Batı tipi insan anlayışı 'SON DERECE AŞAĞILAYICI BİR İTHAM'
Op. Dr. Kemal Tekden ile yaptığımız özel söyleşide Tekden, Darvinizm gibi birçok ideolojinin bir önyargı ve aldatılmışlığa dayandığını belirterek, insanın aldandığını ve peşin kabuller içerisine girdiğini söyledi. Ardından insanın o düşünceyi tıpkı bir takım fanatizmi gibi savunduğunu kaydeden Tekden 'Bu irade ve akıl sahibi bir insan için son derece aşağılayıcı bir ithamdır' dedi.
Op. Dr. Kemal Tekden ile yaptığımız özel söyleşide Tekden, Darvinizm gibi birçok ideolojinin bir önyargı ve aldatılmışlığa dayandığını belirterek, insanın aldandığını ve peşin kabuller içerisine girdiğini söyledi. Ardından insanın o düşünceyi tıpkı bir takım fanatizmi gibi savunduğunu kaydeden Tekden; 'Bu irade ve akıl sahibi bir insan için son derece aşağılayıcı bir ithamdır' dedi.
Birçok alanda faaliyet gösteren ve bu faaliyetlerinde insanı merkeze koyan bir anlayış sergileyen Op. Dr. Kemal Tekden ile Hayat Yayıncılıktan çıkan kitabı 'İnsanın Sırrı'nı ve diğer alanlarda yaptığı faaliyetler üzerine özel bir söyleşi gerçekleştirdik. Tekden, 'İnsanın Sırrı' kitabını hazırlama insanın bir bütün olarak ele alma gereksiniminden yola çıkıyor. Yaptığımız söyleşide Tekden, batı kültür ve anlayışının insana bakışının ciddi hasarlara yol açtığını belirterek, insanın hakkettiği değerin karşılığını bizim kültür ve inancımızda barındırdığını ifade ediyor.
Ayrıca İlk Milli vakıf olma özelliğini taşıyan TÜZDEV (Türkiye Üstün Zekalı ve Dahi Çocukların Eğitim Vakfı) Genel Başkanlığını da yapan Tekden, geleceğe ışık tutacak olan zeki ve dahi çocukların yetiştirilmesi içinde çaba sarf ediyor. Bu özel vakıf ile ilgili ciddi girişimlerde bulunduğunu anlatan Tekden, konuyla ilgili önemli detayları da yaptığımız söyleşide aktarıyor.
Siz değerli okuyucularımızı İnsana dair birçok ayrıntıyı bulacağınız bu özel söyleşimizle baş başa bırakıyoruz.
Güncel bir konu olarak söyleşiye kitabınızdan başlamak istiyorum. Kitabınızın oluşma aşaması 20 yılın tecrübesi, iki yıl boyunca vermiş olduğunuz konferanslar, Eyvan Dergisi ile yaptığınız yayınlar, Tekden Koleji, Tekden Hastanesi ve diğer alanlarda yaptığınız işlerin yani uygulamaların teoriye dökülmesi midir?
Ben 20-25 yıldır insanı tıp dışında da inceleme gayreti içerisindeyim. Meslek itibariyle ihtisaslaştığımız için çok bölgesel okumak zorunda kalıyoruz. Mesela ben kulak burun boğaz uzmanıyım. Sadece kulağı, burunu ve boğazı okuduğum zaman eksik okumuş oluyorum. Böyle bir okuma insanı bir bütün olarak almamızı önlüyor. Ama bütün bünyeyi incelediğimiz zamanda bir eksiklik hissediyoruz. Bu eksikliği bütün tıp camiası ve otoritesi de hissediyor. Mesela beynin merkezi belli değil. Beyin bütün vücudu idare ediyor ama beyni idare edebilen bir merkez neresi belli değil. Bunu insanüstü güç olarak ifade edenler var. Oysa bize göre bu güç; ruhtur.
Nasıl ki bir pilot bir uçağı kontrol ediyorsa beyinde insan vücudunda aynı görevi görüyor. Uçağın pilot kabini istediğiniz kadar mükemmel olsun, eğer pilot iyi olmazsa uçak kabini hiçbir işe yaramaz. Bedenimiz de aynı şekil de ruh olmadığı zaman hiçbir hareket göremez. Ölüm anında bunu çok iyi müşahede ediyoruz. Ölüm anının bir dakika öncesi ile bir dakika sonrası arasındaki fark nedir? Ağırlığımız aynı organ kaybı yok. Ama ince bir fark var; ölü bedende hayat yok. İşte bu ruhtur.
Ruh, beden, nefis, ayrıca insana ait akıl, zeka ve vicdan gibi birçok mefhum birçok kitapta tek tek anlatılıyor. Ama bir bütünlük içerisinde anlatılmadığını gördüm.
İnsan çok merak ettiğim bir konu, hatta 'kendini bilen rabbini bilir' diye kutlu bir söz vardır. Bu söz, Yunan filozofları tarafından söylenen hatta belki de çok önce söylenen hikmetli bir sözdür. Kendini bilmedikçe insan ne evreni tanıyabiliyor ne de yaratanı… Bu nedenle birkaç yıl önce kendime böyle bir misyon edindim. Sizin de söylediğiniz gibi iki yıldır da Üniversitelerde, liselerde, derneklerde ve vakıflarda bu konuda konferanslar veriyorum. Bu konferanslar çok beğenilince kitaplaştırmamız yönünde talepler oldu. Bunun üzerine iki yıl adeta bu konuya kapandım. Hiç sevmediğim halde felsefe okudum. Bunun yanında dinler tarihi ve peygamberler tarihini okudum. Ayrıca psikolojinin tarihini ve bugünün psikolojik yaklaşımları gibi birçok konuyu okuyarak kişisel gelişimi anlamaya çalıştım. Yaptığım bu okumalar üzerinden insanı kendi bakış açımızla kurgulama düşüncesiyle böyle bir kitap ortaya koydum.
Kitabı okuyanlar tarafından güzel eleştiriler aldım. Kitabı sadece bir kesime değil birçok farklı kesime de sunuyorum. Mesela profesör, yazar ve lise öğrencisine kadar birçok kesime bu kitabı sundum. Her birinin de kitabı beğendiğini görüyorum. Bu bakımdan inşallah kitap karşılık bulur diye ümit ediyorum.
Kitabınızın hazırlanmasında yine kitabın içeriğinde belirttiğiniz gibi en çok hocanız olan seyit Ahmet Arvasi'den etkilendiniz söylenmişsiniz. Birde kitap içeriğinde bazı konular ele alınırken Bediüzaman hazretlerinin örneklerine benzer örnekler gördüm. Acaba yanılıyor muyum? Ayrıca bu kitabı oluştururken başka kimlerden etkilendiğinizi öğrenebiliriz.
Tabii en başta ben bu konuyu Seyit Ahmet Arsavi hocamın bir vasiyeti olarak algıladım. Kendisi aynı zamanda hem yazar hem de pedagogdu. Çocuk eğitimi, çocuk psikolojisi çocuk terbiyesi konusunda eğitim veren bir kişiydi. En başta onun yönlendirmesiyle bu ürün ortaya çıktı. Bize İnsanlık bilgisi bilimi diye bir şey ortaya koyun diye devamlı söylerdi. Çünkü batılıların antropoloji diye bir ilmi var. Bu da aslında insanlık bilgisi bilimidir. Ancak buna ne kadar insanlık bilimi dersek de batılı bütün eserlerde olduğu gibi bu bilimde tamamen materyalist bir yaklaşımdır. Önemli manada materyalist anlayışını benimseyen bu bilim yani bizim anladığımız şekliyle ruhu kabul etmeyen insanın metafizik boyutu yönünü yok sayan bir anlayış hakimdir. Bizim kitabımız ise medeniyet anlayışımızı inceleyip, ortaya koyan bir yaklaşımdır. Kadim devletimizin bütün unsurlarından da faydalanmaya çalıştık. Her şeyden önce Kur'an ve Resullulah a.s'ın hadislerinden beslenerek İmam-ı Azam, İmam-ı Gazali, İmam Rabbani, İbn-i Arabi, yakın zamana geldiğimizde Mevlana H.z. Yunus'un hikmetli sözleri gibi birçok şey olduğu gibi tabi Bediüzzaman, Erol Güngör, Cemil Meriç gibi zamanımızın büyük şahsiyetleri ve düşünce adamları benim görüşümü çok etkiledi. Bu bir medeniyet birikimidir. Bu medeniyet birikimini gençlere nasıl anlatabiliriz düşüncesiyle hareket ettik. Aslında bu kitap 5-10 cilt de olabilir. Çünkü orada anlatılan bütün konular, ayrı bir kitap konusudur. Özellikle gençler az kitap okuyorlar bu nedenle de özlü kitap okumak istiyorlar. Her filozof kendince bir fikir ortaya koymuş. İyi de bu fikirler neden birbirinin devamı değil. Bir de o felsefi yaklaşımlarının büyük çoğunluğunda ahlak ve insanların yaşantısına dair bir şey yok. Sadece düşünmeyle alakalı söylemler söz konusu. Aynı duruma düşmemek için kitapta psikolojiye, felsefeye ve bilim felsefesine birkaç sayfa ayrılmıştır. Mesela kuantum son zamanlarda gelişen müthiş bir ilmi yaklaşım. Bu yaklaşımdan da gelişen bir felsefe var. Bunlara da yer ayrılmıştır ama okuyucuyu sıkmayacak kadar. Mümkün olduğunca bütün konular gençlerin okuyabileceği kıvamda olsun diye gayret gösterdim. Zaten okuyanlarda böyle diyor. Çok akıcı bir kitap, rahat okunuyor ve gerçekten verilmek istenen manayı istenildiği gibi veriyor gibi olumlu eleştiriler alıyorum.
Ben yine bir taraftan konferanslarıma devam ediyorum. Konferanslarımı da bir sunun şeklinde vermeye çalışıyorum. Birçoğu benim çektiğim fotoğraflar olmak üzere, fotoğraf ve video görüntüleriyle sunumlar gerçekleştiriyorum.
Sunum tekniğinizi biraz daha açar mısınız? Konferansta birçoğu kendi çektiğim fotoğraflarlardan oluşan, video ve slayt gösterimi üzerinden bir anlatım gerçekleştiriyorum. İnsanın sırrı ile alakalı 3 tane video görüntüsü var birisi makine insan çalışması, birisi hücre; hücrenin çalışması insanın mikro kozmozudur aslında. Üçüncüsünde ise bir yabancının şovu var. İnsanın kendi varlığından mutlu olması gerektiğini vurgulayan bir olay ve gösteri. Tabi sözlü izah etmek doğru olmaz. Ancak o konferanslarda çok daha iyi bir duygusal etkileşim oluşturuluyor. O video görüntülerini seyrettiğiniz zaman halinize şükrediyorsunuz. İnsanın haddini bilmemesi strese yol açıyor. İnsanın bir hedefe ulaşmak için elinde olan çalışmak ve gayret etmektir. Ama istediğin kadar çalış, hedefe ulaşamadığı taktirde insan ya tevekkül eder ya strese girer. Niye ulaşamadım diye kendini yer bitirir. Oysa hedefe ulaşmak bize bağlı değildir. Hedefe ulaşmak Allah'a bağlıdır. Siz elinizden geleni yapacaksınız sonra tevekkül edeceksiniz. Hedefe ulaştığınız taktirde de şükredeceksiniz. Bir Müslüman'ın yapması gerekende budur. Bunu yaptığınız zaman stres falan olmaz. Ama neden ulaşamadım diye bir kaygı içerisine girdiğiniz zaman bir sarmal içerisinde boğuşursunuz. Bu nedenle bir sürü psikolojik hastalığa yakalanırsınız. Bunu da yine kitabımın içerisinde vermeye çalışıyorum. Ayrıca kitabı da birde kısa kısa özetler ve bilimsel birçok yaklaşım var. Bugün bilimin insan hakkında ulaştığı hemen hemen en ileri noktaları orada vermeye çalıştım.
Benim Kitapta dikkatimi çeken bir diğer konuda normalde bilimsel verilerin Evrim Teorisi'ni desteklediği ya da doğruladığı söylenirken siz bu kitapta tam aksini söylüyorsunuz. Darvinizm gibi birçok ideolojide bir önyargı ve aldatılmışlığa dayanıyor. İnsan bir noktada aldanıyor ve peşin bir kabul içerisine giriyor. Ardından o düşünceyi savunmaya başlıyor; aynen bir takım fanatizmi gibi. Bu sefer gözü başka bir şeyi görmüyor. Bu irade ve akıl sahibi bir insan için son derece aşağılayıcı bir ithamdır. Ben mümkün olduğunca bilimsel verilerle konuyu izah etmeye çalışıyorum. Ama aynı zamanda da sonuçlara da bakarak da bir takım kanaatlere ulaştım. Mesela batı insanının ideal insanı ile bir Müslüman'ın ideal insan anlayışını orada karşılaştırmaya gayret ettim. Batıda Nietzche'nin üstün insan anlayışı vardır. Bunu Darwin'in, Evrim Teorisi ile Freud'un insanın psikolojik anlatışı ile birleştirdiğiniz zaman bunun sonucunda çıkan insan tipi Hitlerdir. Üstün insan sonuçta üstün ırk anlayışını oluşturuyor. Bu da Amerika'da da geçtiğimiz yüzyılda görülen öjenik hareketler yani insanları saflaştırmak ve zayıf olanları yok etme veya kısırlaştırma anlayışına yönelik bir gidişe yol açıyor. Güçlü insan, üstün insandır. Bu anlayışa göre para, konum ve aristokratik gibi şeyler üstün insanı oluşturuyor. Bu gücün dışında kalan insanlar kullanılabilen insanlardır. Mesela Roma'da böyle bir anlayışın olduğunu görüyoruz. Roma İmparatorluğu'nun 20 milyon nüfusu var. Bunun %95'i köle %5'i ise üstün insan konumunda ve o %95'inin görevi üstün insan olan %5'i mutlu etmektir. Batı hem Roma hem de Yunan anlayışına dayandığı için Hıristiyanlığı da bu yüzden bozmuştur. Hıristiyanlığa, Yunan ve Roman anlayışını sokmuştur. Roma çalışkandır ve hukukta ileridir. Yunan ise tembeldir. Yunanların mitlere dayalı anlayışları Hıristiyanlığı etkilemiştir. Bir takım heykeller bunun üzerine ortaya çıkmıştır. Batıda böyle bir temel olduğu için üstün insan anlayışı bugünkü kapitalizmi, komünizmi ve faşizmi ortaya çıkarmıştır. Batıda üstün insan alan insandır. Her şey benim olsun anlayışı vardır. Bir Firavun, Nemrut'da aynı mantaliteye sahipti. Ama bizde ise ideal insan veren insandır. İnsan-ı kmildir. Bunların en üst seviyesini yaşayanlar Allah'ın resulleridir. Onlar bizim için örnek insanlardır. Resuller daima inancını, felsefesini yaşayan ve hayata geçiren insandır. Mesela bir Yakup Aleyhi Selamı düşünün, ben hüznümü ve derdimi ancak Allah'a arz edebilirim diyor ve kimseye şikayetini söylemiyor. Eyüp Aleyhi Selamı düşünün o kadar hastalığa duçar oluyor ama hiçbir zaman şikayet etmiyor. Bizim için örnek insanlar bunlardır. Bunların yolunu takip eden bizim İnsan-ı kamil dediğimiz yüce insanlar ise kendine almak yerine hep veren insanlardır. Bunlardan temel alan medeniyet farklı oluyor. Batılı gidip Amerika'yı sömürüyor. Bizim insanımız ise hala bugün bile yardıma gidiyor. İşte aramızda böyle bir medeniyet farkı var. Ben bunu mümkün olduğunca kitapta işlemeye çalıştım. Bizim insana bakışımızı bütün yönleriyle işlemeye çalıştım. Sonuç olarak da ideal insan tipiyle de bitiriyorum.
İranlı Sosyolog Ali Şeriati 'İnsanın Dört Zindanı' kitabında insanı iki ayağı üzerinde yürüyen canlı yani beşer ve ulaşılması gereken modelde bir insan tasavvurunu sunuyor. Sizde insan konusunda böyle bir ayrıma gidiyor musunuz? Tabii benim söylemek istediğimde bu. Ali Şeriati'nin söylediği gibi söylemeyeceğim ama herkes farklı tarzda bunu gündeme getirebilir. İnsanın bir hayvani yönü vardır; o nefs mertebelerinde nefsi emareye tekabül ediyor. Ama bundan biraz üst seviyeye çıktığınız zaman nefsi Levvame dediğimiz noktaya varıyorsunuz. İşte o dramatik insandır. Mesela birisini dövüyorsunuz sonra oturup üzülüyorsunuz. Nefsi emare ise öyle değil, nefsi emare hayvandan aşağı veya hayvani nefis dediğimiz bir nefis anlayışıdır. Yani yiyen, içen işte bütün duyularını tatmin etmeye çalışan bir nefis türüdür. Bu İslam tarafından lanetlenmektedir. İnsanın nefsi emare sahibi olmasından uzaklaşılması istenir. Çünkü böyle bir durumda şeytanın kontrolündesindir. Nefsi Levamme ise biraz daha ideal insan tipidir. İnsanın çelişkili yapısında olduğu gibi hem zalimlik yaparsın, sonra gidip mazlumu öpersin öyle bir durum. Bunun üstünde farklı nefis mertebeleri de var. Mesela Nefsi mutmainne ulaştığı zaman insan huzura ermiş nefis mertebesine ulaşmış demektir. Allah yoluna girmiş, dünyalığa sırt çevirmiş ve ona gönlünde yer bırakmamış insandır bu. Onun üstündeki insanda ise ideal insana ulaşmak söz konusudur. Ayrıca insan Nefsi mutmain ve onun üstündeki nefis mertebelerinde dünyadan kopmuyor. Tam tersine dünyada insanlarla iç içedir, ama Allah ile beraberdir. Bu çok önemli bir farktır. Mesela Hıristiyanlıkta toplumdan kopan insanlar vardır. Evlenmeyen ve birtakım şeyleri kendinden uzaklaştıran, tabi İslam'da da inzivaya çekilme de söz konusudur ama tamamen toplumdan ve halk içerisinden kopmak söz konusu değildir. Çünkü Resulullah (s.a.v) Efendimiz böyle bir şey yapmamıştır. Bu fark çok önemli bu konu o kadar önemli bir konu ki aslında insanın daima kendisini bir imtihan içerisinde hissedip, daima Allah'ın kendisini görüyor olduğu şuurunda yaşamak, Kur'an'ın tabiriyle muhlislerden olmak gibi. Allah daima o şekilde yaşayanlardan olmayı nasip etsin. O zaman insan Cenabı Allah'ın kontrolünün dışına çıkamaz. O zaman Allah'u Teala kitabında söylediği gibi cenneti karşılığında canını, malını satın alır. Ama sen Allah'ın malını nasıl Allah'a satıyorsun. Çünkü Allah (c.c.) canını ve malını bana satarsan ben sana cenneti veririm diyor. Zaten senin yarabbi diyesiniz geliyor ama Allah diyor ki; bunu yine sen kullan, vaktin dolana kadar sen yine dünyada bana sattığın canı ve malı kullan. Ama o konuştuğun dil, baktığım göz benim olsun. Yani gözün Allah için baksın, dilin Allah için konuşsun, kulağın Allah için duysun, ayağın Allah için yürüsün. O hale ikinci doğuş, 'Ölmeden önce ölmek' veya yaşayan şehit deniliyor. Ne kadar mükemmel bir durum değil mi?
Biraz da kitap dışına çıkarak sizin yaptığınız diğer faaliyetleri de konuşalım istiyorum. Çünkü bir çok alanda faaliyet gösteriyorsunuz. Ustalar, Alimler ve Sultanlar belgeselini çektiniz. Belgeselde cihan imparatorluğunun kurulmanın sebeplerini arıyorsunuz. 2012 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul çerçevesinde yürüttüğünüz bu çalışma ile ilgili biraz bilgi alabilir miyiz? Çok hızlı bir gelişim oldu. Keşke sinema filmi tarzında çekip, tüm sinemalarda gösterebilseymişim. Bu belgesel drama tarzında ve çok maliyetli de oldu. Belgeseli, İstanbul 2010 Kültür Ajansı destekledi ve biz Osmanlı Medeniyeti'ni oluşturan 3 insan tipini ortaya koymaya çalıştık. Birisi Ustalar; bu ustaların karşılığı sanatkarlar ve tüccarlar. Onların nasıl bir zihniyette olduklarını vurgulamaya çalıştık. Alimler; yani ilim adamlarının nasıl bir yaklaşımda olduğunu ve en sonunda Sultanlar ve yöneticileri ele aldık. Alimler, sanatkarlar ve Sultanlar bu üçü mükemmel olursa bir devlet mükemmel bir şekilde yönetilir. Osmanlı bunu sağlamıştı. Ahiler prensibinde bir kişinin yanlış yapması söz konusu değildi. Bir kişi yanlış yaptığında pabucu dama atılır, işine son verilirdi. Alimler ise sırf Allah için ilim yapan, hem dünya ilimleri hem de ahret ilimleriyle uğraşan insanlar demektir. Sultanlar kurallar dışına çıkamaz. En başta Allah'ın emirleri dışında hareket edemezlerdi. Sonra adaletsizlik yapmaları da söz konusu değildir. Bunun sonucunda adalet için yaşayan bir devlet ortaya çıkıyor. Bizim şaşalı dönemimizde devletimizin çok yüce olduğu ve güçlü olduğu devirlerde bunlar görülmüştür. Bir hadisi şerif var; 'İslam sancağı altındaki bir toprakta sebepsiz yere bir gayri Müslim'i öldüren bir insan cennetin kokusunu duyamaz.' Hangi farklı ülke ve inanışta bu vardır. Bir insanın zihniyeti ne olursa olsun sebepsiz yere öldüremezsiniz. Ancak cihad gerektiren bir hadisede bu olabilir. O da senin dinine, vatanına, ırzına ve canına kastediliyorsa o zaman bunu yapabilirsin. Tabi can kastında da bir şahsın canına kastedildi diye de cihat yapılmaz. Cihadında sebepleri vardır. Yoksa dünyada kafir bitmez ki. Her zaman ben cihat yapıyorum diye bir yerlere donkişotvari saldırmanın manası yok. Ayrıca cihat sadece silahla da olmaz, ilimle de olur. Gençlerini eğiterek de olur. Paranı İslam toplumu uğruna harcarsan da cihat yapmış olursun. Bunun dışında insanı öldürmek mümkün değil. Bunu bir Yahudi veya Hıristiyan anlayışı ile karşılaştırdığınız zaman insanlık farkını görüyorsunuz. Bir insan padişah bile olsa karşısında ki de bir gayri Müslim bile olsa o insana adaletsizlik ve haksızlık yapamazsınız. Osmanlı bu sayede büyük devlet olmuştur. Adalet herkes içindir anlayışına sahip olduğu için ve bu yönde alimleri, ustaları ve sultanları yetiştirdiği içindir. İşte bizim Belgesel dramanın asıl konusu buydu. Belgeselimiz çok beğenildi. Belgeseli sinemalar sunamadık ama inşallah önümüzdeki zaman diliminde bir televizyon programı içerisinde yayınlar ve halkımızın hizmetine sunarız.
Bir cihan imparatorluğuna gidilen yolda Ustalar, Alimler ve Sultanlar üçlüsünün güçlü olması lazım dediniz. Günümüzde hem Türkiye hem de Kayseri bazında bir değerlendirme yapacak olursanız en büyük sıkıntıyı nerede görüyorsunuz? Ben her alanda eksikliğimizin olduğunu düşünüyorum. Tabi çok değerli yöneticilerimiz var. Ama bütün yöneticilerimiz aynı değil. Bütün yöneticilerimiz aynı minval üzere bir düşünce içerisinde değiller. Ben çocuklarında eğitimi ile ilgilendiğim için bu konuda çok üzüldüğüm şeyler oluyor. Mesela H.z. peygamberin İnsan öldüğü zaman amel defteri üç sebeple kapanmaz diye başlayan bir ölümsüzlük hadisi vardır. Birisi Salih evlattır ; salih evlat sadece evlerimizdeki çocuklarımız değildir. Hitap ettiğimiz alanda ne kadar çocuk varsa oradaki bütün çocuklar Salih evlat adayıdır. Onun sorumluluğu bize aittir. Ben bunu okullarda da söylüyorum; benim 5303 tane salih evlat adayım var. 1500'ü bizim okullarda 3'ü de evde. Mesela şimdi bir vali ve belediye başkanın sorumlu olduğu evlat kaç tanedir acaba. Buna eskiler veliyatullah diyor. Allah'ın emaneti. Bütün insanlar emanet ancak çocuklar bunu daha çok hakkediyor. Mesela Osmanlı padişahının tahtında yazılı bir söz var; velliyün külli mazlumin (bütün mazlumların koruyucusu ve velisi)... Siz bu sözü ne Roma İmparatorluğu'nda ne Bizans İmparatorluğu'nda ne de ABD'de böyle bulamazsınız. Bu Osmanlıyı yücelten bir sözdür. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın kabaca söylemek gerekirse 30 milyon veliyatullahları vardır. Bugün hiçbir yöneticimizin gözüne uyku girmemesi lazım. Ben TÜZDEV (Türkiye Üstün Zekalılar ve Dahiler Eğitim Vakfı)'in genel başkanıyım. Aslında ben bütün çocuklarımızı zeki olarak düşünüyorum. Ama bazı çocuklara Allah bazı kabiliyetler lufetmiştir. Dahi çocuklar bütün toplumlara eşit şekilde verilmiştir. Bazıları bunu kullanır, ileriye dönük büyük insanlar yetiştirir. Aynen sultan Fatih, Kanuni zamanında olduğu gibi… O dönemde herkes dahi çünkü dahilerini de değerlendirebilmişler. Mesela yeni öğrendiğim bir olayı aktarayım. Kırşehir taraflarında babası olamayan ve annesi perişan halde bir çocuğumuz alınmış Yahudi okullarına İsrail'e götürülmüş. Biz bunları değerlendirmezsek Yahudi alıp yetiştirecek ve bize gönderecek. Bizde ya bu adam nerden çıktı. Adı Türk, nüfus cüzdanında Müslüman yazıyor. Bakıyorsunuz ne İslam'a ne de ülkesine hizmet etmiyor. Yahudi dostu falan diyorsunuz. Böyle demeye hakkınız yok ki; çünkü suçlusu biziz. Bunun vebalinden kurtulamayız. Bu özellikle vurguladığım bir şey. Mevlana diyor ki dünyanın bir yerinde birisi açlıktan ölse sorumlusu benim. Ben doyamıyorum. Biri soğuktan titrese ben titrerim diyor. İşte bu müthiş bir sorumluluk anlayışıdır. Yani İslam'ın sorumluluk anlayışı budur. Bu iş sadece ekonomiyi düzeltme ve yollar yapma işi değildir. Tabi bunları ihmal etmeyelim ama çocuklarımızı da unutmayalım. Onları en üstün şekilde yetiştirelim. Onları bu ülkeye bağlı insanlar yapalım. Gittiği her yerde bizim anlayışımız ortaya koyabilecek insanlar olsunlar. Aksi taktirde geleceğin olmaz. Bu konunun çok hassas olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bu konuya çok önem vermeye çalışıyorum. Türkiye'de çok sağduyu sahibi insan var. Umarım bunlar makes bulur ve çok daha ciddi ve çok daha hassas bir şekilde bu konuya eğiliriz. Şimdi sizin de faaliyetlerinin bir kısmından bahsettiğiniz TÜZDEV'in oluşma aşaması nasıl oldu? Bu dahi çocukları nasıl belirliyor ve bir araya getiriyorsunuz? Bu işi yapan bir kısım dernekler var ama TÜZDEV Türkiye'de alanında ki ilk milli vakıftır. Türkiye'de bu konuda harıl harıl çalışan yabancı kuruluşlar var. İstihbarat kuruluşları var. Çin'e götürülen çocuklar, Amerika'ya Dalton Okulları'na götürülen çocuklar var. Beyin göçüde zaten bunun üzerine gelişiyor. Sizin kaymak tabakanızı alıyorlar. Ya da bu çocuklar uyumsuz olduğu için bir kısmı isyankar oluyor. Çünkü çok farklı zihni mekanizmaya sahipler. Müthiş bir algılama mekanizmaları var. Bir konuyu iki kez anlattığınız zaman çıldırıyor çocuk. Siz bu çocukları diğer çocuklarla bir okutamazsınız. Bunlara ayrı önem vermelisiniz. Bunu Osmanlı yapmış. Osmanlı Enderun'da yetiştirdiği insanları toplumdan koparmadığı gibi dünyanın en iyi bilgileriyle donatmış. Ama kendi değerlerini de çok iyi vermiş. Ayrıca Bu çocuklara gereken ilgi gösterilmediğinde çok kolay şizofren hastası olabiliyorlar. Bunları ben uzun süredir gözlemliyordum. Ardından bir şeyler yapma gerekliliğini hissettim ve yaklaşık olarak 7-8 ay önce bu vakfı İstanbul'da kurduk. Temsilcilikler açtık. Kayseri'de de bir şubemiz var. Önce öğretmen yetiştirmekle başladık işe. İstanbul'da yakın zamanda 150 kadar öğretmene sertifika verdik. Bizim vakfın bünyesi altında yaptığımız çalışmalarla akademisyenlerden destek alarak ve bizde katılım sağlayarak bu eğitimleri gerçekleştirdik. Kayseri'de 120 yakın öğretmene sertifika verdik. Ailelere yönelikte özel çalışmalarımız var. Biz bunu daha fazla geliştirmek istiyoruz. İstanbul Valiliği ile görüştük. Ben Cumhurbaşkanı'na bu konuyu arz ettim. Yakında da Milli Eğitim Bakanı ve inşallah Başbakana bu yıl içerisinde bu konunun hassasiyetini anlatabileceğiz. Gerçi Başbakan bu konuda hassas görünüyor. Ama Türkiye'de bu konu da hassasiyet olmakla birlikte bilen sayısı çok az. En başta öğretmen problemi var. Bu çocuklar tanınamıyor. Bu çocuklar tanınmadığı taktirde geri zekalı olarak da addedilebiliyor. Hep anlatırlar Mozart okuldan atılmış, Einstein sınıfta kalmış gibi. Bunlar gerçektir. Bu çocuklarda şimdi okuldan atılıyorlar. Çünkü dersleri basit buluyorlar. Bu çocuklar çok daha üst seviye şeyler istiyor ve bu nedenle de derslerden sıkılıyorlar, sınıfı terk ediyorlar. Onların dünyaları farklı. Ama onların önünü açtığınız zaman Mimar Sinan, Ebussuud Efendi, Gazi Yaşargil gibi dehalar çıkar. Ama biz bunların bir kısmını Türkiye'de yok ediyoruz. Bunlar ya isyankar oluyorlar ya da terörist oluyorlar. Ya da yabancı istihbarat birimlerinin eline kaptırıyoruz. Yakınlarına ve çocuklarına karşı hassas ve ilgili olan bazı insanlar kurtuluyor. Dikkat edin son asırda yetişen kaç tane dahi var. Bir Necip Fazıl o kadar ezilmişliğe ve vurulmuşluğa ve kırılmışlığa, zindanlarda yaşamışlığa rağmen bir toplumun fikren önünü açtı. Bu tür insanların aslında toplumda daha çok olması lazım. Abdülhamit bir dehadır. Osmanlı Devleti'ni 33 yıl yıkılmaktan kurtarıyor. Şimdi bakıyorsunuz bütün Osmanlı coğrafyasında eserleri var. En sıkıntılı zamanlarında her yere eser yapmış. Bütün saat kulelerini inceleyin büyük bir kısmı Abdülhamit'in eseridir. İzmir, Şam, Bosna, Kudüs gibi pek çok yere saat kulesi diktirmiş. Zamanın önemli olduğunu vurgulamak için bunu yapmış. O dönemde zaman mefhumu çok önemli değil. Yani böyle dahilerin çok fazla olması gerekiyor.
Faaliyet gösterdiğiniz bir diğer alan ise Eyvan Dergisi, bu derginin misyonu nedir ve nasıl bir ekip tarafından oluşturuluyor? Eyvan Dergisi çok samimi, Fedakar bir genç gurup tarafından çıkarılıyor. İşin Organizatörü Doktor Mustafa Güneş. Ben çok fazla müdahil olmuyorum ve mümkün olduğunca profesyonel yazarlara yer vermiyoruz. Amatör ruhu devam ettiriyoruz. Dergi çocuklar için aynı zamanda bir okul. Şimdi farklı illere dağılmaya başladılar. Gittikleri yerlerde bunun aynısını orada organize ediyorlar. Eyvan Dergisi müthiş bir okuma üzerine kuruludur. Her hafta kitaplar okunur. Yaklaşık 25-30 kişilik bir grupla Mütalaalar yapılıyor. Bunların bir kısmı şimdi üniversitelerde öğretim görevlisi, öğretim üyesi veya Yüksek Lisans öğrencisi. Tabi bu 25-30 kişilik grup bir merkez oluşturdu. Onun dışında da kitap okumalar ve bir takım kültürel çalışmalar devam ediyor. Mesela zaman zaman Kayseri genelinde çalışmalar yapıyoruz. Oradan bir dernek çıktık; Kültür Eyvanı Derneği. Tabi Eyvan bilirsiniz; eski medreselerde veya evlerde ön tarafı açık yazlık dershaneler gibi kullanılan mekanlardır. Biz onu platform yerine kullanıyoruz. Eyvan Dergisi'nde benim üzerime sadece hatıralar ve hayata bakış diye bir bölüm hazırlıyorum. Hayatımda belli kareleri alıyorum. Beni etkileyen olayları anlatmaya çalışıyorum. Onun dışındaki şeyler klasik dergi formatının tamamen dışında. Bakıyorum bazıları zaman zaman ısmarlama dergiler çıkarıyorlar. Her şey klasik, bir yerinde adamın röportajı var. Bir tarafta bir şehri veya ülkeyi tanıtıyor. Arkasında bir moda bölümü vardır. Yani klasik şeyler. Bizimki buna benzer şeyler olmakla beraber bir konu bütünlüğü söz konusudur. Kimsenin ilgilenmediği alanlar söz konusudur. Mesela Davudi Kayseri hazretleri, Kayseri'de uzun süre eğitim almış ve yetişmiş biri. Daha sonra Osmanlı'nın ilk yerleşim yeri olan İznik'e gitmiş. Dergimizin bir bölümü gurbetti. Gurbette ki bir Kayserilinin Kayseri'ye bakışı mesela, Mehmet Yazar'la röportaj yapıldı. Ayrıca kaybolan veya kaybolmaya başlayan değerlerimizi gün yüzüne çıkarmaya çalışıyoruz. Bence çok önemli bir gazetecilik başarısı da gösterdiler sayının birinde kağıt toplayan Çingene dediğimiz insanlarla foto roman tarzında bir çalışma yaptılar. O insanların hayatlarını görmek açısından bu önemliydi. Yanından gelip geçiyoruz ama bunların içinde de ayrı bir dünya olduğunu fark etmiyoruz. Bunu bize fark ettirdiler. Bu tür şeyler genelde de kabul gördü ve beğenildi. 10 bin tane de basılıp dağıtılıyor. Ama biraz mali külfeti olmaya başladığı için biraz ara verdik. Birde derginin bir bölümünde çeşitli sağlık konusunu işliyoruz. Yakın zamanda derginin bir sayısını çıkaracağız.
Buradan okuyucularımıza en son neler söylemek istersiniz? Gençlerimize ilginin bütün vatandaşlar bazında çok daha fazla olması gerektiğine inanıyorum. Etkimiz altındaki gençler beyinleri ve bedenleri iğfal edildikten sonra biz istersek koca koca camiler yaptıralım. Her yıl hacca, umrelere gidelim. Gece sabahlara kadar namaz kılalım kendimizi kurtaramayız. Cami yapalım ama sanki aşırıya gidiliyor gibiyiz. Aslında namaz kılan için her yer mescit. Camilerde namaz kılınmıyor ve bomboş ama siz hala bir caminin yanına bir cami daha yapıyorsunuz. Bununla insan Allah'ın hesabından kurtulamaz. Ben bunu bütün ciddiyetimle söylüyorum. Gençlerin elinden tutmadan ve onlara yol göstermeden, onlara yardımcı olmadan bizim nesil kurtuluşa eremeyecek. Ama bu konuda da çok gayretli olanlar var. Ben onlara da buradan taktirlerimi sunuyor ve kendilerini tebrik ediyorum. Bu konuda hassas davranan kendini feda eden parasını malını ve mülkünü bu konuya hasleden insanları buradan sizin aracılığınızla kutluyorum. Onlardan Allah razı olsun ediyorum. Hem size hem de gazetenize böyle bir fırsat verdiği için teşekkür ediyorum. Söyleşi: Bünyamin Gültekin
Sunum tekniğinizi biraz daha açar mısınız? Konferansta birçoğu kendi çektiğim fotoğraflarlardan oluşan, video ve slayt gösterimi üzerinden bir anlatım gerçekleştiriyorum. İnsanın sırrı ile alakalı 3 tane video görüntüsü var birisi makine insan çalışması, birisi hücre; hücrenin çalışması insanın mikro kozmozudur aslında. Üçüncüsünde ise bir yabancının şovu var. İnsanın kendi varlığından mutlu olması gerektiğini vurgulayan bir olay ve gösteri. Tabi sözlü izah etmek doğru olmaz. Ancak o konferanslarda çok daha iyi bir duygusal etkileşim oluşturuluyor. O video görüntülerini seyrettiğiniz zaman halinize şükrediyorsunuz. İnsanın haddini bilmemesi strese yol açıyor. İnsanın bir hedefe ulaşmak için elinde olan çalışmak ve gayret etmektir. Ama istediğin kadar çalış, hedefe ulaşamadığı taktirde insan ya tevekkül eder ya strese girer. Niye ulaşamadım diye kendini yer bitirir. Oysa hedefe ulaşmak bize bağlı değildir. Hedefe ulaşmak Allah'a bağlıdır. Siz elinizden geleni yapacaksınız sonra tevekkül edeceksiniz. Hedefe ulaştığınız taktirde de şükredeceksiniz. Bir Müslüman'ın yapması gerekende budur. Bunu yaptığınız zaman stres falan olmaz. Ama neden ulaşamadım diye bir kaygı içerisine girdiğiniz zaman bir sarmal içerisinde boğuşursunuz. Bu nedenle bir sürü psikolojik hastalığa yakalanırsınız. Bunu da yine kitabımın içerisinde vermeye çalışıyorum. Ayrıca kitabı da birde kısa kısa özetler ve bilimsel birçok yaklaşım var. Bugün bilimin insan hakkında ulaştığı hemen hemen en ileri noktaları orada vermeye çalıştım.
Benim Kitapta dikkatimi çeken bir diğer konuda normalde bilimsel verilerin Evrim Teorisi'ni desteklediği ya da doğruladığı söylenirken siz bu kitapta tam aksini söylüyorsunuz. Darvinizm gibi birçok ideolojide bir önyargı ve aldatılmışlığa dayanıyor. İnsan bir noktada aldanıyor ve peşin bir kabul içerisine giriyor. Ardından o düşünceyi savunmaya başlıyor; aynen bir takım fanatizmi gibi. Bu sefer gözü başka bir şeyi görmüyor. Bu irade ve akıl sahibi bir insan için son derece aşağılayıcı bir ithamdır. Ben mümkün olduğunca bilimsel verilerle konuyu izah etmeye çalışıyorum. Ama aynı zamanda da sonuçlara da bakarak da bir takım kanaatlere ulaştım. Mesela batı insanının ideal insanı ile bir Müslüman'ın ideal insan anlayışını orada karşılaştırmaya gayret ettim. Batıda Nietzche'nin üstün insan anlayışı vardır. Bunu Darwin'in, Evrim Teorisi ile Freud'un insanın psikolojik anlatışı ile birleştirdiğiniz zaman bunun sonucunda çıkan insan tipi Hitlerdir. Üstün insan sonuçta üstün ırk anlayışını oluşturuyor. Bu da Amerika'da da geçtiğimiz yüzyılda görülen öjenik hareketler yani insanları saflaştırmak ve zayıf olanları yok etme veya kısırlaştırma anlayışına yönelik bir gidişe yol açıyor. Güçlü insan, üstün insandır. Bu anlayışa göre para, konum ve aristokratik gibi şeyler üstün insanı oluşturuyor. Bu gücün dışında kalan insanlar kullanılabilen insanlardır. Mesela Roma'da böyle bir anlayışın olduğunu görüyoruz. Roma İmparatorluğu'nun 20 milyon nüfusu var. Bunun %95'i köle %5'i ise üstün insan konumunda ve o %95'inin görevi üstün insan olan %5'i mutlu etmektir. Batı hem Roma hem de Yunan anlayışına dayandığı için Hıristiyanlığı da bu yüzden bozmuştur. Hıristiyanlığa, Yunan ve Roman anlayışını sokmuştur. Roma çalışkandır ve hukukta ileridir. Yunan ise tembeldir. Yunanların mitlere dayalı anlayışları Hıristiyanlığı etkilemiştir. Bir takım heykeller bunun üzerine ortaya çıkmıştır. Batıda böyle bir temel olduğu için üstün insan anlayışı bugünkü kapitalizmi, komünizmi ve faşizmi ortaya çıkarmıştır. Batıda üstün insan alan insandır. Her şey benim olsun anlayışı vardır. Bir Firavun, Nemrut'da aynı mantaliteye sahipti. Ama bizde ise ideal insan veren insandır. İnsan-ı kmildir. Bunların en üst seviyesini yaşayanlar Allah'ın resulleridir. Onlar bizim için örnek insanlardır. Resuller daima inancını, felsefesini yaşayan ve hayata geçiren insandır. Mesela bir Yakup Aleyhi Selamı düşünün, ben hüznümü ve derdimi ancak Allah'a arz edebilirim diyor ve kimseye şikayetini söylemiyor. Eyüp Aleyhi Selamı düşünün o kadar hastalığa duçar oluyor ama hiçbir zaman şikayet etmiyor. Bizim için örnek insanlar bunlardır. Bunların yolunu takip eden bizim İnsan-ı kamil dediğimiz yüce insanlar ise kendine almak yerine hep veren insanlardır. Bunlardan temel alan medeniyet farklı oluyor. Batılı gidip Amerika'yı sömürüyor. Bizim insanımız ise hala bugün bile yardıma gidiyor. İşte aramızda böyle bir medeniyet farkı var. Ben bunu mümkün olduğunca kitapta işlemeye çalıştım. Bizim insana bakışımızı bütün yönleriyle işlemeye çalıştım. Sonuç olarak da ideal insan tipiyle de bitiriyorum.
İranlı Sosyolog Ali Şeriati 'İnsanın Dört Zindanı' kitabında insanı iki ayağı üzerinde yürüyen canlı yani beşer ve ulaşılması gereken modelde bir insan tasavvurunu sunuyor. Sizde insan konusunda böyle bir ayrıma gidiyor musunuz? Tabii benim söylemek istediğimde bu. Ali Şeriati'nin söylediği gibi söylemeyeceğim ama herkes farklı tarzda bunu gündeme getirebilir. İnsanın bir hayvani yönü vardır; o nefs mertebelerinde nefsi emareye tekabül ediyor. Ama bundan biraz üst seviyeye çıktığınız zaman nefsi Levvame dediğimiz noktaya varıyorsunuz. İşte o dramatik insandır. Mesela birisini dövüyorsunuz sonra oturup üzülüyorsunuz. Nefsi emare ise öyle değil, nefsi emare hayvandan aşağı veya hayvani nefis dediğimiz bir nefis anlayışıdır. Yani yiyen, içen işte bütün duyularını tatmin etmeye çalışan bir nefis türüdür. Bu İslam tarafından lanetlenmektedir. İnsanın nefsi emare sahibi olmasından uzaklaşılması istenir. Çünkü böyle bir durumda şeytanın kontrolündesindir. Nefsi Levamme ise biraz daha ideal insan tipidir. İnsanın çelişkili yapısında olduğu gibi hem zalimlik yaparsın, sonra gidip mazlumu öpersin öyle bir durum. Bunun üstünde farklı nefis mertebeleri de var. Mesela Nefsi mutmainne ulaştığı zaman insan huzura ermiş nefis mertebesine ulaşmış demektir. Allah yoluna girmiş, dünyalığa sırt çevirmiş ve ona gönlünde yer bırakmamış insandır bu. Onun üstündeki insanda ise ideal insana ulaşmak söz konusudur. Ayrıca insan Nefsi mutmain ve onun üstündeki nefis mertebelerinde dünyadan kopmuyor. Tam tersine dünyada insanlarla iç içedir, ama Allah ile beraberdir. Bu çok önemli bir farktır. Mesela Hıristiyanlıkta toplumdan kopan insanlar vardır. Evlenmeyen ve birtakım şeyleri kendinden uzaklaştıran, tabi İslam'da da inzivaya çekilme de söz konusudur ama tamamen toplumdan ve halk içerisinden kopmak söz konusu değildir. Çünkü Resulullah (s.a.v) Efendimiz böyle bir şey yapmamıştır. Bu fark çok önemli bu konu o kadar önemli bir konu ki aslında insanın daima kendisini bir imtihan içerisinde hissedip, daima Allah'ın kendisini görüyor olduğu şuurunda yaşamak, Kur'an'ın tabiriyle muhlislerden olmak gibi. Allah daima o şekilde yaşayanlardan olmayı nasip etsin. O zaman insan Cenabı Allah'ın kontrolünün dışına çıkamaz. O zaman Allah'u Teala kitabında söylediği gibi cenneti karşılığında canını, malını satın alır. Ama sen Allah'ın malını nasıl Allah'a satıyorsun. Çünkü Allah (c.c.) canını ve malını bana satarsan ben sana cenneti veririm diyor. Zaten senin yarabbi diyesiniz geliyor ama Allah diyor ki; bunu yine sen kullan, vaktin dolana kadar sen yine dünyada bana sattığın canı ve malı kullan. Ama o konuştuğun dil, baktığım göz benim olsun. Yani gözün Allah için baksın, dilin Allah için konuşsun, kulağın Allah için duysun, ayağın Allah için yürüsün. O hale ikinci doğuş, 'Ölmeden önce ölmek' veya yaşayan şehit deniliyor. Ne kadar mükemmel bir durum değil mi?
Biraz da kitap dışına çıkarak sizin yaptığınız diğer faaliyetleri de konuşalım istiyorum. Çünkü bir çok alanda faaliyet gösteriyorsunuz. Ustalar, Alimler ve Sultanlar belgeselini çektiniz. Belgeselde cihan imparatorluğunun kurulmanın sebeplerini arıyorsunuz. 2012 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul çerçevesinde yürüttüğünüz bu çalışma ile ilgili biraz bilgi alabilir miyiz? Çok hızlı bir gelişim oldu. Keşke sinema filmi tarzında çekip, tüm sinemalarda gösterebilseymişim. Bu belgesel drama tarzında ve çok maliyetli de oldu. Belgeseli, İstanbul 2010 Kültür Ajansı destekledi ve biz Osmanlı Medeniyeti'ni oluşturan 3 insan tipini ortaya koymaya çalıştık. Birisi Ustalar; bu ustaların karşılığı sanatkarlar ve tüccarlar. Onların nasıl bir zihniyette olduklarını vurgulamaya çalıştık. Alimler; yani ilim adamlarının nasıl bir yaklaşımda olduğunu ve en sonunda Sultanlar ve yöneticileri ele aldık. Alimler, sanatkarlar ve Sultanlar bu üçü mükemmel olursa bir devlet mükemmel bir şekilde yönetilir. Osmanlı bunu sağlamıştı. Ahiler prensibinde bir kişinin yanlış yapması söz konusu değildi. Bir kişi yanlış yaptığında pabucu dama atılır, işine son verilirdi. Alimler ise sırf Allah için ilim yapan, hem dünya ilimleri hem de ahret ilimleriyle uğraşan insanlar demektir. Sultanlar kurallar dışına çıkamaz. En başta Allah'ın emirleri dışında hareket edemezlerdi. Sonra adaletsizlik yapmaları da söz konusu değildir. Bunun sonucunda adalet için yaşayan bir devlet ortaya çıkıyor. Bizim şaşalı dönemimizde devletimizin çok yüce olduğu ve güçlü olduğu devirlerde bunlar görülmüştür. Bir hadisi şerif var; 'İslam sancağı altındaki bir toprakta sebepsiz yere bir gayri Müslim'i öldüren bir insan cennetin kokusunu duyamaz.' Hangi farklı ülke ve inanışta bu vardır. Bir insanın zihniyeti ne olursa olsun sebepsiz yere öldüremezsiniz. Ancak cihad gerektiren bir hadisede bu olabilir. O da senin dinine, vatanına, ırzına ve canına kastediliyorsa o zaman bunu yapabilirsin. Tabi can kastında da bir şahsın canına kastedildi diye de cihat yapılmaz. Cihadında sebepleri vardır. Yoksa dünyada kafir bitmez ki. Her zaman ben cihat yapıyorum diye bir yerlere donkişotvari saldırmanın manası yok. Ayrıca cihat sadece silahla da olmaz, ilimle de olur. Gençlerini eğiterek de olur. Paranı İslam toplumu uğruna harcarsan da cihat yapmış olursun. Bunun dışında insanı öldürmek mümkün değil. Bunu bir Yahudi veya Hıristiyan anlayışı ile karşılaştırdığınız zaman insanlık farkını görüyorsunuz. Bir insan padişah bile olsa karşısında ki de bir gayri Müslim bile olsa o insana adaletsizlik ve haksızlık yapamazsınız. Osmanlı bu sayede büyük devlet olmuştur. Adalet herkes içindir anlayışına sahip olduğu için ve bu yönde alimleri, ustaları ve sultanları yetiştirdiği içindir. İşte bizim Belgesel dramanın asıl konusu buydu. Belgeselimiz çok beğenildi. Belgeseli sinemalar sunamadık ama inşallah önümüzdeki zaman diliminde bir televizyon programı içerisinde yayınlar ve halkımızın hizmetine sunarız.
Bir cihan imparatorluğuna gidilen yolda Ustalar, Alimler ve Sultanlar üçlüsünün güçlü olması lazım dediniz. Günümüzde hem Türkiye hem de Kayseri bazında bir değerlendirme yapacak olursanız en büyük sıkıntıyı nerede görüyorsunuz? Ben her alanda eksikliğimizin olduğunu düşünüyorum. Tabi çok değerli yöneticilerimiz var. Ama bütün yöneticilerimiz aynı değil. Bütün yöneticilerimiz aynı minval üzere bir düşünce içerisinde değiller. Ben çocuklarında eğitimi ile ilgilendiğim için bu konuda çok üzüldüğüm şeyler oluyor. Mesela H.z. peygamberin İnsan öldüğü zaman amel defteri üç sebeple kapanmaz diye başlayan bir ölümsüzlük hadisi vardır. Birisi Salih evlattır ; salih evlat sadece evlerimizdeki çocuklarımız değildir. Hitap ettiğimiz alanda ne kadar çocuk varsa oradaki bütün çocuklar Salih evlat adayıdır. Onun sorumluluğu bize aittir. Ben bunu okullarda da söylüyorum; benim 5303 tane salih evlat adayım var. 1500'ü bizim okullarda 3'ü de evde. Mesela şimdi bir vali ve belediye başkanın sorumlu olduğu evlat kaç tanedir acaba. Buna eskiler veliyatullah diyor. Allah'ın emaneti. Bütün insanlar emanet ancak çocuklar bunu daha çok hakkediyor. Mesela Osmanlı padişahının tahtında yazılı bir söz var; velliyün külli mazlumin (bütün mazlumların koruyucusu ve velisi)... Siz bu sözü ne Roma İmparatorluğu'nda ne Bizans İmparatorluğu'nda ne de ABD'de böyle bulamazsınız. Bu Osmanlıyı yücelten bir sözdür. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın kabaca söylemek gerekirse 30 milyon veliyatullahları vardır. Bugün hiçbir yöneticimizin gözüne uyku girmemesi lazım. Ben TÜZDEV (Türkiye Üstün Zekalılar ve Dahiler Eğitim Vakfı)'in genel başkanıyım. Aslında ben bütün çocuklarımızı zeki olarak düşünüyorum. Ama bazı çocuklara Allah bazı kabiliyetler lufetmiştir. Dahi çocuklar bütün toplumlara eşit şekilde verilmiştir. Bazıları bunu kullanır, ileriye dönük büyük insanlar yetiştirir. Aynen sultan Fatih, Kanuni zamanında olduğu gibi… O dönemde herkes dahi çünkü dahilerini de değerlendirebilmişler. Mesela yeni öğrendiğim bir olayı aktarayım. Kırşehir taraflarında babası olamayan ve annesi perişan halde bir çocuğumuz alınmış Yahudi okullarına İsrail'e götürülmüş. Biz bunları değerlendirmezsek Yahudi alıp yetiştirecek ve bize gönderecek. Bizde ya bu adam nerden çıktı. Adı Türk, nüfus cüzdanında Müslüman yazıyor. Bakıyorsunuz ne İslam'a ne de ülkesine hizmet etmiyor. Yahudi dostu falan diyorsunuz. Böyle demeye hakkınız yok ki; çünkü suçlusu biziz. Bunun vebalinden kurtulamayız. Bu özellikle vurguladığım bir şey. Mevlana diyor ki dünyanın bir yerinde birisi açlıktan ölse sorumlusu benim. Ben doyamıyorum. Biri soğuktan titrese ben titrerim diyor. İşte bu müthiş bir sorumluluk anlayışıdır. Yani İslam'ın sorumluluk anlayışı budur. Bu iş sadece ekonomiyi düzeltme ve yollar yapma işi değildir. Tabi bunları ihmal etmeyelim ama çocuklarımızı da unutmayalım. Onları en üstün şekilde yetiştirelim. Onları bu ülkeye bağlı insanlar yapalım. Gittiği her yerde bizim anlayışımız ortaya koyabilecek insanlar olsunlar. Aksi taktirde geleceğin olmaz. Bu konunun çok hassas olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bu konuya çok önem vermeye çalışıyorum. Türkiye'de çok sağduyu sahibi insan var. Umarım bunlar makes bulur ve çok daha ciddi ve çok daha hassas bir şekilde bu konuya eğiliriz. Şimdi sizin de faaliyetlerinin bir kısmından bahsettiğiniz TÜZDEV'in oluşma aşaması nasıl oldu? Bu dahi çocukları nasıl belirliyor ve bir araya getiriyorsunuz? Bu işi yapan bir kısım dernekler var ama TÜZDEV Türkiye'de alanında ki ilk milli vakıftır. Türkiye'de bu konuda harıl harıl çalışan yabancı kuruluşlar var. İstihbarat kuruluşları var. Çin'e götürülen çocuklar, Amerika'ya Dalton Okulları'na götürülen çocuklar var. Beyin göçüde zaten bunun üzerine gelişiyor. Sizin kaymak tabakanızı alıyorlar. Ya da bu çocuklar uyumsuz olduğu için bir kısmı isyankar oluyor. Çünkü çok farklı zihni mekanizmaya sahipler. Müthiş bir algılama mekanizmaları var. Bir konuyu iki kez anlattığınız zaman çıldırıyor çocuk. Siz bu çocukları diğer çocuklarla bir okutamazsınız. Bunlara ayrı önem vermelisiniz. Bunu Osmanlı yapmış. Osmanlı Enderun'da yetiştirdiği insanları toplumdan koparmadığı gibi dünyanın en iyi bilgileriyle donatmış. Ama kendi değerlerini de çok iyi vermiş. Ayrıca Bu çocuklara gereken ilgi gösterilmediğinde çok kolay şizofren hastası olabiliyorlar. Bunları ben uzun süredir gözlemliyordum. Ardından bir şeyler yapma gerekliliğini hissettim ve yaklaşık olarak 7-8 ay önce bu vakfı İstanbul'da kurduk. Temsilcilikler açtık. Kayseri'de de bir şubemiz var. Önce öğretmen yetiştirmekle başladık işe. İstanbul'da yakın zamanda 150 kadar öğretmene sertifika verdik. Bizim vakfın bünyesi altında yaptığımız çalışmalarla akademisyenlerden destek alarak ve bizde katılım sağlayarak bu eğitimleri gerçekleştirdik. Kayseri'de 120 yakın öğretmene sertifika verdik. Ailelere yönelikte özel çalışmalarımız var. Biz bunu daha fazla geliştirmek istiyoruz. İstanbul Valiliği ile görüştük. Ben Cumhurbaşkanı'na bu konuyu arz ettim. Yakında da Milli Eğitim Bakanı ve inşallah Başbakana bu yıl içerisinde bu konunun hassasiyetini anlatabileceğiz. Gerçi Başbakan bu konuda hassas görünüyor. Ama Türkiye'de bu konu da hassasiyet olmakla birlikte bilen sayısı çok az. En başta öğretmen problemi var. Bu çocuklar tanınamıyor. Bu çocuklar tanınmadığı taktirde geri zekalı olarak da addedilebiliyor. Hep anlatırlar Mozart okuldan atılmış, Einstein sınıfta kalmış gibi. Bunlar gerçektir. Bu çocuklarda şimdi okuldan atılıyorlar. Çünkü dersleri basit buluyorlar. Bu çocuklar çok daha üst seviye şeyler istiyor ve bu nedenle de derslerden sıkılıyorlar, sınıfı terk ediyorlar. Onların dünyaları farklı. Ama onların önünü açtığınız zaman Mimar Sinan, Ebussuud Efendi, Gazi Yaşargil gibi dehalar çıkar. Ama biz bunların bir kısmını Türkiye'de yok ediyoruz. Bunlar ya isyankar oluyorlar ya da terörist oluyorlar. Ya da yabancı istihbarat birimlerinin eline kaptırıyoruz. Yakınlarına ve çocuklarına karşı hassas ve ilgili olan bazı insanlar kurtuluyor. Dikkat edin son asırda yetişen kaç tane dahi var. Bir Necip Fazıl o kadar ezilmişliğe ve vurulmuşluğa ve kırılmışlığa, zindanlarda yaşamışlığa rağmen bir toplumun fikren önünü açtı. Bu tür insanların aslında toplumda daha çok olması lazım. Abdülhamit bir dehadır. Osmanlı Devleti'ni 33 yıl yıkılmaktan kurtarıyor. Şimdi bakıyorsunuz bütün Osmanlı coğrafyasında eserleri var. En sıkıntılı zamanlarında her yere eser yapmış. Bütün saat kulelerini inceleyin büyük bir kısmı Abdülhamit'in eseridir. İzmir, Şam, Bosna, Kudüs gibi pek çok yere saat kulesi diktirmiş. Zamanın önemli olduğunu vurgulamak için bunu yapmış. O dönemde zaman mefhumu çok önemli değil. Yani böyle dahilerin çok fazla olması gerekiyor.
Faaliyet gösterdiğiniz bir diğer alan ise Eyvan Dergisi, bu derginin misyonu nedir ve nasıl bir ekip tarafından oluşturuluyor? Eyvan Dergisi çok samimi, Fedakar bir genç gurup tarafından çıkarılıyor. İşin Organizatörü Doktor Mustafa Güneş. Ben çok fazla müdahil olmuyorum ve mümkün olduğunca profesyonel yazarlara yer vermiyoruz. Amatör ruhu devam ettiriyoruz. Dergi çocuklar için aynı zamanda bir okul. Şimdi farklı illere dağılmaya başladılar. Gittikleri yerlerde bunun aynısını orada organize ediyorlar. Eyvan Dergisi müthiş bir okuma üzerine kuruludur. Her hafta kitaplar okunur. Yaklaşık 25-30 kişilik bir grupla Mütalaalar yapılıyor. Bunların bir kısmı şimdi üniversitelerde öğretim görevlisi, öğretim üyesi veya Yüksek Lisans öğrencisi. Tabi bu 25-30 kişilik grup bir merkez oluşturdu. Onun dışında da kitap okumalar ve bir takım kültürel çalışmalar devam ediyor. Mesela zaman zaman Kayseri genelinde çalışmalar yapıyoruz. Oradan bir dernek çıktık; Kültür Eyvanı Derneği. Tabi Eyvan bilirsiniz; eski medreselerde veya evlerde ön tarafı açık yazlık dershaneler gibi kullanılan mekanlardır. Biz onu platform yerine kullanıyoruz. Eyvan Dergisi'nde benim üzerime sadece hatıralar ve hayata bakış diye bir bölüm hazırlıyorum. Hayatımda belli kareleri alıyorum. Beni etkileyen olayları anlatmaya çalışıyorum. Onun dışındaki şeyler klasik dergi formatının tamamen dışında. Bakıyorum bazıları zaman zaman ısmarlama dergiler çıkarıyorlar. Her şey klasik, bir yerinde adamın röportajı var. Bir tarafta bir şehri veya ülkeyi tanıtıyor. Arkasında bir moda bölümü vardır. Yani klasik şeyler. Bizimki buna benzer şeyler olmakla beraber bir konu bütünlüğü söz konusudur. Kimsenin ilgilenmediği alanlar söz konusudur. Mesela Davudi Kayseri hazretleri, Kayseri'de uzun süre eğitim almış ve yetişmiş biri. Daha sonra Osmanlı'nın ilk yerleşim yeri olan İznik'e gitmiş. Dergimizin bir bölümü gurbetti. Gurbette ki bir Kayserilinin Kayseri'ye bakışı mesela, Mehmet Yazar'la röportaj yapıldı. Ayrıca kaybolan veya kaybolmaya başlayan değerlerimizi gün yüzüne çıkarmaya çalışıyoruz. Bence çok önemli bir gazetecilik başarısı da gösterdiler sayının birinde kağıt toplayan Çingene dediğimiz insanlarla foto roman tarzında bir çalışma yaptılar. O insanların hayatlarını görmek açısından bu önemliydi. Yanından gelip geçiyoruz ama bunların içinde de ayrı bir dünya olduğunu fark etmiyoruz. Bunu bize fark ettirdiler. Bu tür şeyler genelde de kabul gördü ve beğenildi. 10 bin tane de basılıp dağıtılıyor. Ama biraz mali külfeti olmaya başladığı için biraz ara verdik. Birde derginin bir bölümünde çeşitli sağlık konusunu işliyoruz. Yakın zamanda derginin bir sayısını çıkaracağız.
Buradan okuyucularımıza en son neler söylemek istersiniz? Gençlerimize ilginin bütün vatandaşlar bazında çok daha fazla olması gerektiğine inanıyorum. Etkimiz altındaki gençler beyinleri ve bedenleri iğfal edildikten sonra biz istersek koca koca camiler yaptıralım. Her yıl hacca, umrelere gidelim. Gece sabahlara kadar namaz kılalım kendimizi kurtaramayız. Cami yapalım ama sanki aşırıya gidiliyor gibiyiz. Aslında namaz kılan için her yer mescit. Camilerde namaz kılınmıyor ve bomboş ama siz hala bir caminin yanına bir cami daha yapıyorsunuz. Bununla insan Allah'ın hesabından kurtulamaz. Ben bunu bütün ciddiyetimle söylüyorum. Gençlerin elinden tutmadan ve onlara yol göstermeden, onlara yardımcı olmadan bizim nesil kurtuluşa eremeyecek. Ama bu konuda da çok gayretli olanlar var. Ben onlara da buradan taktirlerimi sunuyor ve kendilerini tebrik ediyorum. Bu konuda hassas davranan kendini feda eden parasını malını ve mülkünü bu konuya hasleden insanları buradan sizin aracılığınızla kutluyorum. Onlardan Allah razı olsun ediyorum. Hem size hem de gazetenize böyle bir fırsat verdiği için teşekkür ediyorum. Söyleşi: Bünyamin Gültekin