BİR FİLMİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ – HZ. MUHAMMED

Filmin içeriği, vermek istediği mesajları, üzerine bina edilmeye çalışılan felsefesi, seyirciler üzerinde oluşturacağı intiba bizim üzerinde durmamız gereken konulardır. Tabii ki bunlarla ilgili bir şeyler yazıp/çizerken objektifliğimizden ödün vermeden kalem oynatmanın sorumluluğu ve bilincinde olmalıyız. Zira klasik Sünni/Şia (diğer bir deyimi ile Türkiye/İran veya Osmanlı/Farisi) yaklaşımının basit tarafgirlik ve sempatizanlık duygusunun egemen olgusuyla hareket objektiflikten ve bunun yansıması ile adaletten uzak olmak durumuyla karşı karşıya kalmaktır.

Mecid Mecidi'nin çevrilmeye başladığı andan vizyona girişine kadarki geçen süreçte hakkında çok fazla spekülasyonların yapıldığı filmi nihayet Türkiye'deki seyircilerle buluşmak üzere aynı anda tüm sinemalarda gösterime girdi ve biz bu yazıyı yazarken de gösterimi devam etmektedir. Filmin gösterime girmeden başlayan tartışmaları, gösterime girdikten sonra daha da hararetlendi, olumlu/olumsuz birçok kalem erbabı hakkında yazılar yazmaya, yorumlar yapmaya başladı. Tabii ki olay sadece yazılı medyada cereyan eden bir hadise olmakla kalmayıp başta dost meclislerinin oluşturduğu sohbetlerin birincil en önemli konusu olmayı da sürdürüyordu. Diyanet başta olmak üzere devlet ricali ve entelektüel/aydın/ulema kesimi de en azından üzerlerine gelebilecek taarruzlara karşı gardını alma pozisyonun bir tezahürü eylem ve söylemlerde bulunarak adeta gelecekte şekillenecek olumsuz tartışmalara 'ben dememiş miydim(!)' bilmişlik edasıyla vaziyeti kurtarma telaşesine girdiklerini görmekteyiz.

Ben sinema eleştirmeni değilim. Dolayısıyla filmi sinema tekniği açısından değerlendirmeye tabi tutacak ne bir eğitimim, ne de bununla ilgili yapılmış bir çalışmam var. Bu tamamen uzmanlarına havale edilmesi ve onlar tarafından değerlendirilmesi gereken bir konudur. Yönetmenin Dünya ve İran sineması açısından kayda değer bir özelliği olduğunu biliyor ve özellikle sosyal içerikli başka filmlerini de seyretmiş olduğumdan en fazla yapabileceğim bunlar arasındaki bir mukayesedir. Bu çerçevede sahne dekorları ve kullanılan müzik dhil çok büyük değişimlerin bu filimde oluştuğunu gözlemlememek imknsızdır. Daha fazla Hollywood vari bir akış tüm sahnelerde kendisini göstermektedir. Batılıların çevirmiş olduğu İSA ve MUSA filmlerinde ki birçok sahnenin izdüşümünü yaşıyor gibi olmamda, sanıyorum klasik/kendine özgü stilinden yönetmenin ne kadar uzaklaştığını göstermesi açısından son derece önemlidir. İşin özü Mecid Mecidi kendini inkr etmiş ve filmde neyi amaçladı bilmiyorum ama şayet batılılara sempatik bir İslam algısını çok masum küçücük bir Muhammed profili üzerinden vermeye çalışmış ise kelimenin tam anlamı ile çuvallamış. Zira dünyada oluşan İslamofobia'ya karşı bu tür hakikatlerden uzak yaklaşımların egemen olduğu film ve tasvirler farkında olmadan bir takım müsteşriklerin (oryantalistlerin) ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz ve oluşacak bu fobia ile birlikte farklı iddia ettikleri tezlerin güçlenmesine, daha da büyümesine zemin hazırlayacaktır.

Filmin içeriği, vermek istediği mesajları, üzerine bina edilmeye çalışılan felsefesi, seyirciler üzerinde oluşturacağı intiba bizim üzerinde durmamız gereken konulardır. Tabii ki bunlarla ilgili bir şeyler yazıp/çizerken objektifliğimizden ödün vermeden kalem oynatmanın sorumluluğu ve bilincinde olmalıyız. Zira klasik Sünni/Şia (diğer bir deyimi ile Türkiye/İran veya Osmanlı/Farisi) yaklaşımının basit tarafgirlik ve sempatizanlık duygusunun egemen olgusuyla hareket objektiflikten ve bunun yansıması ile adaletten uzak olmak durumuyla karşı karşıya kalmaktır.

Filmin ana karakteri doğal olarak Allah resulü Hz. Muhammed'dir (as). Film Hz. Peygamberin doğumundan 12 yaşına kadarki olan yaşamını anlatıyor. Bir hayale dalma ve geçmişi hatırlama kurgusu ile. Bu dönem, siyer tarihçileri açısından hakkında en az bilginin olduğu, sadece vahyolunan ayetler ışığında bazı bilgilerin ipuçlarının yakalanabildiği bir dönemdir. Film, 'Şib-i Ebi Talip' diye bilinen bölgede, risaletin 7. Yılında Mekke müşriklerinin acımasız bir yöntem olarak, başta Allah resulü ve tüm müminlere uyguladıkları, üç yıl süren ambargonun şiddetinin en ağır hissedildiği anda Allah resulünün okumuş olduğu 'Fil suresi' ile Ebu Talip'in hayale dalarak o günleri gözlerinde canlandırmasıyla başlıyor. Dolayısıyla bu başlangıç filmin felsefesini/ana temasını/ön plana çıkaracak karakterlerin kimliğini de de iyiden iyiye netleştiriyor.

Şu ana kadar ki çevrilmiş siyer tarihini anlatan film ve dizilerin hiçbirinde Hz. Peygamber'in hiçbir yaş grubuna ait tasviri ve kendisini canlandıran bir karakteri olmamıştır. Hangi ekol/mezhep ve meşrebin temsilcisi olursa olsun, her yönetmen buna azami derecede saygı gösterip zihinlerde yanlış bir Hz. Muhammed portresinin oluşumunun önüne geçmişlerdir. Diğer karakterlerin tamamının tasvirlerinin -nihai olarak birini diğerinden ayırma gibi bir durumda kalmayacağımız için- yapılıp/yapılmaması çok önemli olmayabilir. Ama Allah resulünün, getirdiği İlahi mesajın ana ve temel karakteri olma özelliğini kıyamete kadar sürdürecek olması hasebiyle, zihinlere yanlış tasvirinin oluşumunu engellemek ve bunun üzerine oluşacak gereksiz spekülasyonlardan şiddetle kaçınmak gerekliliği son derece önemlidir. Zira kıyamete kadar kendisi vefat etmiş olmasına rağmen getirdiği mesajdan çok, şahsı ve manevi kişiliği üzerinden o kadar çok suiistimale uğramış ve uğrayacak ki anlatmakla bitirilemez. Rüyalar başta olmak üzere, kendisiyle buluştuğunu/görüştüğünü ve mesajlar getirdiğini iddia eden geçmiş ve gelecek şarlatanların varlığını düşündüğümüzde bu tasvir girişiminin doğuracağı olumsuz sonuçların vahametini kestirmemek mümkün değildir. Burada geçmiş diğer peygamberlerin tasvirinin yapıldığı filmlerle ilgili kısaca şunu belirtmekte fayda var; Onların getirmiş olduğu mesajların tamamı Hz. Muhammed'in getirdiği son din ve şeriat olan İslam ile hükümsüz kılınmışlardır. Tabi bu Onların tasvirlerinin yapılmasının doğru olduğu anlamına gelmemelidir. Doğru olan Allah resullerinin hiçbirini tasvir etmemektir.

Filmin anlatım karakteri olarak Ebu Talip'in seçilmesi bile başlı başına bir olay. Zira iman edip/etmediği çok tartışılan ve siyer/İslam tarihi yazarlarınca iman etmediği üzerinde ağırlıklı görüşlerin oluştuğu kişinin ana karakter olarak seçilmesi. Ebu Talip ve seçilen diğer karakterler üzerinden filmin belirgin olmayan, ama bu konularla haşir/neşir olanların anlamakta hiç zorlanmayacakları bir felsefenin tezahürünü görmemek biraz safdillik olur. Darun Nedve'nin lideri olan Ebu Talip'in aynı zamanda Müminlerin sözcüsü/temsilcisi sıfatı ile Müşriklerin temsilcisi/sözcüsü sıfatının yüklendiği Ebu Süfyan'ın ön plana çıkarılarak seçilmiş olması bir Haşimoğulları/Ümeyyeoğulları çatışmasının gelecekte şekillenecek oluşumların mantığını temellendirme gayretidir. Bilinen siyer tarihi kaynaklarının neredeyse tamamında Risalet sonrası dönemde Allah resulü ve Müminler ile en acımasız mücadele eden ve Bedir savaşı sonrasına kadar da tüm aile fertleri ile birlikte bu düşmanlık etmede geri kalmayan bir Ebu Cehil portresi var. Velid b. Muğire, Ümeyye b. Halef, As b. Vail gibi isimler var iken daha sessiz kalmış ve Bedir'de Ebu Cehil ve diğer sembol isimler patır patır başları gövdelerinden ayrılarak toprağa düşene kadar çok fazla esamesi dahi okunmayan Ebu Süfyan'ın seçilmesi bir felsefenin kitlelere yanlış algı operasyonu ile dayatılmasıdır. Burada şayet ortak değerler üzerinden hareketle bir film çevrilecek idiyse bu ayrıntı bile hassasiyetleri gözetme açısından son derece önemliydi. Zira bir felsefe uğruna tahrif edilen bir tarih var. Benzer bir yaklaşımı da Hz. Peygamber'in diğer amcası Ebu Leheb'de de görmekteyiz. Hakkında her ne kadar ağır ve aşağılayıcı bir sure de inmiş olsa da, aslında Ebu Leheb'i kötü kılan kendi tutumundan ziyade -Ümeyyeoğullarının bir ferdi ve Ebu Süfyan'ın kız kardeşi olan- karısı Ümmü Cemildir.

Hz. Peygamberin doğumu esnasında ve doğumundan sonra on iki yaşına kadar anlatılan sahnelerde ki olağan üstü haller aslında bu filme şiddetle karşı çıkan sufi/ehli sünnet marjinal kesimlerinin çok hoşuna gitmesi gereken karelerdir. Zira onların da kabullendiği birçok siyer kaynağında bu anlatılanlardan çok daha fazla abartılı ve kabullenilmesi imknsız pasajlar var. Gerçek olan tek bir şey var ki gerek Tevrat'ta, gerekse İncil'de geleceği müjdelenen ve risalet/nübüvvet halkasının hatemi olacak bir peygamber beklentisidir. Bu beklenti içerisinde olan iki tahrif edilmiş İlahi dinlerin temsilcileri, müjdelenen elçinin kendi içlerinden çıkacağıdır. Bir başka kavim/kabile/millet içerisinden böyle bir elçinin çıkacağına en ufak bir inanışları söz konusu değil. Zira bu kendilerini ve inana geldikleri tüm değerleri inkr anlamına gelir.

Her ne hikmetse bazı insanlar Allah'ın resullerini bir birleriyle yarış içerisine girdirerek üstünlük oluşturma gayreti içerindeler. Bu bazen tüm kontrollerini kaybetmelerini de beraberinde getirmekte inanılması mümkün olmayacak tezleri insanlara adeta vahiy kaynağı veya Resullerin talebi gibi sunmaktalar. Bu öyle noktalara ulaşıyor ki Allah ile haşa perdesiz konuşmalar, Nuru Muhammedi inancı, Allah'a oğullar isnat etmelere kadar varabiliyor. Bunlar aşırı sevginin değil, aklını/beynini kaybetmiş olan bir takım meczupların hezeyanlarıdır. Tüm müminler tartışmasız tüm resul/nebilere şeksiz şüphesiz iman etmekle yükümlüdürler. Bu çerçevede geçmiş peygamberlerin bize aktarılan yaşam kesitlerinden elde ettiğimiz farklılıklar Kerim Kitabımızın bize aktardıkları ile sınırlıdır.

Filmi izleyenlerin zihninde oluşan en temel unsur doğmadan, doğumu esnasında ve doğumu sonrasında oluşan olağan üstü olayların, beklenen/müjdelenen resulün geldiğini ve bunun o dönemde yaşayan ehli kitap dinlerin din adamları başta olmak üzere birçok kişi tarafından tespit edilerek adeta sürek avı gibi takip edilmesidir. Musa kıssasında anlatılan Firavun 'un emri ile tüm yeni doğan çocukların katledilmesi emrinin farklı bir yansıması olarak tüm yeni doğan erkek çocuklarını adeta taciz edercesine sırtlarında güya var olan 'peygamberlik mührünün' aranması sahnesi. Amcası Ebu Talip ile ticari kervanla yapmış olduğu Şam seyahatinde Hz. Muhammed'in (as) üzerinde dolaşan bulut sahnesi ve bunu fark eden rahip Bahira'nın telkin ve teklifleri. İster istemez şu soruyu sormaktan bizleri alıkoyamamaktadır. Peki, on iki yaşından kırk yaşına kadar geçen süreçte Allah resulünde ne tür olağan üstü haller zuhur edecek ki beklenen resul olgusunu güçlendirsin. Veya bu zaman sürecinde bu sürek avını sürdüren başta ehli kitap din adamları ve oluşan lobiler ne yapmakla meşguldüler. İz sürmekten veya aramaktan vaz mı geçtiler bekledikleri resulün kendi kavimlerinden ve dinlerinden olmadığından dolayı. Yda nasıl yaşamasına müsaade edip hayatına son verecek herhangi bir girişimde bulunmadılar. Tabi bu soru bugünün dünyasında bu olguları kabul edip bunları daha etkili kılmak için abartı sanatının tüm unsurlarını kullanmaktan imtina etmeyen ve film eleştirisini ideolojik bir temele oluşturarak yapan bizim kalemşörlere de sormak lazım.

Daha doğmadan babasını, altı yaşında iken annesini ve sekiz yaşında iken dedesini kaybetmiş ve hayat mücadelesine bir beşerin yaşayabileceği tüm acıları yaşayarak başlayan Hz. Muhammed, kırk yaşına geldiği ve Hira mağarasında ki kalışlarının uzadığı ve ilk vahiyle birlikte elçiler zincirinin son halkasını oluşturan kişi olduğu müjdesini Cebrail'den (as) alana kadar geçmiş yaşamının hiçbir anında bunu çağrıştıracak en ufak bir iz/işaret dahi olmamıştır. Kendisinin Risalet ile görevlendirilebilecek kişi olması beklentisi içerisine girdiğine dair küçücük bir ima dahi olmayıp, tam tersine görevin kendisine tevdi edilmesiyle birlikte yaşadığı şaşkınlık vardır. Bu gerçeği Kerim Kitabımızın birçok ayetinde görmemiz mümkündür.

Resul ve resuller kendilerinde en güzel örnekliklerin yaşandığı rol modelleridir. Modernizmin/kapitalizmin insanları adeta bir tüketim çılgını haline getirdiği, bencilliğin/egoizmin aynı ana/babadan dünyaya gelen kardeşler arasında dahi uçuruma dönüştürüldüğü, farklı yaş gruplarının her yaş grubunun kendisine bu ideolojilerin ürettiği kişileri adeta taparcasına örneklikler kıldığı çağımızda/asrımızda insanların iman/erdem/ahlak/fazilet timsali bu elçileri gerçek hayatta örnek alabilecekleri her sunum baş tacı edilmelidir. Uçan/kaçan, tüm hayatı olağanüstü hadiselerle dolu hiçbir elçi kendisinden güzel örnekliklerin çıkarılamayacağı, adeta insanüstü varlıklar mesabesine yükseltilen pozisyonlardan şiddetle kurtarılmalıdır.

Çarşıda/pazarda dolaşan, tüm insanlar gibi olaylar karşısında vermesi gereken doğal refleksleri veren, evlenen, çoluk/çocuğa karışan, doğumları ile sevinen, ölümleri ile hüzün duyan kul bir peygamberdir Kerim kitabımızın bize aktardığı. Onları diğer insanlardan farklı kılan Rabbimizden vahiy alıyor olmaları ve tüm yaşamları bu vahiyle şekilleniyor/düzenleniyor olmalarıdır. Onlara itaat Allah'a itaattir. Onları örnek almak vahyi hayata hkim kılmaktır. Onları dünyamızda ulaşılır kılmak yaşamlarındaki kesitleri yaşamımızdaki kesitlere izdüşüm sağlamaktır. Belli günlerde ve gecelerde salavatlar çekip duygusal pozisyonlara bürünerek değil, bu toplumun kendisinden emin olunduğu ve hayatının her kesiminde nebevi bir yaşamın vazgeçilmezliğinin tezahür ettiği kişiler olduğumuzda anmış/anlamış/rol modeller edinmiş olur ve adaletin egemen olduğu erdemli toplumları oluştururuz. Resuller bununun için birileri tarafından sadece rol gereği canlandırılmamalı, tertemiz zihinlerimizde 'rol kesen' bir portre oluşmamalıdır. Bu hangi mezhep, hangi meşrep, hangi hizibin bir temsilcisi olursa olsun fark etmez. Yeter ki kendisine 'ben Müslüman/müminlerdenim' desin.

MUSTAFA DOĞU YAZDI
Yorumlar 1
Mahmut 19 Kasım 2016 04:49

"Hakkında her ne kadar ağır ve aşağılayıcı bir sure de inmiş olsa da, aslında Ebu Lehebi kötü kılan kendi tutumundan ziyade -Ümeyyeoğullarının bir ferdi ve Ebu Süfyanın kız kardeşi olan- karısı Ümmü Cemildir." Sevgili abiciğim yukarıdaki cümlen olmasa yazını bir çok eleştiri gibi sünni gözüyle okumak mümkün ancak bu cümle biraz da bozuk dilbilgisi ya da türkçenin kurbanı olarak sıkıntılı bir cümle. Her ne kadar hakkında ağır bir süre inse de Ebu Leheb iyi adamdı gibi bir anlam oluşturduğu için mümkünse kaldırmanı rica ederim.

Bakmadan Geçme