- Haberler
- ALLAH'A 'ENTE'L-HAKK' DİYEREK YÖNELMELİ
ALLAH'A 'ENTE'L-HAKK' DİYEREK YÖNELMELİ
Genelde insanların ve özelde de Müslümanların günahlara, Allahu Tel'nın emir ve yasaklarına karşı lakayt davranmalarının sebeplerinden birinin de, bu Allah'ı kendinden uzakta görme, üçüncü şahıs olarak kabul etme inancından kaynaklandığını düşünüyor Nezir ağabey. Burada, bizimle, yanımızda, karşımızda olan bir Rabbe karşı nasıl hata edebiliriz, nasıl günah işleyebiliriz ki! İşte fütursuzca işlenen bütün cürümlerde bu hakikatin atlanması yatıyor, vurgularında bulundu aynı zamanda.
Kayseri’de güzel işlerin sürdürücülerinden olan Nezir Ergenç, 29 Aralık 2013 tarihinde İktibas Dergisi Kayseri temsilciğinin her Pazar saat 11.00’de gerçekleştirdiği Pazar Sohbetleri’nin bu haftaki konuğuydu. Konuşma konusu, “Kur’an-ı Kerim’de Allah-Ahlak Tasavvuru” idi.
Kendisini tamamen ilme ve Kur’an’a adamıştır
İyi bir düşünce adamı ve mütefekkir olarak vasıflandırmamızın abartı olmayacağı Nezir Ergenç, Muhammed Rasulullah(İstişare Yay.-2009), Önce ve Sadece Allah Vardı(Meneviş Yay.-2011), İnsan/İyi İnsan-Güzel İnsan, Hayırlı İnsan(Çıra Yay.-2012) ismindeki üç nadide esere imza atmış bir şahsiyettir. Çalışmalarını Kur’an’ın anlamı, Arapçasıyla Kur’an’ı anlama üzerine sürdüren Nezir Ergenç, kendisini tamamen ilme ve Kur’an’a adamıştır. Osmanlıca öğrenme ve öğretme konusundaki girişimleri de meyvesini vermeye başlamıştır. En yakın örnek, 3. sınıfa giden oğlu Muhammed Akil Osmanlıca meal okuyabiliyor artık. Ciddi bir ilim adamı olmasına rağmen, bizim eskiye dayanan yakınlığımızdan, kardeşliğimizden ötürü, ben ona hep ‘abi/ağabey’ diye hitap ederim. Bu haber boyunca da hitabım öyle olacaktır.
Konferans’a dönecek olursak, değerli Müslüman Nezir Ergenç ağabey, ilkin beraberinde getirdiği ve yetişmelerine vesile olduğu çocuklara mikrofonu verdi. Küçük Fatih misafirlere, yaşına göre “maşallah” dedirtecek şekilde Rahman Süresini okudu. Sonra küçük Emine, yine yaşından büyük bir marifetle Rahman Süresinin kelime mealini yaptı. Ve sonra da küçük Muhammed Akil, babasının oğlu olduğunu gösterircesine sürenin Osmanlıca mealini okudu. Küçük yüreklerin girizgâhıyla tatlanan program, mikrofona Nezir ağabey’in geçmesiyle asıl anlamını kavradı.
Âlimlerimize ‘araştırmacı-yazar’ takısı uymuyor
Konuşmacımız, program afişindeki kendini tanıtmak amacıyla kullanılan “araştırmacı” ifadesiyle ilgili bazı açıklamalarda bulunarak konuşmasına başladı. Eğer ilim taşıyan bir insanı tarif etmek gerekiyorsa, bunu Kur’an’ın tavsif ettiği adlarla yapmanın daha doğru olduğunu söyleyerek şunların altını çizdi: “Doğrusu ben, Müslümanlara bu tür etiketlerin takılmasını çok doğru bulmuyorum. Eğer bir Müslüman’a vasfını ifade etmek anlamında bir kelime kullanacaksak, Kur’an-ı Kerim âlim, fakih, salih isimlerini kullanmış, Müslümanların da bunları kullanmaları gerekir. Araştırmacı sıfatının çok kötü bir anlama geldiğinden ötürü değil, şu anlamda söylüyorum, modernizmle birlikte İslam dünyasında başlayan kültürel erozyon, bu yönümüze de yansıdı. Yani artık ilim adamlarımızı, âlimlerimizi, fakihlerimizi “araştırmacı-yazar” diyerek sıradan bir insanmış gibi tanıtıyoruz.”
Sonra sözlerine, tarih boyunca üç tür Allah tasavvuru olduğunun varsayılabileceğini belirterek bunları; ‘nahnu min’el-hakk/biz haktanız’ diyen Filozoflar, ‘huve’l-hakk/o haktır’ diyen Kelamcılar ve ‘ene’l-hakk/ben hakkım’ diyen tasavvufçular olarak sınıflandırdı. Üç düşünce yapısıyla ilgili kısa bilgilendirmede ve değerlendirmede bulunduktan sonra, kendi kabulünün ‘ente’l-hakk’ şeklinde formulüze edilebileceğini belirtti. Nezir ağabey’in kanaatine göre, tercih edilmesi gereken tasavvurun da bundan başkası olmaması gerekiyor. Sonrasında verdiği örneklerle ne söylemek istediğine açıklık getirdi: “Ente’l-Hakk ne demektir? Sen Hakk’sın, Sen Allahsın, Sen Rabsın, Sen İlahsın dediğimizde, bu direkt olarak bizim hayatımızla yani bizle Allah arasında bir ilişki, bir diyalog, bir münasebet kuruluyor anlamına geliyor. Çünkü ente/sen diyorsunuz, karşınızda bir muhatabınız oluyor. Eğer siz karşınızdakine ‘ente/sen’ derseniz, o da doğal olarak size ‘ente/sen’ der. Onun için Allah bize ‘kulum’ yani ‘sen’ der, bizler de ‘Rabbim’ yani ‘Sen’ deriz. Ama tabi, Rabbimizle bizim aramızda berzah, perde vardır; onu göremeyiz, duyamayız, hissedemeyiz.”
Allahu Teâlâ, üçüncü şahısmış gibi davranılmamalı
Bu sözlerinin akabinde, kesinlikle uygulanması gereken nefis bir örnek verdi Nezir ağabey. Her hangi bir vaktin namazına niyet ederken genellikle ‘Niyet ettim Allah rızası için…’ ifadesini kullandığımızı, ama bunun yerine ‘Niyet ettim ya Rabbi, ey Rabbim senin rızan için…’ demenin daha samimi, daha içten ve daha karşılıklı bir anlam vereceğini hatırlattı. Namaz müminin Mabuduna yükselişidir. Namazda bizler Rabbimizin divanına, yani karşısına dururuz. Onunla biz varız meydanda. Şu halde, karşımızdakine ‘o’ diye mi hitap ederiz, yoksa ‘sen’ diye mi? Sanki ‘Rabbim senin için’ değil de, ‘Allah için’ denildiğinde üçüncü şahsa konuşuyormuşuz, burada olmayan birisini muhatap alıyormuşuz gibi olur. Aksine biz namazımızda ‘iyyake nağbudu ve iyyake nestein/ancak sana kulluk ederiz ve ancak senden yardım dileriz’ deriz, kıyamımız sana, rükumuz ve secdemiz sanadır diye sembolik hareketlerimizle bunu Rabbimize göstermiş oluruz. Çok mühim bir değiniydi burası gerçekten. Nezir ağabey’in anlattıklarının tümü, aslında burada düğümleniyordu kanaatimce.
Genelde insanların ve özelde de Müslümanların günahlara, Allahu Teâlâ’nın emir ve yasaklarına karşı lakayt davranmalarının sebeplerinden birinin de, bu Allah’ı kendinden uzakta görme, üçüncü şahıs olarak kabul etme inancından kaynaklandığını düşünüyor Nezir ağabey. Burada, bizimle, yanımızda, karşımızda olan bir Rabbe karşı nasıl hata edebiliriz, nasıl günah işleyebiliriz ki! İşte fütursuzca işlenen bütün cürümlerde bu hakikatin atlanması yatıyor, vurgularında bulundu aynı zamanda.
Allahu Teâlâ’nın tüm isimleri pozitiflik aşılar
Allah ile Ahlak ilişkisi konusuna gelince, dilinden şu cümleler boşaldı: “Ahlak, yaratılış demektir. İnsanın özü, fıtratı, karakteri anlamına gelir. Ahlakla biz insanların yaratılışı arasında çok doğal ve direkt ilişki olduğunu düşünüyorum. Tin Suresinde, “legad halagnel insane fi ahseni tagvim/Şüphesiz biz insanı en güzel bir takvimde yarattık” diye buyurur Rabbimiz. Buradaki takvim ile fıtrat arasında yakın ilişki vardır. Yani Rabbimiz, biz insanı doğruluk üzere yarattık, tam bir istikamet üzere yarattık, der… Güzel olan şeyler ahlaktandır. İnsan, güzel olanı yaşarsa ahlaklı olur. Ahlak, güzeli emreder, güzele götürür. İnançsızlara göre ise, bir şey faydalı ve zevk veriyorsa, o ahlakîdir.”
Nezir ağabey, Kur’an-ı Kerim’in insanın ahlakını, fıtratını, yaratılışını ‘esma’ üzerine bina ettiğini, insanın doğduğu gibi temiz ve güzel fıtrat üzere yaşamına devam ettiğinde temiz ve ahlaklı insan olacağının; ama dışarıdan müdahale edildiğinde bu güzel ve temizliğin üzerinin örtüleceğinin vurgusunu yaptı. Ve son olarak Kur’an’da geçen Esma’ül Hüsna’nın hiçbirisinde negatiflik olmadığını, Allahu Teâlâ’nın tüm isimlerinin pozitiflik aşıladığını; dolaysıyla da Müslümanların asla negatif olamayacakları, her zaman olumluluğu temsil edecekleri gerçeğini hafızalara yerleştirmiş oldu.
Konuşmasını bitirdikten sonra, kendisine yöneltilen soruları cevaplandırdı ve böylece program başladığı güzellikle bitmiş oldu.
FATİH PALA
31.12.2013 – KAYSERİ