Bilgi, artık üniversitelerin tekelinde değil

Ülkemiz eğitim problemleri ve çözümleri üzerine Abdullah Gül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İhsan Sabuncuoğlu ile söyleştik. Sistemin eksiklikleri ve çözüm önerileri üzerine değerli katkılar sunan İhsan Sabuncuoğlu: 'Bilgi, artık üniversitelerin veya eğitim kurumlarının tekelinde değil' dedi.

Abdullah Gül Üniversitesi (AGÜ) Rektörü Prof. Dr. İhsan Sabuncuoğlu ile ülkemiz eğitim sistemi üzerine özel bir söyleşi gerçekleştirdik. Bilkent Üniversitesi'nin gelişmesinde büyük pay sahibi olan isimlerden biri olan Sabuncuoğlu, Kayseri'de AGÜ'yü dünya ile rekabet edecek 3. nesil bir üniversite yapmak için değerli katkılar sunuyor. Yükseköğretim kurumlarına yaptığı bu değerli katkılardan dolayı Sabuncuoğlu ile genelde eğitim sistemimizi özelde ise üniversitelerin problemlerini ve çözüm yollarını konuştuk.

Gerçekleştirmiş olduğumuz söyleşide Sabuncuoğlu, sorunlara bir bütün olarak bakılması gerektiğini kaydetti. Mevcut sistemin bireyi birey olarak görmediğinden yakınan Sabuncuoğlu, kişiselleştirilmiş bir eğitim sistemine ihtiyacımız olduğunu söyledi.

Pedagoji sistemimizin de komple değişmesi gerektiğine dikkat çeken Sabuncuoğlu: 'Dünya, şimdi bunlarla uğraşıyor. Artık bilgi kaynağı olan yerler sadece eğitim kurumları değil. Bilgi, artık üniversitelerin veya eğitim kurumlarının tekelinde değil. Her yerde, her şekilde var. İnsanlar statik bilgiyi her zaman bir yerlerden alır. Sen onu sınıf ortamında, aktif öğrenme yöntemlerini de kullanarak, bir şekilde kavga etmeden tartışarak hatta yaparak öğretmen lazım' ifadelerini kullandı.

Kısa bir girizgahın ardından eğitim sistemimizin yeniden şekillendirilmesinde ufuk açıcı katkılar sunacağını umut edindiğim Sabuncuoğlu'yla yaptığımız söyleşinin ilk bölümü ile sizleri baş başa bırakalım. keyifli okumalar…

Üniversitelerimizde birtakım sorunlar olduğu yönünde tartışmalar her zaman güncelliğini koruyor. Tartışılan boyutta üniversitelerimizde ilgili sorunlar var mıdır?

Üniversitelerde diğer kurum ve şirketler gibi birçok sorunla uğraşmaktadır. Bu sorunlar, ciddi sorunlardır. Ancak bu sorunları bu günkü eğitim sisteminden bağımsız düşünmek yanlış olur. Sizin gazetelerin yaşadığı sorunların bir bölümü de Türk Eğitim sisteminde yani ilköğretim, ortaöğretim ve lise dönemindeki eğitimin yetersizliğinden kaynaklanıyor.

Üniversiteleri bir fabrika olarak düşünün. Fabrikanın çıktısı ürün ve hizmetler bir şekilde sanayi ve akademik dünyaya akıyor. Ama üniversiteler öğrencilerini, Türkiye'deki eğitim sisteminden alıyorlar. Eğer sizin hammaddeniz çok iyi işlenmemişse, sizin tesisleriniz ne kadar iyi olursa olsun, maalesef o tesisleriniz o kadar iyi çalışmıyor. Birçok eksikliği gidermek için iş yapıyor. Kısmen beceriyor veya beceremeyebiliyor. Dolayısıyla de belki de iş ve sanayi dünyasının ihtiyaç duyduğu insanları yetiştiremiyor.

Siz sorunu temelde mi görüyorsunuz?

Sistemi bir bütün olarak almak gerekiyor. Üniversite öncesi sorunların benzerleri üniversitede de var. Düşünen, tasarlayan, hayal eden, proje üreten, yabancı dil bilen, müzik sanat gibi ruhu besleyen birtakım konularla uğraşmış insan yetiştiremiyoruz.

 Bizim eğitimimiz çok kitlesel. Sistem bireyi birey olarak görmüyor. Bünyamin'i Veli'den ayıran bir sistem yok. İlkokuldan üniversiteye kadar geçen dönemde birey ne ister, ne hayal eder, bunun artı ve eksileri nedir, bu nasıl bir aile yapısından gelmiştir, kariyerini nasıl şekillendirmek ister gibi kişisel düşünceleri bilmemiz lazım. Kişiselleştirilmiş bir eğitim sistemine ihtiyacımız var.

Biz şuanda kürekle bir yerden alıp bir yere aktarıyoruz. Çarpıklıklar o kadar çok ki… Birey, üniversiteye birey olarak gelmiyor. Üniversiteye 17-18 yaşlarına gelmiş kişisel gelişimini tamamlamayan insanlar geliyor. Gelişmiş ülkelerde bireyler, gelişimini tamamlamış olarak geliyor. Sorumluluğunu alan, irade gösteren, proje yapmış, özgün bir şeyler tasarlayan, kopyalamamış, birikimli ve çalışmış insan olarak üniversiteye geliyor.

Biz de ise adabı muaşeret kurallarını bile bilmeyen, Nasıl temizleneceğini bilmeyen… Bu çocukların çoğu muhafazakar ailelerin çocukları… Muhafazakarlık denilince biz hep temizlik v.b. iyi şeyleri aklımıza getiririz. Demek ki bazı temelleri iyi verememişiz.

Gelişmiş ülkelerde, üniversitelere öğrenci yetiştiren yerler görevini yapmış olarak size öğrenciyi gönderiyor. Siz de bunların üzerine biraz profesyonalizm koyuyorsunuz, mesleği öğretiyorsunuz ve gerçek hayata hazırlıyorsunuz. Üzerine koyarak gidiyorsunuz.

Biz de ise bir insan nasıl temizlenecek, adabı muaşeret ne olacak, nasıl soru sorulacak, niye soru soracak, nasıl proje yapacak, nasıl özgün düşünülecek, niçin kitap okumalı, niçin film seyretmek lazım v.b. konular üzerine bir şeyler öğretmeye mecbur kalıyoruz.

İlk ve orta öğretimdeki sistemin bir benzeri üniversitelerde var. Hatta orada fabrikalar daha büyük. 30-40 kişilik sınıflardan bu kez 300-400 kişilik sınıflara gidiyorsun. 1 tane hoca, karşısında ise 300 kişi var. Bünyamin nerede? Bünyamin diye bir öğrencisi var mı? Bilmez ki! Bünyamin, orada güzel bir soru sorduğunda 'Onda da böyle bir cevher var. Bunun üzerine gidelim' demez. 300 kişilik bir sınıfta aktif öğrenmeyi sağlamak mümkün mü!

'Aynı tür insanlar yetiştirmemeliyiz'

Bizim pedagoji sistemimiz komple değişmek zorunda…  Dünya, şimdi bunlarla uğraşıyor. Artık bilgi kaynağı olan yerler sadece eğitim kurumları değil. Bilgi, artık üniversitelerin veya eğitim kurumlarının tekelinde değil. Her yerde, her şekilde var. İnsanlar statik bilgiyi her zaman bir yerlerden alır. Sen onu sınıf ortamında, aktif öğrenme yöntemlerini de kullanarak, bir şekilde kavga etmeden tartışarak hatta yaparak öğretmen lazım.

Eğitim sorunlu, dershaneler v.b. şeyler sorunun doğurduğu şeyler…  Olayı topyekun ele almak lazım. Bunun için de hakikatten uzun vadeli ve çok sık değişmemesi gereken bir milli eğitim politikamızın olması lazım. Üniversitelerimizin de artık bunu idrak edip birbirinden ayrışarak ve farklılaşarak kendi misyonlarına uygun yollar çizmeleri lazım. Aynı tür insanları yetiştirmemiz lazım.

'YÖK'ün revizyona ihtiyacı var'

YÖK eski Başkanı Gökhan Çetinsaya, üniversitelerin tektip öğrenci yetiştirme nedenini YÖK'ün varlığına bağlamış ve artık YÖK'ün misyonunu tamamladığını söylemişti. Siz bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?

Gökhan Hoca, çok sevdiğim bir insandır. Gökhan Hoca'nın söylediklerine olumlu veya olumsuz bir katkı sağlamak istemem. Sadece görüşlerine saygı duyarım.

Benim YÖK ile ilgili düşüncelerim ise şudur: YÖK kurulduğunda 27 üniversite vardı. Ben de o zaman Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde master veya doktora yapıyordum. Şuanda ise 200'e yakın üniversite var. Bir kere sistemini değiştirmen lazım. YÖK'ün ciddi bir reforma ihtiyacı var. 35 sene geçmiş, dünya değişmiş. Dolayısıyla bir revizyona ihtiyaç var. Şuanda YÖK'ün çağa uygun hale getirilmesi ve üniversitelerin önünün daha fazla açması gerekiyor. Çeşitliliğe izin vermesi lazım. Herkese tek numara pabuç ayakkabıyı giydirmemesi lazım.

'YÖK, efsaneleştirilmiş'

Ancak ben olaylara hep artı ve eksi penceresinden bakan birisiyim. Herhangi bir konuda birinin mutlak doğru veya diğerinin mutlak yanlış olduğuna inanmam. YÖK'ün artıları da eksileri de vardır. Bu nedenle YÖK'ün çağın ihtiyaçlarına karşılık veren yeni nesil, dünya ile rekabet edecek üniversitelerin önünü açabilecek bir revizyona ihtiyacı kesinlikle var. Ama YÖK'ün şu anki hali bile üniversitelerin ve rektörlerin önünde bir engel değil.

YÖK, efsaneleştirilmi! İş yapma becerisine sahip olmayan, inisiyatif almayan, irade göstermeyen insanlar her attığı adımı acaba doğru mu veya yanlış mı! diye YÖK'e sorarsa, iş yaptırmazlar. Ama sen YÖK'ün genel kuralları çerçevesinde çalışırsan çok şey yaparsın.

Daha 2 hafta önce İstanbul'da en çok tanınan vakıf üniversitelerinden birinin rektörü ile beraberdim. Rektör, bana dedi ki hocam ben şu kadar yıldır buradayım. Şu kadar yıldır Türkiye'deyim ve rektör olarak geldim. Bana YÖK'ü öcü olarak gösterdiler. Ama şuana kadar YÖK, benim hiçbir işimi engellemedi.

'Temel sorun eğitim politikamızın olmayışı'

Devlet üniversitelerinin çalıştırdığı insanlar genellikle devlet memuru oldukları ve kadro problemleri olduğu için bu noktada problemleri var. Şuanda Kayseri'deki üniversitenin 53 bin öğrencisi var. Başka üniversitelerin örneğin 73 bin öğrencisi var. Allah aşkına bu daha ne kadar büyüyecek? Kaliteyi tutturmak için büyümeli mi, yoksa küçülmeli mi! Sen sürekli bana kadro ver dersen, nereye gidecek bu iş! Öğretim elemanı başına düşen yayın, proje veya öğrenci sayısı gibi kriterlere baktığında kötüsün. Ama hala öğretim üyesi kadrosu istiyorsun. Bu bazı devlet üniversitelerinin büyük problemi.

Türkiye'de sayıları yaklaşık olarak 70'i bulan vakıf üniversitelerinin YÖK ile ilgili hiçbir problemi yok. Olsa olsa devlet üniversitelerinin problemi var. Devlet üniversitelerinin problemi de kadrolaşmaktan kaynaklanıyor.

Sonuçta siz bir sistem yönetiyorsunuz. Bunun için sizin bir idari personel ve yapılanmaya ihtiyacınız var. Bir daire başkanı ile çalışmak istemezseniz, hiçbir şey yapamıyorsunuz.

Bugün bir teknik direktör bile bir yere gittiği zaman kendi ekibiyle gelip çalışıyor. Diğer çalışanların özlük v.b. haklarına zarar vermeden onları belki kurum içinde veya dışında başka bir yerde çalıştırarak idari anlamda da önlerini açmaları lazım. YÖK'ün burada yapabileceği hiçbir şey yok.

YÖK, kesin değişmeli… 1980 model bir arabayı şuanda kullanana var mı? Hepimiz 2010 ve sonrası arabalar kullanıyoruz. Ama YÖK, şuanda eğitimimizdeki sorunların birinci sebebi kesinlikle değil. Aksinin iddia edersek haksızlık ederiz. En temel sorun Türkiye'nin bir eğitim politikası yok.

Söyleşi: Bünyamin Gültekin

Söyleşinin devamı yarın…

Yorumlar 2
27 Mart 2015 09:37

masonların tekelinde bilgi .rektör için sorun olmaz.

26 Mart 2015 23:04

geniş kapsamlı ve kaliteli bir röportaj olmuş devamını bekliyoruz. teşekkürler

Bakmadan Geçme