'AVRUPA'NIN KARANLIĞI, BİZİM AYDINLIĞIMIZDIR'
İlim Hikmet Vakfı'nda konuşan Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Ertürk, 'Batıda kilise, bilim adamlarına baskı uygularken doğuda insanlar, rasathane kurup gök bilimleriyle uğraşıyordu. Dolayısıyla İslam'da dünya ve ahiret dengesi birbiriyle bağlantılıdır, birbirinden kopuk değildir' dedi.
Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Ertürk İlim Hikmet Vakfı'nın düzenlediği Düşünce Akademisi'nde konuştu. Vakfın konferans salonunda gerçekleşen konuşmada Ertürk, 'Karşılaştırmalı İslam ve Batı Düşüncesi' konusunu anlattı. Ertürk, yaptığı konuşmada kayıtlara geçtiği kadarıyla tarihsel olarak batı düşüncesinin daha çok putperest bir toplum olan eski yunanda, mitolojiye dayalı kendi hayal ve düşüncelerini de merkeze alan, tarihsel gelişimi itibariyle buradan dünyaya yayılan düşünce akımı olarak tanımlandığını söyledi.
'Yeryüzündeki tüm düşünceler, vahyin kırıntısıdır'
Batılı kaynakların çoğunda durumun böyle başlatıldığını kaydeden Ertürk; 'Batılılar, sanki her şeyi kendiler icat etmiş gibi gösterseler de, asıl kaynaklara baktığımızda (sözlü ve yazılı) bu düşüncenin doğuda, Mezopotamya da, batının söz ettiği sağlıklı düşüncenin var olduğunu görüyoruz. İmam Gazali; 'yeryüzünde her türlü düşünce kırıntısı, ilahi vahyin kalıntısıdır' demiştir. İlahi vahiyle başlayan ve zaman içinde insan düşüncesinin de dahil olmasıyla gündeme gelen bu düşüncenin doğudan, çeşitli yollar ve vesilelerle (ticaret vs.) batıya geçtiğini biliyoruz. Mısırlıların astronomi, coğrafya ve diğer alanlardaki başarılarını da tarihten okuyoruz. Bakın çok çarpıcı bir araştırma; batılıların yazdığı 150 ciltlik 'dünya tarihi' kitabında, Rönesans'ın İslamiyet'in doğuşuyla birlikte başladığı ve bu tarihten itibaren insanlığın hakiki manada dirilişe geçtiği söyleniyor. Batıda Rönesans öncesi durum nasıldı ona değinelim. Katolik kiliselerde şu anlayış hakimdi; Hz. Adem'in ilk günahı işlemesi nedeniyle, tüm insanlar günahkar olarak dünyaya gelir. (yeni doğanların vaftiz edilmesi de buradan kaynaklanır) Baba Tanrı, bu günahtan tüm insanlığı kurtarmak için, oğul Tanrıyı yeryüzüne göndermiştir. Oğul tanrı, tüm insanlığı günahlardan temizlemek için kendini feda etmiştir. Kendini takip eden herkesi kurtarmıştır. (Kuran-ı Kerimde farklıdır)'dedi.
'Tanrı ölür mü?'
Bu temel öğreti çerçevesinde düşüncelerin şekillenmeye başladığını vurgulayan Ertürk, bunun üzerine 'Tanrı ölür mü?' Sorusunun sorulmaya başladığını belirterek sözlerine şöyle devam etti; 'Kilise, bu öğretiyi revize eder, 'Tanrının bedeni öldü, manevi şahsiyeti yaşamaktadır, kilisenin kurumsal yapısı, Hz. İsa'yı temsil ediyor' düşüncesi oluşturulmaya çalışılır. Tanrı kimliğini kiliseye taşımak suretiyle, her konuda söz sahibi, karar verici kilisedir. Kilisenin insanlar üzerindeki gücü ve nüfuzu, insani bir kurumsal yapıdan Tanrısal hüviyete taşınmış olur. Kilise, mahalle papazlarından, papaya kadar, hiyerarşik bir kuruma dönüşüp, Tanrısal güce dayalı olarak uzun süre, akla dayalı düşünceleri şiddetle reddetmiş, açıkça söylenmesine izin vermemiştir. Rönesans döneminde akli düşüncelerin, kilisenin kontrolünde değil, daha özgür ve bağımsız olması gerektiği, düşünürler tarafından dile getirilir. Sokrates, Aristoteles, Platon gibi insanlar, bu düşünceleri sistemli hale getiriler.
'kısa zamanda dünyaya yayılan başka bir düşünce göremezisiniz' Ertürk, doğudaki aydınlanmanın ise, İslamiyet'in doğuşuyla başladığını hatırlatarak; 'Kız çocuklarının gömüldüğü, fakir fukaranın ezildiği, her bakımdan karanlığın zulmün olduğu bir dünyada Hz. Muhammed (s.a.v.) geliyor. Düşünün; çölün ortasında susuz kalmışsınız ve biri size su uzatıyor. Bütün gücünüzle suyu kana kana içmek istersiniz. İşte Hz. Muhammed'in getirdiği vahye, insanlık bu kadar muhtaçtı. Getirdiği vahiy öyle adil ki; 'Zengin fakiri ezmemeli, faiz kaldırılmalı, kimse haksızlığa uğratılmamalı, kızım yanlış yapsa da ona had cezası uygularım' demesi… Kur-an'ın getirdiği mesajlar, insanların dört gözle beklediği mesajlardı. Bu mesajlar 30-40 yıl gibi bir zamanda üç kıtaya yayılıyor. Bu kadar kısa zamanda tüm dünyaya yayılan başka hiçbir düşünce/din göremezsiniz. İspanya Endülüs, doğuda Hint kıtası, kuzeyde Rusya'nın içleri ve Kafkaslara kadar geniş coğrafyalara yayıldığını görürsünüz. Bu sadece basit bir fikir yayılması değil. İnsanların hem gönüllerine, hem bedenlerine, hem akıllarına, dünya ve ahretlerine hakimiyet kuran bir Din. Hatta şunu söyleyebiliriz ki, İslam Dini; insanı topyekun bir bütün olarak muhatap alır ve bütün varlığının üzerine hkimiyet kurar. İnsanın yaşantısı, duygu ve düşüncesi her boyutunu şekillendirmiştir' şeklinde konuştu.
'Avrupa'nın karanlığı, bizim aydınlığımızdır'
İslam'ın ilime verdiği öneme de değinen Ertürk, ayetler ve hadisler ışığında bu önemi şöyle aktardı; 'Bazı ayetlerde 'Bilenle bilmeyen bir olur mu? Akletmez misiniz?' Buyurulur. Yine Hz. Muhammed'in; 'İlim Çin de de olsa gidip alınız' sözünü hatırlayalım. Burada kastedilen, ilahi ilimler miydi peki? İslam medeniyeti her alanda ilim adamı yetiştirmiştir. İbn-i Sina, Ali Kuşçu, Harezmi, bunlar sadece birkaçı… İbn-i Sina'nın tıpla ilgili kitapları batı üniversitelerinde okutuldu. Hz. Muhammed'in uygulamasına baktığımızda, dünya ve Ahiret dengesini birlikte yukarılara taşıdığı nazari arka planı var. Batıda kilise, bilim adamlarını bastırırken doğuda insanlar, rasathane kurup gök bilimleriyle uğraşıyor. Dolayısıyla İslam'da dünya ve ahiret dengesi birbiriyle bağlantılıdır, birbirinden kopuk değildir. 'Allah yaptığı işi en güzel şekilde ve en iyi şekilde yapar'... Bizler de yeryüzünün halifeleri isek, yaptığımız işin en iyisini yapmak zorundayız. Öğrencinin ders çalışmaması düşünülebilir mi? Hocanın dersi anlatmaması, esnafın ürün satmaması, çiftçinin üretim yapmaması olabilir mi? Herkes bulunduğu yerde yaptığı işi en iyi şekilde yapma gayreti içerisinde olmalıdır. Bir sürü mühendislik fakültemiz ve binlerce öğrencilerimiz var, elektronik, kimya, makina mühendisleri gibi çeşitli bölümlerimiz var. Fakat aletlerin hiç biri bizim değil! İlim teknolojiye dönüştürülür, teknoloji ilim ve düşüncenin maddeleştirilmesidir. Ortaçağ batı için karanlıktı ama Müslümanların her bakımdan en parlak dönemi, aydınlığın zirvesiydi. Çağların eskitemediği ilim zirvesiydi…
Hazırlayan: Sümeyra Karatekin