Bayramlarımız Bayram (mı?) Ola!
Kelime anlamı itibari ile dini, milli ve özel olarak anlamlı kılınmak istenen ve yıl dönümlerinde kutlanan, insanların birlikte sevinç ve mutlulukları paylaştıkları gün veya günlerdir. KG'de soluksuz okuyacağınız bir yazı daha sizlerle...
Din dilinde (ıstılahta) ise; İnsanlar arasındaki kardeşliğin, dostluğun, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin gelişmesini sağlayan ve bu çerçevede bir hukukun oluştuğu muayyen günlerdir. Bizim inancımızın şekillendirdiği 2 bayram vardır. İyd'ul Fıtr (Fıtr bayramı), ve İyd'ul Edha (Kurban bayramı).
Yapılan her eylemin kendisinde farklı bir anlam kazanmasını sağlayan inancımız, bayramlara da klasik bir bakış açısından öte bir anlam yüklemektedir. Bayram batılı tercüme dilinde karşılığını bulan bir 'tatil' veya alternatif değerlendirilecek bir 'dinlenme günü' değildir. Tam tersine insanların birbirleriyle daha fazla hemhal olup, kucaklaşacağı, arayıp/soracağı, ziyaretler gerçekleştireceği, dertleşeceği günlerdir. Kısaca bu sayılı günleri bir ibadet bilinciyle değerlendirip akraba, arkadaş ve komşu hukukunun, sosyal hayatta diğer günlerde ihmal edilen boşlukların doldurulduğu, ulaşılamayanlara ulaşıldığı günler kılmak gerekir. O zaman bayramlar bir nebze bayram olsa gerek.
Müminler bayram ile Medine döneminde ve hicretin 2.yılında Bedir savaşından hemen sonra Ramazan bayramı kutlayarak tanıştı. Bu ilk bayram, beraberinde getirdiği tarihi tevafuklar ile gerçekten 'sevinç ve mutluluğun bu kadar güzel yaşandığı bir bayram olamaz' dedirtecek türdendi. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) liderliğindeki müminler, 10 yılın üzerinde devam edegelen baskı ve zulüm döneminden, hicret yurdu olan Yesrib de 'Medine Devleti' ni kurmak suretiyle esenlik dönemine geçişi sağlamıştır. Burada İslam güç/devlet/otorite olmuş ve iman edenlerin inançlarını ve amellerini daha rahat anlatıp yaşayabilecekleri ortamlar oluşmuştur. Müminler Mescid etrafında şekillenen bir şehircilik geliştirmiş ve Mbed her türlü faaliyetlerin konuşulup karara bağlandığı ve icra edildiği mekna dönüşmüştür. Müminler bu meknda eğitim başta olmak üzere, her türlü sosyal ve siyasal etkinliklerinin konuşuyor, tartışıyor, karara bağlayıp uygulamaya geçiyordu. Bu dönem Münafık kitlenin oluştuğu bir dönem olması hasebiyle de ayrıca önemlidir. İslam'ın güç olduğu dönemde ortaya çıkan bu inanç tiplemesi 'Allah'a kulluğa değil, gücün kulluğuna tabi olmanın adıdır.
Müminler fiili işkence ve zulümden uzaklaştıkları bu Medine döneminde kitlesel saldırı ve savaşlarla tanışmaya başladılar. Mekke'ye gitmekte olan büyük bir ticaret kervanını durdurma ve el koyma niyetiyle çıkılan sefer büyük bir savaşın habercisi olmuştur. Dünya ve ahiret tercihi daha bu aşamada kendini çok net bir şekilde göstermiş ve dünyayı/malı/mülkü tercih eden münafıklarla sonsuz yaşamı, ahireti tercih eden gerçek müminler ayrışmış ve 'Furkan' gerçekleşmiştir. Mekke müşrikleri ellerinden kaçırdıkları iman erlerini toplu yok etme planıyla tam donanımlı yaklaşık bin kişilik bir ordu ile Medine'ye doğru yola çıkar. Buna karşılık müminler ise, toplam 305 kişi idi.
Allahu Tel Bedir gününe 'Furkan Günü' demektedir. Bugünü Furkan kılan; Yeryüzünde 'Rabbim Allah' demiş, kula kul olmayı reddedip Allah'a kulluğu tercih etmiş, bu uğurda ödenmesi gereken her türlü bedeli ödemiş ve bundan sonrası içinde bedel ödeme noktasında en ufak bir tereddüt yaşamamış bir avuç İman erlerinin/önde gidenlerin, her türlü imknsızlıklara rağmen kalplerinde en ufak bir tereddüt taşımadan, her türlü teçhizatla donatılmış, Mekke ulularının bizzat katıldığı ve donattığı güçlü bir orduya karşı savaştığı bir gündür. Bu bir dönüm günüydü. Rasûlullah'ın Rabbine el açıp, gözyaşı dökerek;
'Ey Allah'ım! Kureyş, atlarıyla ve ordularıyla Senin Resul'ünü yalanlamak için geldiler.
Ya Rabbi! Bana vadettiğin zaferi bugün ver!
Ya Rabbi! Sen eğer bu topluluğu helk edersen, Sana yeryüzünde ibadet edilmeyecek.' Diye dua edip adeta arşı titrettiği bir gündür. Müşriklerin/Münafıkların gerçek iman sahibi ihlaslı/muttaki müminlerden saflarını ayrıştırdığı bir gündür Bedir/Furkan günü. Bedir savaşına ordu Ramazan ayının on yedisinde çıkmış ve adeta çifte bayram mutluluğu yaşatacak kesin bir zaferle Medine'ye dönmüşlerdir.
Ramazan bayramı Şevval ayının ilk 3 gününde kutlanır. Bu bayram 'Fıtr' olarak isimlendirilir. Fıtr fıtratı çağrıştıran bir kelimedir. Fıtratın gereği tutulan oruçlar, fakir/zengin ayırımı yapılmaksızın bedenin/yaşamın/sağlığın/kardeşliğin/paylaşımcılığın bir gereği olarak 'fıtr sadakası' ile taçlandırılır. Bunu gerçekleştirmiş olan müminler sevinç yumağına dönüşerek bayram yapmayı hak eder.
Kurban bayramı ise; İbrahim'i ve İsmail'i duruşun, her yıl tekrarlanan bir ibadete dönüşerek yd edilmesi halidir. Birçok ibadet geçmiş dinlerden beri devam edegelmektedir. Hac ve Kurban da bunlardandır. Yeryüzünde işlenen ilk cinayet de Allah (CC) sunulan kurban ile ilgilidir. Kardeşin birinin kabul edilen kurbanı, diğerinin öfkesinin ve kininin artmasını sağlayarak 'kendisinden razı olunmuş' kardeşi öldürmesiyle sonuçlanan bir olaya dönüşmesidir.
'Onlara dem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: 'Seni mutlaka öldüreceğim.' (Öbürü de:) 'Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder.' (Maide, 27)
Kurban Hac ibadetinin de en önemli vecibelerindendir. Ali şeriat inin 'HAC' isimli kitabında anlattığı gibi 'kişiye en sevgili gelenin ete ve kemiğe bürünmüş halini kurban etmesi' bildirilmektedir. Hani İbrahim'in, kocamış yaşında sahip olduğu ve çok sevdiği İsmail'ini kurban etmek için çıktığı yolda, Rabbinin ondan bu davranışını kabul ederek 'ete, kemiğe bürünmüş bir koç' ikram etmesidir. Ve bu olayın her yıl tekrarlanan bir menasiğe dönüşmesi halidir. Hac ibadetinin rükünlerinde Şeytan taşlarken, İblis' in Hz. Hacer'e oğlunun babası tarafından boğazlanıp kurban edileceği vesvesesinin verilmesi ve Hz. Hacer'in Rabbine olan imanının teslimiyetçi tezahürüne Şeytan taşlayarak verdiği bir cevap değil midir?
Kesilen kurbanların iriliği değildir asıl olan. Onda aranacak ihlastır, samimiyettir, tevazudur, huşudur, paylaşımdır, kardeşliktir… Kanlar bunun için akıtılmalı, etler bunun için paylaşılmalı, ziyaretler bunun için yapılmalı ki, yaptığımız eylem ibadet olsun. Hac suresi 37. Ayetin de Rabbul lemin bizlere bunu şöyle bildirmektedir; 'Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.'
18. yüzyıldan itibaren İslam topraklarında batılı emperyalist güçler yenilenme, aydınlanma, modernleşme gerekçeleri başlığı altında yerli işbirlikçi iktidar sahibi ve lobileri de yanlarına alarak, kendi kültüründen, inancından ve geleneklerinden koparılmış kimliksiz, kişiliksiz topluluklar oluşturma senaryosunu sahneye sürmüşlerdir. Bu senaryonun acı/trajik tezahürü, 20. ve 21. asırlarda Müslüman kan ve gözyaşının oluk oluk aktığı, sefaletin, işkencelerin ve işgallerin çokça yaşandığı yüzyıllar olarak tarihselleşmiştir. Birileri, Demokrasi, özgürlük ve insan hakları başlıkları altında Ortadoğu coğrafyasında yaşayan insanlara rol biçme sevdasına kapılmışlardır. Bunu önce sömürgeleştirerek, daha sonra kendi ideolojisine hizmetkrlık yapacak yerli işbirlikçilerle hayata geçirmeye çalışmış, itaatte kusurda bulunanları işgal etmek suretiyle nihai amacını gerçekleştirmiştir. Bu topraklarda yaşayan insanların cahil bırakılması, sorgulayandan ziyade itaat eden bireyler kılınması senaryonun öncüllerindendir.
Başta Afrika olmak üzere, Ortadoğu'da Afganistan, Irak, Mısır, Cezayir, Suriye, Yemen gibi ülke haklarına Demokrasi biraz kanlı, biraz sancılı, biraz zahmetli getirilmiş! Ve fatura çok ağır bir şekilde ödettirilmiştir bu toprakların insanlarına. İşgal etmediği topraklarda ise, kardeşkanlarının akıtılması için etnik, mezhepsel farklılıkları kaşıyarak buraların kan ve gözyaşı deryasına dönüştürerek keyifle kahvelerini höpürdetmişlerdir. Ümmet; Filistin, Bosna, Çeçenistan, Doğu Türkistan, Keşmir ve daha adını sayamadığımız topraklardaki soykırım ve katliamları hafızalarında diri tutarken, yeni topraklarda yeni trajedileri yaşamak/konuşmak durumunda kalmıştır. Suriye başta olmak üzere Irak, Mısır, Afganistan ve uzaklardan Arakan 'da öldürülen inanların durumu, adeta finans spekülatörlerinin borsa tahtasındaki veya döviz panolarındaki rakamsal değerlerle özdeşleştirilir hale getirilmiştir. Yani öldürülen insanların sayısının yüzlerle ifade ediliyor olması dahi vicdanları sızlatmaktan son derece uzak, onlar için adeta bir maçın sonucunun ilanı gibi olmuştur. Bize insan hakları, özgürlük ve demokrasi satmaya çalışan batılı ikiyüzlüler, kendi topraklarında gerçekleşen çok küçük hadiseleri, çok büyük insanlık dramı olarak kamuoyuna yansıtarak toplumları istediği gibi manipüle edebilmektedirler.
Burada insanı en çok üzen ve düşündüren, İslam ümmetinin kahir ekseriyetinin bu gerçekleri idrakten uzak, batılı jargonlarla (üzerimizde oynanan oyunları görmemezlikten gelerek) olayları izah ediyor olmalarıdır. Vahyin ortaya koymuş olduğu yöntem ve sistemlerin dışında beşeri aklın geliştirdiği yöntem ve sistemlerin faziletlerinin savunuluyor olması daha fazla acı veriyor. Her şeyi ekonominin grafiğine endeksleyen iş adamları, katliamlara, kaybettikleri kazançlarının bir bilançosu olarak bakmakta ve her daim gücün yanında nasıl saf tutulurun müşahhas örneklerini vermektedirler.
Bütün dünyanın gözü önünde emperyalist güçler İslam coğrafyasını ellerine aldıkları cetvellerle sürekli yeniden çiziyorlar. Ümmet sınırları öncelikle ulus/devlet modeline, oradan da hız/hazlarını alamamış olacaklar ki neredeyse kabile/devlete kadar indirgemeye çalışıyorlar. Bu toprakların maden ve doğal kaynaklarını sömürerek kendi ülkesinin insanlarının daha da semizleşip, adeta laboratuvarlarında oluşturmaya çalıştıkları insan dışı bir varlık prototiplerini yeryüzü sahnesinde izliyorlar. Her türlü insani duygudan yoksun bu varlıklar, kan ve gözyaşı ile hayat bulmakta ve keyif almaktadırlar. Irak'ta, Afganistan'da on yıllar geçti her gün kan demokrasi adına akıyor, Mısır'da seçilmiş insanların, demokrasiyi koruma! Adı altında darbeyle iktidardan indirilmesi bile maalesef ümmetin ferasetini açmaya yeterli olamıyor. İçimizdeki batılılardan biri zamanında 'Bu ülkeye şeriat lazımsa veya kominizim lazımsa onu da biz getiririz' söylemi adeta alnımızın çatına söylenmiş bir gerçeğin acı ifadesi olmasına rağmen, hala aklımızı başımıza al(a)mamaktayız. Zihinlerimiz, gönüllerimiz, kalplerimiz farklılaştı ve kirlendi. Çok ciddi bir arınmışlığa ihtiyacımız var.
Allahu Tel bugünlerdeki yaşadıklarımızı değişmez bir sünnetullah olarak şu ayeti kerimesi ile bildiriyor ve bu zilletten nasıl kurtulabileceğimizin kodlarını da belirtiyor. 'Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.' (Enfl, 53)
İki milyara yaklaşmış bu ümmetin, siyasal arenada ki varlığı maalesef bir hiç konumunda. Körfez ülkeleri başta olmak üzere coğrafyanın birçok devletinde ki iktidar sahipleri kendi koltuklarının ikbali için işlenen katliam ve cinayetlere sessiz kalmakta, çoğu zamanda zalimin yanında yer almaktadır. Allah'ın kendilerine lütfetmiş olduğu iktidar ve zenginliklerini, şımarık arzu ve emellerinin doyumsuz iştahları için harcamakta, açlıktan, sefaletten, yoksulluktan bitap düşmüş aynı dinin temsilcilerine kör/sağır/dilsiz kalmaktadırlar. Allah'ın kalplerini ve ferasetlerini mühürlediği kimseler gibi. BM de bu kitleyi etkin bir şekilde temsil edecek ne bir devlet, nede bir oluşum söz konusudur. Kendi aralarında kurdukları İslam İş Birliği Konferansı, Arap Birliği, Afrika Birliği gibi oluşumlar ise, konu mankenliğinden öte bir misyon üstlenememektedir. Her devlet kendi mezhebi veya meşrebi tercihine göre saf tutmakta, diğer kardeşlerini çok rahatlıkla ötekileştirebilmektedirler. Cemaatler adeta devletlerin aynadaki birer küçük yansıması gibi benzer tavırları takınmaktan kaçınmamaktadırlar. Her bir cemaat veya oluşum diğerinin derdi ile hemhal olmaktan uzak durmaktadır.
Müminler ahirete yakin derecesinde, adeta yaşıyormuşçasına, sanki biraz sonra o hayatla karşı karşıya kalacakmışçasına iman eden kimselerdir. O kimseler arzda gerçekleştirdikleri her anın, her eylemin, her düşüncesinin mutlak anlamda karşılık bulacağı gerçek bir hayatın varlığına boyun eğenlerdir. Büyük/küçük hiçbir şeyin unutulmadığı defterlerinin ellerine tutuşturulacağı bilinciyle hareket eden ve bu defterin sol taraflarından verilmesinden korkan erlerdir. Ümit ve mücadele bunların dünyadaki en büyük azıkları, ahiretteki ise en büyük yoldaşlarıdır. Bunlar üstünlüğü teknolojide, gelişmişlikte, zenginlikte değil, imanda (Mümin), ihsanda (Muhsin), ittikada (Muttaki), sadakatte (Sadık) ve sabırda arayanlardır. Miskinlik ve teslimiyetçilik bu erlerden son derece uzak kavramlardır. Her çağda vardır izdüşümleri. Bu çağın yiğitleri büyük bir doğumun çileli sancılarını çekenlerdir. Ümmete bayramları bayram kılacak kişilerdir. Rabbimiz, bu erlerle hemhal olmayı ve kutlu bayramları hep birlikte yaşamayı bizlere de lütfeylesin.
'Mü'minlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiç bir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.' (Ahzb, 23)
Yazan: Mustafa DOĞU