' Bizim Kampüs 'Gençleri
Üniversite gençliğinin okuduğu şehirde bir misafir gibi yaşaması önce kendisi için sonra da yaşadığı şehir/ülkemiz için büyük bir kayıptır. Bu nedenle üniversiteli olmayı kampüs-ev/yurt içine hapsetmek doğru bir anlayış değildir. Hem genç olmak hem de üniversiteli genç olmak iki büyük zenginliktir. Bu zenginliği toplumdaki sivil kurum ve kuruluşlara katmak, topluma faydalı bir birey olmak demektir. Aynı zamanda yarına daha iyi hazırlanmak, yarınlara umut olmak demektir.-
Yazı:1
Üniversite gençleri ile ilgili bir yazımda, yukarıdaki tespitlerde bulunmuştum. Bu temennimin hayat bulduğu bir zemin 'Bizim Kampüs' çalışması oldu. Kayseri'de üniversite öğrencilerinin barınma ihtiyaçlarının yanı sıra, fikirsel ve kültürel gelişimlerine katkıda bulunan sayılı ve sınırlı öğrenci yurdu var. İşte bunlardan biri de Furkan Doğan İlim Yayma Cemiyeti öğrenci yurdu. Yurtta öğrencilerin kendini geliştirecekleri ve ifade edecekleri farklı kulüpler var. Bu kulüplerden biri de, Basın-Yayın Kulübü. Bu kulüp, cemiyetin faaliyetlerini takip ediyor, arşivliyor ve yerel basına servis ediyor. Ayrıca bu kulübün ayırıcı özelliği şu ki, Kayserimizde yerel basında iyi ve itibarlı bir yeri olan Kayseri Gündem gazetesinde haftalık 'Bizim Kampus' başlığı altında sayfa hazırlıyorlar. Makale, deneme, röportaj, şiir ve karikatür gibi farklı edebi türlerde kendilerini ifade ediyorlar. Öyle bir heyecan var ki, tamam diyorum. Bunlar bu şehirde misafir gibi yaşamıyorlar, bu şehre bu şehrin insanına değer katıyorlar. En son yaptıkları anket kendi çapında yankı buldu. Kampüste üniversite gençliğinin sorunları çerçevesinde yapılan ankette, ilk sırada barınma yok, ekonomi yok… Ne var? Ahlak diyorlar. Bunu gençlerin ifade ediyor olması, yaşadığımız toplumun hala diri ve diriltici bir damarının var olduğunu gösteriyor.
Bu gençler Bizim Kampüs derken sadece Erciyes Üniversitesi'ni kastetmiyorlar. Bu gençler Kayseri'deki resmi ve özel üniversitelerimizin hepsini bizim kampus olarak görüyorlar. Üniversite gençliği akademik gelişiminin yanı sıra entelektüel, kültürel gelişiminde eşgüdümlü gitmesini istiyorlar. Bu gençler, gençleri bireysel ve sosyal sorumluktan uzak tutan, hedonist ve hazcı diyebileceğimiz bütün çağın çiğliklerinden uzak durarak ve akranlarını uzaklaştırarak yürüyorlar.
Günümüzde gençlerin çoğu çağın ağlarına tutsak; internet-bilgisayar-cep telefonu-televizyon… bunlara bağlı olsunlar, ama bağımlı olmasınlar istiyoruz. Ama bunlara kendileri karar vermişler ise bu işimizi daha kolay, daha doğru kılıyor. İşte bu gençler çağın çiğliklerine karşı, özgürlük mücadelesi veriyorlar. Teknolojinin ve medyanın ayartıcılıklarına rağmen duru ve diri kalabiliyorlar.
Bu gençler İlim Yayma Cemiyetinde bir cemiyet şuuru içinde kalıyorlar. Bu nedenle topluma seslerini 'Bizim Kampüs' aracılığıyla duyuruyorlar. Bölümleri farklı farklı: tıpçı, ilahiyatçı ve basın-yayıncı. Evet fakülteleri farklı olsa da, niyetleri ve eylemleri aynı havzada, bizim kampus sayfalarında buluşuyor. Mehmet Akif'in, 'Asım'ın Nesli', Necip Fazıl'ın 'Büyük Doğu', Sezai Karakoç'un 'Diriliş Nesli', Seyyid Kutup'un ' Öncü Kur'an Nesli' dediği, bu gün çoğu yerel ve küresel alimlerin 'Adanmış Nesil' diyebileceği bu nesil saplantılı ve saptırıcı medyaya/teknolojiye rağmen , alternatif basın-yayında sarsıcı ve sağlıklı bir birey/beyin olarak kendilerini yetiştiriyorlar.
Üstad Necip Fazıl'ın ifadesi ve tarifi ile bu gençlik:
'Zaman bendedir ve mekan bana emanettir şuurunda bir gençlik!
yazı:2
TATİL GEREKLİ MİDİR ?
Hayata gözlerimizi açtığımızda başlarız bir şeyler öğrenmeye bir şeyleri idrak etmeye… Zamanla bu öğrenim bir metoda uygulanmış şekli olan eğitim sistemi ile karşılaştığımızda ise hayatımız tamamen değişecektir. O küçük akıllarımız artarda gelen bilgiler karşısında sanki ejderha ile tek başına çarpışacak. Zorlu patikalar atlatan nohut büyüklüğündeki mucizevi belleğimiz yepyeni bilgiler öğrenmiş olarak koca bir tatili hak edecektir. Ne kadarda güzel bir şey değil mi koca koskoca üç ay vardır önümüzde tüm bilgilerden, derslerden uzak üç ay… Aslında hiçte umduğumuz bir üç ay olmayacaktır bu çünkü bizler halen hayattan ders çıkarıyor bir şeyler öğreniyor olacağızdır. Mesela bu öğreneceklerimizden birisi de bu kadar uzun tatil yapılmayacağı.
Tatili Türk Dil Kurumu şu ifadeler ile açıklıyor;
*Kanun gereğince çalışmaya ara verileceği belirtilen süre, dinlenme.
*Okul, meclis, adliye vb. kuruluşların çalışmasını durdurduğu veya kapalı bulunduğu dönem
*Eğlenmek, dinlenmek amacıyla çalışmadan geçirilen süre
Bu üç tanıma bakıldığında karşımıza şöyle bir tanım çıkarabiliriz;
*Derslerden, eğitimden, işten ve çalışmaktan uzak genelde bütün zamanın yatarak boş vakitlerimizi (maalesef) değersiz uğraşlarla geçirdiğimiz süre zarfına tatil denir.
Tüm bu açıklamalardan sonra önünüze birkaç ayet sunmak istiyorum.
Necm / 39-40. ''Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir.''
İsra / 19. Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.
Yüce yaradan bize Kur'an'ı Kerimde çalışmamızın karşılığı olduğunu ve çabalarımızın sonucunun bizler için hayırlara vesile olduğunu belirttiği halde bu kadar uzun tatile ne hacet diye tekrardan soruyorum.
Günlük hayattan bu konuya baktığımızda dahi tatilin haddinden fazla olduğu anlaşılmaktadır. Mesela bir öğrenci dokuz ay öğrenim görerek tekrar ettiği bilgiler beyninde yer edinmişken ardından gelen üç ay tatilde bu bilgiler yapılmayan tekrarlar ve üzerine eklenmeyen bilgiler sonucunda gerilemektedir. Yeni bir döneme başladığında öğrencinin beynindeki bilgiler yarım yamalak şeylerden ibarettir. Bu yarım yamalak bilgilere sahip öğrencilerden üstün performans bekleyen öğretmenlerimiz ise bu konuda pek farksız değildir aslında. Onlarda üç ay boyunca tatil yapmışlar ve okul açıldığında ellerindeki yardımcı kitaplar onların kurtarıcıları olmuştur. Ne kadar garip değil mi öğreten kişi öğrettiği şeyden bir haber olabiliyormuş demek ki. Siz hiç merak ettiniz mi acaba bizim hocalarımız neden bu kadar az kitap yazıyor ya da neden bizler bizim hocalarımızın kitaplarını okuyamıyoruz. Bu sorunun cevabını ben vermeyeceğim belki tatilinizden kısa bir süre ayırıp siz bulabilirsiniz.
Bugün hangi doktor üç ay tatil yapıyor acaba? Hangi hemşire üç ay tatil yapıyor? Hiçbiri üç ay tatil yapmıyor. Ülkemizde doktur açığı var ondan tatil yapmıyorlar demeyiniz lütfen bu tezinizi anında çürütebilirler. Doktorlarımız ve hemşirelerimiz üç ay tatil yapmıyorlar çünkü onlar bu tatil zarfında en ufak bir detayı unutsalar bir insan hayatının son bulmasına sebep olurlar. Ancak biz öğrenciler ve öğretmenler üç ay tatili kendimize hak görebiliyoruz. Ne kadar da ironi… Kendimizi bile bile önce unutmaya sonra tekrardan hatırlamaya yoruyoruz ve biz bu durumu tatil diye güzelce anabiliyoruz. Kusura bakmayın ama bizim aklımızda biraz sorun mu var ne? Kendi önümüzde çığır açabilecekken o çığırları tatil ile hep erteliyoruz ve eminim ki bu tatiller böyle süregeldikçe bu çığır hiç gelmeyecektir. Şİmdi sizlere soruyorum tabi tatilden başınızı kaldırabilecek kadar akıllıysanız. ''Tatil gerekli midir?''
İSMET MAVİ
ismetmavii@gmail.com
YAZI:3
TATİL YATMAK MIDIR?
Tatil kelimesi sözlükte ; çalışmaya bir süre ara verme veya çalışmayı durdurma anlamına gelmektedir. Bir çeşit dinlenme zamanıdır. Ta'til Arapçada ise 'a-ta-le' kökünden gelir. Fiil kök manası itibarıyla ' iş yapmamak , boş oturmak ' demektir . Türkçe de tembellik anlamında sık kullanılan 'atalet' kelimesi de aynı kökten türemiştir.
Günümüzde insanlar yıl boyunca şikayet ettikleri trafiği , insan kalabalığını ; tıklım tıklım dolu tatil beldelerinde park yeri arayarak geçiriyor. Doğayla baş başa kaldıkları süre telefon şarjının ömrü kadar olmuyor. Yine güne telefonların merhaba diyerek başlayıp akşamı gece eğlenerek kısır bir döngü içerisinde devam ediyorlar. Burada tatil değil atalet gerçekleşmiş oluyor, Yapılan araştırmalara göre dinlenme şeklinin en verimli hali bir işin bittikten sonra başka bir işe başlanılmasıyla meydana gelir.Buna örnek verecek olursak ; hobi olarak çalınan bir enstrümanın işi bittikten sonra bir parça çalmak, el sanatlarıyla ilgilenmek , yazı yazmak gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Tatil kişinin kendini ve becerisini tanıması için bir fırsattır . Nitekim bir müslüman vaktini boşa harcamamalıdır . Faydalı işler ile meşgul olmalıdır . Allah-u Teala Kur'an ı Kerim de '' Her güçlüğün yanında bir kolaylık vardır . Unutma ki , o güçlüğün yanında bir kolaylık daha vardır. Öyleyse onun için yorul ve yalnız Rabbine giden yola sarıl . ( İnşirah ,94/5-8) ' buyuruyor. Tatil bir iş değişikliği , bilgi ve görgüyü artırma ve yaşanan ortamı değiştirip farklı işler yaparak dinlenme şeklinde anlayabiliriz.
Böylece müslüman için tatil ; boş zamanını araştırarak , öğrenerek ve öğrendikleriyle etrafına faydalı olarak geçirmelidir. Bütün gününü elinde telefona veya televizyon başında yatarak geçirmek değildir .
BÜŞRA İSTEMİ - busraistemi@gmail.com
2.SAYFA BIZIM KAMPÜS YAZI:4
ABDULLAH YILDIZ'DAN GENÇLERE ÜÇ ÖNEMLİ NAMAZ FORMÜLÜ
İlim Yayma Cemiyeti Kayseri Şubesinin organize ettiği' Bir Tevhid Eylemi Namaz' adlı program Araştırmacı/ Yazar Abdullah Yıldız'ın anlatımıyla Şehit Furkan Doğan Yurdun da gerçekleşti.
Geçen hafta Kayseri Şehit Furkan Doğan yurduna gelen Abdullah Yıldız hocamız Gençlere Nasıl bir namaz kılmalıyız? ile ilgili üç formül verdi. İşte Abdullah Yıldız'ın üç formülü;
1-'HER NAMAZIMIZI SON NAMAZIMIZ GİBİ KILMALIYIZ'
'Birinci formülümüz ezanı dinleyin ve yatsı namazını uyku vaktine kadar bırakmayın. Bu saatlere bırakırsanız şeytan bastırır nefis de bastırır sonra neyse ya hadi bu akşam gitsin bari diyip kılmazsınız. Sakın böyle bir şey demeyin. Çünkü bu namaz son namazınız olabilir. Bu konuyla ilgili hadis de var. Hadis-i şerif'te;' Her namazınızı son namazınız olarak kılın' buyuruyor. Peygamberimizin bu hadisi unutulmuş. Maalesef bunu günümüzde bunu hatırlatan yok. Ama Mescid-i Aksa'da bu hadisi uyguluyorlar. . 3 ay önce Kudüs'e gittiğimde gördüm. Mescid-i Aksa imamı namaz durmadan önce cemaate, son namazınız gibi huşu içinde namaza durun dedi. Çünkü onlar camiden çıktıklarında İsrail askerlerinin elindeki silahla kendisini öldürmeyeceğinden yada bir bombanın yanında patlamayacağından emin değil. Bizlerde Kudüs'deki kardeşlerimiz gibi Her namazımızı son namaz olarak kılacağız. '
2- 'NAMAZ KILARKEN DÜNYA İLE İRTİBATIMIZI KESMELİYİZ'
' Namaz öncesinde; ezanı dinleyip tekrar etmeli, abdest alırken manevi kirlerimizden arınıp günahlarımıza tövbe etmeli, kıbleye yönelip yüzümüzü Kbe'ye döndürürken özümüzü de Allah'a teslim etmeli, niyetimizi halis tutmalı ve nihayet iftitah tekbirini alırken ellerimizin tersi ile dünyayı arkaya atıp Allah'ın divanına durduğumuzun farkında olmalıyız.
Namaz esnasında ise; Fatiha suresini, Rabbimizle sohbet edercesine, anlamını kalbimizde hissederek okuyup düşünmeli ve Allah'a hangi konularda söz verdiğimizin, O'ndan neler istediğimizin bilincinde olmalıyız. Okuduğumuz surelerin, tesbihatın, tekbirlerin ve duaların da manalarını bilerek okumalı, zihnimizi başka şeylerle meşgul etmemeliyiz.'
3- 'EYLEM GİBİ NAMAZ'
Şuayb (a.s.)'ın namazı, eylem gibi namazdı. Şuayb (a.s.)'a peygamberlik verildi, tıpkı Peygamberimiz gibi, Hz. Musa gibi ve kendisine namaz emredildi. Şuayb(a.s)'ın etrafında da bir cemaati vardı. Raht diye tabir ediyor Kur'an-ı Kerim bunu. Ki bu 9-10 kişilik bir grup için kullanılır, en fazla 40'a kadar çıkar. Onlarla beraber demek ki, namaz emredilmişti ve kılıyordu. Fakat bir taraftan da toplumsal hayata müdahale ediyordu. Diyordu ki: 'Allah'a ortak koşmayın, atalarınızın taptıklarına tapmayın ve insanların mallarını çalmayın, soygunculuk vurgunculuk yapmayın. Ölçüye, dengeye, mizan, mikal ve kıst üç kavrama önem veriyordu. Ekonomik hayatta ölçülü, dengeli ve adaletli olun. Ve köşe başlarında insanların mallarını gasp etmeyin.'
Toplumun, Medyen ve Eyke halkının önde gelenlerinin Hz. Şuayb'e ilk itiraz cümlesi şudur. Hud Suresi 87. ayeti kerime: 'Ey Şuayb, senin namazın mı sana emrediyor bunları?' Bizim atalarımızın taptıklarından vazgeçmemizi ve malımızı mülkümüzü dilediğimiz gibi kullanmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Yani Şuayb (a.s.)'ın namazı ve tabii ki tebliği, risaleti, onların sosyal hayattaki olumsuzluklarına, vurgunlarına, soygunlarına, aşırılıklarına, her türlü haram ve fuhşiyatlarına karşı çıkmayı gerektiriyordu. Bu onların zülfüyrına dokundu. Onlarda Ey Şuayb, senin namazın mı bunu emrediyor, dedi. İşte biz böyle bir namaz kılarsak o namaz her türlü olumsuzlukları, her türlü fuhşiyatı, her türlü menhiyatı toplumdan def eder. Özetle biz Ankebut Suresi 45. ayette ifade edildiği gibi dosdoğru, gereği gibi huşu içinde namaz kılarsak, bu namaz bizi her türlü kötülüklerden alıkoyar. Bizim o kötülüklere, fahşa ve münkere karşı tavrımız toplumu da uzak tutma çabasını beraberinde getirir. Şuayb gibi namaz kılarız, Şuayb gibi toplumsal hayata, tarihe müdahale ederiz. Böyle bir namazı, inşallah Rabbim hepimize nasip etsin.' diyerek konuşmasını tamamladı.
Yazımızı güzel sözün, şiirin ve nesirin üstadı Necip Fazıl Kısakürek'in, namaz hakkındaki şu güzel beyti ile bitirelim:
Namaz, sancıma ilaç, yanık yerime merhem;
Onsuz ebedi hayat benim olsa istemem.
M. SAFA ASAROĞLU- safa_asaroglu@hotmail.com
KİTAP DEĞERLENDİRMESİ
MÜSLÜMANCA DÜŞÜNCE ÜZERİNE DENEMELER
Rasim Özdenören tarafından kaleme alınan, ilk baskısı 1985 yılında yapılmış olan kitap, yazarın ifadesiyle , son baskıda baskıda temel metne dokunulmadan, gereksiz ifadelerin silinmesi ve kimi yerlerdeki zaafların giderilmeye çalışılmasıyla yeniden düzenlenmiştir. Son kertede dahi yazar olması gereken metne ulaşamadığını ifade ederek, bu metnin kendi indinde sakat doğmuş bir çocuk mesabesinde olduğunu, bundan dolayı da daha çok ihtimama ve şefkate layık görülmesi gerektiğini söylemektedir.
Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Yazarın 70'li yıllar ve 80'li yılların başında yazmış olduğu denemelerin derlenmesinden meydana gelmiştir. Yazar eserini sade ve anlaşılır bir dille kaleme almıştır. Müslümanlar için önem arzden birçok konuya değinmiş ve bir çok probleme dikkat çekmiştir. Kitabın ilk baskısının üzerinden 27 sene geçmiş olmasına rağmen, kitap hala güncelliğini muhafaza etmektedir. Mahiyeti ve önemi açısından muhakkak okunması gereken kitaplardan biridir.
Kitapta genel olarak ele alınan konu batı kafası ile müslüman düşüncenin karşılaştırlımasıdır.Batıcı bir kafayla düşünceyle şekillenen yeni dünyanın (modernitenin) sorunlarını islami bir kafayla çözmeye kalkışmanın faydasız ve sonuçsuz olacağı belirtilmektedir.
kısaca söylersek bugün problem alanı olarak önümüze getirilen konuların tümüne düzmece problemler diye bakılmalıdır. İnsanlar her neyi put olarak görmüşler ise o putlar karşılarına problem olarak çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında , günümüz dünyasında asıl problemin problem diye uğraşılan konular olmadığını fakat asıl problemin kafa yapısından doğduğunu söylemek gerekecektir. Örnekleme verilecek günümüzde ekonomik eğitim siyasi alanda müslümanları müslümanca bir hayat yaşamaktan alıkoyan problemlere islami bir çözüm getiremiyoruz bunun sebebi bu alanların bizzat islami bir kafayla şekillenmemesidir.
Çünkü batı zihni ile islami düşünce farklı argümanlar ve değerler üzerine inşa edilmiş iki zıt kutuptur.
Batı kafası daha çok bireyci anlayışla doymak bilmeyen , kazandıkça kazanmak duygusuna sahip bir insan profili çizmektedir.
İslami düşünce ise yetinme duygusuyla hareket eden kazandığını paylaşma ve evrensel faydayı gözeten bir insan profili çizmektedir.
Batı kafasıyla şekillenen modern dünya da müslümanlar hayatlarını nasıl tazim edecekleri hususunda açmaza düşmekteler.
Örneğin Ekonomik alanı ele alırsak ticaret müslümanın hayatının önemli bir alanını kapsamaktadır. Ekonomi zaten hayatların tanziminin temelini oluşturmaktadır. Ve müslümanlar ticaret yapmak için batı kafasıyla şekillenen modernzmin ekonomisine bi atını vermeden hareket edememektedir banka ve faizden geçmeyen bir ticaret neredeyse mümkün değildir.zaten islami düşünceyle oluşturulmayan bu düzenin müslümanlar için yarattığı problemlerin islami bir anlayışla çözülmesi mümkün değildir. Bankasız ve faizsiz bir ticaretin mümkünlüğü ancak ekonominin islami bir düşünceyle şekillenmesine bağlıdır. Burda söz konusu sorun sadece banka ve faiz sistemi değildir. Bu düzenin meydana getirdiği ihtiyaçsız tüketim ,üretimin arzı için yapılan medyatik faaliyetler ve bu faaliyetlerin üretilen mallara vasıfları dışında bir değer kazandırması gibi önemli sorunlar da söz konusudur.
İnsanlığın yeni tabusu olarak nitelendirilen bilim, insanın hür düşüncesi karşısında duran demirden bir kösteğe benzetilmiştir. Bilimin insanoğlunu yalnız ve ancak kendi bildikleriyle sınırlandırdığına, her şeyi kendi düşündüğü gibi düşünmesi gerektiğini salık verdiğine dikkat çekilmiştir. Yazar Rönesans'ı aslında, Batı'da Hristiyanlığa karşı bir dinsizlik gayretinin sonucu olarak görmektedir. Doğmalara karşı ( batıda kilisenin ürettiği ) savaşa çıkan insanın aslında ve neticede kimlik değiştirmiş yeni bir doğmayla karşı karşıya kaldığı söylenmiştir. Öncesinde kilise otorite iken onun yerini, yeni otorite olarak bilim almıştır. Batılı kafa yapısıyla hayata bakan/bakma yanlışlığına düşen müslümanların da bilimin tasdik etmediklerine şüpheyle bakışı ya da kendi gerçeklerini bilimsel çerçevede ifade etme çabaları eleştirilmektedir.
Çağımız müslümanlarına, İslama müslümanca bir bakış yerine, bir müsteşrikin kutsal içeriği boşaltılmış, dünyevi ve cismani bir anlayışla doldurulmuş profan bakışının yerleştirilmeye ve dayatılmaya çalışıldığı tehlikesine dikkat çekilmiştir. Zihnimizi müsteşrik mantığın ortaya attığı bu tür bulanıklıktan kurtarabilmenin yolu olarak da İslam'ı ancak kendi ilkeleri içinde düşünmek çözüm olarak gösterilmiştir.
Kuram-eylem bütünlüğüne dikkat çekilerek, Batı düşüncesinde eylemselliğin vazgeçilmez bir yer tutmadığını ama İslam düşüncesinde genelde görüşlerin pratiğe aktarılmasının hep söz konusu edildiği, pratikte geçerliliği söz konusu olmayacak ( muhal olan ) hususlar üzerinde fikri spekülasyonlardan kaçınmanın ilke olarak benimsendiği söylenmiştir. Yazarın kuram-eylem bütünlüğünün örnekliği olarak alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamber aleyhisselam vazıh olarak önümüzde durmaktadır.
Asr-ı Saadette kötü bir dünyada yaşayan müslümanların, kendilerini o dünyanın kötülüklerini sineye çekmek zorunda hissetmediklerini, aksine kötü bir dünyada yaşadıklarının bilincinde olarak kötülüklere müdhale ettiklerini, böylece kötü bir dünyada yaşamalarına rağmen iyi bir müslüman olarak kaldıklarını söyleyerek, çağımız müslümanlarına kötü bir dünyada iyi bir müslüman olarak kalabilmenin reçetesini Asr-ı Saadet'ten ilhamla yazmaktadır . Ama reçetenin uygulanabilmesi için müslümanların öncelikli olarak kötü bir dünyada yaşadıklarının bilincinde olmaları gerektiğine dikkat çekilmiştir. Ancak bilinçli bir müslüman yaşadığı dünyanın kötü veya iyi olduğuna karar verebilir. Yazara göre bilinçli bir müslüman olabilmek için de kişisel sorumluluklarının ( namaz ,oruç, zekat, hac ), ötesinde bulunan hususları da yapıp ettiklerine bakmaları gerekiyor. Kişisel sorumluluklarını yerine getirirken küfrün ve zulmün aleti olmaya devam eden bir müslümanda islami bir bilincin varlığından bahsedilmeyeceğine dikkat çekiliyor.
Günümüz müslümanlarının ihtiyaç duymadıkları malları satın almak zorunda kalmaları, kapitalist baskının dayatmalarına yenik düşmek olarak değerlendiriliyor. Müslümanları kapitalizmin elinden, kurtulmasının ' bir lokma , bir hırka ' telakkisinin işlevsel hale getirilmesi ile mümkün olacağı söylenerek, ' bir lokma , bir hırka ' telakkisinin aslında insanların zengin olmaları için çalışmalarına engel olmadığına vurgu yapılıyor. Reklamın, modanın ihtiyaç olarak dayattıklarıyla değil de, gerçekten ihtiyaç olanlarla yetinilerek kapitalizme karşı çok izzetli bir duruş gösterilebilir.
BİZİM KAMPÜS YAZARI; M.ENES YÜCE-yucenes5@gmail.com
YÜREKTEN KAĞIDA DÖKÜLENLER
Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalış. –Hadis-i Şerif
Baş+arı: 'Baş' olmak için 'arı' gibi çalışmak gerekir. Mümin Sekman
Paslanacağınıza yıpranın. – Cumberland
Güçlükler başarının değerini artıran süslerdir.- Moliere