkan her şeyi yutarcasına okurlardı. Ben de ortaokul yıllarından itibaren hep iyi bir okuyucu olmaya çalıştım. Ülkedeki kitap sayısı sınırlı olmasına, ekonomik zorluklara rağmen hep okumaya çalıştım. İyi bir okuyucu olmamda içerisinde bulunduğum arkadaş ortamı etkili oldu. Sadece ben değil hemen herkes okuyordu. Neredeyse her güne bir kitap düşecek kadar okumalar yapardık. Sadece Türkiyeli yazarlar değil, İranlı, Mısırlı, Pakistanlı, Rus, Doğulu, Batılı kim varsa okumaya çalışıyorduk. Ama Seksen kuşağı olarak o dönemde düşünce dünyası olarak daha çok Ali Şeriati, Seyyid Kutup, Mevdudi, Hasan El Benna, Mutahhari gibi isimlerden biraz daha fazla etkilendiğimiz bir gerçek. Bu dönemin en önemli okumalarından biri de Kur'an-ı Kerim alanında yaşanmaktaydı. Kur'an tefsirleri de adeta yutulurcasına okunmaktaydı. Bütün bunların sonucunda hareketli, yoğun fikri tartışmaların olduğu, hızlı bir tempo ile okuyan, yaşayan, paylaşan, tartışan Müslüman gençler çoğalmıştı.

İslam'a uzak insanların İslam'la tanışmalarını sağlayabilmek için çok iyi bir bilgi birikimine ihtiyaç duyuyorduk. Bu da bizleri kesintisiz bir okumaya sevk ediyordu. Bir süre sonra okuduklarımız yeterli olmamaya başladı. Daha nitelikli, farklı bakış açılarına sahip eserler arayışına girdik. Tercüme edilen eserler de bildiklerimizin tekrarından ibaret görünüyordu. Bu durum bizleri yazmaya, düşüncelerimizi insanlarla paylaşmaya itti. Bu dönemde yayımlanan çok sayıda dergi bulunuyordu. Bu dergilerde yazmaya başladık. Daha sonra kendimiz gibi okuyan, düşünen genç arkadaşlarla dergiler çıkarmaya başladık, sonrasında bir yayınevi kurmaya karar verdik. Çıkaracağımız eserleri, kimin, hangi konuyla ilgili kitap yazacağını, çevirisi yapılacak eserleri belirledik. Aramızda paylaşımlar yaptık. Böylece fiili yayıncılık serüveni de başlamış oldu. İşi makale yazımından ileri bir aşamaya taşımış oluyorduk. Ben ilk kitabımı bu dönemde çıkardım. Kitabın adı “Ahiret Bilinci” idi. Kitabın yayınlanma tarihi ise 1991 idi.

Hüseyin Bey, yazma tutkusu olan, yazar olma hayalleri taşıyan her yaştaki insanlara neler tavsiye edersiniz?

Yazma eyleminin olmazsa olmazı okumaktır. Sadece okumak değil tabii ki… Gözlem yapmak, nitelikli insanlarla bir arada bulunmak, seyahat etmek, farklı dünyalar tanımak, düşünmek, biriktirmek gibi birçok eylemi de gerekli kılmaktadır. Yazmak konusunda çok aceleci olmaya gerek yok. Eğer yeterince birikime sahip olmuşsanız, doğal olarak süreç sizi yazma eylemine sevk edecektir. Yazmak için biriktirmek, doldurup taşırmak gerekir. Zaten taşma dediğimiz durum yaşanmaya başlamışsa yazma eylemi de başlamış demektir. Öncelikle birikimi artırmaya sonrasında ise yazacağımız alan her ne ise o alanla ilgili derinlemesine, spesifik okumalara ihtiyaç vardır.

Aslında gök kubbe altında söylenmemiş, yazılmamış bir şey yoktur, diyebiliriz. Zaten okumalarımızı artırdıkça bu duyguyu daha derinden hissedeceğimizi söyleyebilirim. Ama o söylenmiş sözlerin, yazılanların günün şartlarına göre yeni bir üslup ve yaklaşımla ortaya konulması gerekir. Bunun sağlıklı bir şekilde olabilmesi için de çok iyi okumalara, analitik düşünceye, fikir alışverişinde bulunmaya ve derin bir tefekküre ihtiyaç vardır. İyi bir okuyucu, gözlemci ve araştırmacı olmadan iyi bir yazar olmak mümkün değildir.

Yazar olmak için aslında bir sıralamanın olduğunu da söyleyemeyiz. Her yazarın yazarlık serüveni bir diğerinden farklı olmuştur. Bu anlamda farklı yazarlık süreçleriyle karşılaşmak da mümkündür.

Kitaplarınızın veya eserlerinizin isimlerini öğrenebilir miyiz?

Ahiret Bilinci, Adaleti ve Yenilikleriyle Hz. Ömer, Sadakati ve Liderliğiyle İkinin İkincisi Hz. Ebubekir, Hadislerle Nebevi Ahlâk, Akif'in İzinde Yakın Tarihimiz, 5 kitaplık Hikayelerle Kavramlar serisi, Her Zaman Her Yerde İyilik, Siyasi Kavramlar ve İdeolojiler, Yakın Dönem Türkiye Tarihi, Yeniden Düşünmek Muhasebe Zamanı, İyilik Yap Denize At, Gülümse Değişsin Dünya, İki Dinle Bir Söyle, Bir Yerden Başla Yolda Ol ve Evde Karakter Eğitimi kitapları

Bizlere vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz Hüseyin Bey.

Röportaj: Mustafa Balaban

Haber Merkezi

Bakmadan Geçme