• Haberler
  • 'Aklın birinci vazifesi rabbini tanımaktır'

'Aklın birinci vazifesi rabbini tanımaktır'

Erdemli Aile ve Nesil Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği'nde aylık yapılan seminerlerin yedincisi yapıldı. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Zeki Duman'ın konuk olduğu seminer 3 Mayıs 2013 Cuma günü saat 20.30'da gerçekleştirildi.

 Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeki Duman, Erdemli Aile ve Nesil Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin bu ay ki konuğu oldu. Aylık yapılan seminerlerin yedincisi yapılırken Duman; iman, İslam ve namaz konularını anlattı.

“Allah’a iman bilgi meselesidir”

Duman, konuşmasına Müslim’de geçen bir hadiste Peygamber Efendimizin şu sözünü hatırlatarak başladı; “İnsanlar iki kısımdır: Ya mü’mindir ve Allah katında kerimdir veya kâfirdir ve Allah katında hiçtir.” Bu hadisten yola çıkarak bir sonuca vardığını belirten Duman; “İnsan mümin ise muttaki olmak zorundadır. Muttaki mümin ise Allah katında değerlidir. Onun değerine erişecek başka hiçbir yaratık yoktur. Eğer mümin muttaki değilse facirdir. Muttakinin zıddıdır: facir. Mümin aynı zamanda facir olamaz. Muttaki mümin Allah katında kerîm olmak zorundadır. Zaten insanın insan olmaktan sonra en önemli değeri akıldır. Aklın birinci vazifesi ise rabbini tanımaktır. İkinci vazifesi ise sevmektir. Başta rabbini sevmek, sonra kendini sevmek, sonra rabbi için rabbinin yarattıklarını sevmek. Rabbini tanıyan insan, şu ahitte bulunmuş olur: ‘Allahım! Benim rabbim sensin. Senden başka ilah yoktur. Ben de senin kulunum ve takatim, gücüm yettiği ölçüde kulluk vazifemi yerine getirmeye çalışıyorum.’ La ilahe ilah diyen her insanın Elestü bi’rabbikum’da vermiş olduğu sözün, La ilahe illallah ile bizzat fiiliyata dökülmesi demektir. La ilahe illallah veya eşhedü el’la ilahe illallah sözlerini herkes söyleyemez. Çünkü ‘eşhedü’nün anlamı şahit olmaktır. İki asıl manası var. Birincisi; hazır bulunmak, var olmak. İkincisi; görmek. Var olup gördüğün şeye şahitsin, şehadet edebilirsin. Mesela şahitlik makamında mahkemeye götürseler hadise anında ‘orada mıydın?’ denildiğinde ‘hayır, orada değildim’ dense şahitlik kabul edilir mi? Hayır kabul edilmez. ‘Ordaydım ama hadiseyi görmedim’ o da olmaz. Şahitlik; hadise anında orda olmak ve hadiseyi bizzat görmektir. Bu ikisi bir aradaysa şahittir. Allah’a şahitlik, resulüne şahitlik ise aklı başında yetkin olarak ve iradesi ile var olmak ve Allahın varlığını görmüş gibi bilerek tanıklık etmek şehadettir. Allaha iman bilgi meselesidir. Bilgi olmadan iman olmaz. Bilgi kesinlikle iman değildir. Bilgi insanı belli bir kanaate götürür. O kanaat insanın iradesiyle tasdike dönüşürse o zaman da iman gerçekleşir. Bilgi olmadan kanat olmayacağı gibi, kanaat insan iradesiyle tasdike dönüşmedikçe kalbe iman girmez. Eşhedü el’la ilahe illallah diyebilmek için kişinin yetişkin, sağlıklı ve iradeli bir kişi olarak Allah hakkında kesin kanaati olması gerekir. O kanat yoksa kalpte tasdikin gerçekleşmesi mümkün değildir” şeklinde konuştu. Bu açıklamanın üzerine; “Kim Allah’a şehadet edebilir? Kim eşhedü el’la ilahe illallah diyebilir?” şeklinde dinleyicilere sorular yönelten Duman; “Al-i İmran suresi 18. ayetinde; ‘Allah’tan başka ilah olmadığına ancak Allah şahitlik eder, melekleri şahitlik eder, adalet ve insaf sahibi olan ilim sahipleri şahitlik eder’ diyor. Bu ayet-i kerime de açıkça ortaya koyuyor ki; Allah’tan başka ilah yoktur diyebilecek Allah ve melekleri, insanlardan da ancak adalet ve insaf sahibi ilim adamlarıdır. O sebeple Kur’an-ı Kerim hep Kur’an bilgisine, yazılı bilgiye ve de kevnî bilgiye davet ediyor. Düşünün diyor, ‘tefekkür edin, tedebbür edin ve O varlığa, hakikate erin’ diyor” ifadelerini kullandı.

Kocakarı İmanı nedir?

İmanın en alt sınırının kocakarı imanı olduğunu kaydeden Duman; Kocakarı imanının bir hadis olduğunu söyledi ve sözlerine şöyle devam etti; “Bize yanlış intikal etmiş. Kesinlikle bilgisiz, kanaatsiz teslimiyet değildir. Peygamber efendimiz (sav) bir sefer dönüşünde bir köyün kenarından geçiyor. Köyün dıştaki evlerinin birinin önünde yaşlı bir kadın oturmuş çıkrıkla yün eğiriyor. Peygamber efendimiz yanında bir sahabeyle kadının yanına yaklaşıyor, kadının hal hatırını soruyor. Sonra da ‘Allah’a inanıyor musun?’ diye soruyor ve kadın da ‘elbette inanıyorum’ diyor. ‘Allah’ın varlığını nerden biliyorsun?’ diye sorduğunda kadın şunu söylüyor; ‘Ben çevirmesem bu çıkrık kendiliğinden dönüp yünü ip yapabilir mi? Öyleyse bu dünyayı da çekip çeviren birisi var. O da Allah’tır.’ Yanındaki sahabe soruyor: ‘Ya Rasulallah, bu bir mümin mi yoksa müslim mi?” peygamber efendimiz mümindir diyor. Sahabe hayret içerisinde tekrar soruyor. Peygamber yine mümindir diyor. Çünkü bu kadında akla, gördüklerine, muhakemeye dayalı bir bilgi ve o bilgiden oluşmuş bir kanaati var. O kanaat kalbinde tasdike dönüşmüş. İşte o imandır. Bedeviler amenna dediler. Cenab-ı Hak ‘hayır, siz henüz iman etmediniz. Ben imanı da biliyorum, seni de biliyorum. Sen henüz iman etmedin.’ diyor. Ama ‘eslemna’ deyin diyor. Münafık muamelesi yapmıyor. Eslemna deyin çünkü bu söz sizin durumunuza en uygunu diyor. Çünkü henüz kalplerinize iman girmedi. Onları tanıdığımız zaman gerçekten, çölden gelmiş bir grup, biraz da yokluk çekiyorlar. İslam’a girmekle de oradan bir şeyler alacaklar.”

İslam öncesi ve sonrası iman

Duman, müminlerin iman etmekle kalmadığını, iman öncesinde İslamın olduğunu belirterek bir de iman sonrası İslamın olduğunu söyledi. Duman ardından iman öncesi ve sonrası İslam’a şöyle açıklık getirdi; “İman öncesi İslam, Arabî’nin veya İslam’a yeni girenlerin İslam’ıdır. Bu iman zafiyetidir aynı zamanda. Çünkü iman henüz kalbe girmemiş, tasdike dönüşmemiş. Ama imandan sonraki İslamiyet ise ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn derecelerine göre Allah’a teslimiyete götürür. Yakîn, kesin kanaat oluşturacak bilgi demektir. Dolayısıyla bunun ilme’l-yakîni var, ayne’l-yakîni var hakka’l-yakîni var. Mesela Çin diye bir ülkenin varlığına inanıyor muyuz? İnkâr edebilir miyiz? Hayır. Peki, gördük mü, araştırdık mı, inceledik mi? Varlığını nerden biliyoruz? İlme’l-yakîn. Gitsek Çin’de aylarca kalsak, dolaşsak gelsek. Çin hakkında bu sefer bilgimiz bu ilme’l-yakînden daha koyu bir bilgiye dönüşmüştür. Bir de Çin’de doğmuş büyümüş ve Çin ile ilgili araştırmalar yapmış bir insan içinse hakka’l-yakîndir. Dolayısıyla iman konuları da böyle derce derecedir. İman Kur’an okumakla artar. Enfal suresi 2. ayetinde, ‘mü’minlerin ancak Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Ayetleri okunduğunda o ayetler onu iman bakımından artırır.’ diyor. Çünkü her ayet bilgidir. Bilgi arttıkça kanaat artacak dolayısıyla tasdik güçlenecek. Devamında; ‘rablerine tevekkül ederler. Namazı vaktinde ve şartlarının tam yerine getirerek huşu içerisinde ikame ederler. Kendilerine rızık olarak ne vermişsek ondan da Allah rızası için infak ederler. Bunları kendinde toplayanlar gerçek müminlerdir. Onlara bağışlanma ve büyük bir ecir vardır.’ Allah anıldığı zaman kalpler ürperiyor mu? Ayetlerini okudukça imanımız artıyor mu? Rabbimize tevekkülümüz gittikçe artıyor mu? Namaza düşkünlüğümüz o derecede mi? Neyimiz varsa ihtiyaç sahipleriyle paylaşıyor muyuz? İşte bu beş özelliği kendinde toplayanlar gerçek müminlerdir.”

“ ‘Ben Allah’a teslim oldum.’ dedi ateşe attılar”

Al-i İmran suresi 102. ayetinde Cenab-ı Hak’ın uyararak: “Ey iman edenler! Allah’tan korkuyorsanız hakkıyla korkun. (takvanın gereğini yapın) aksi halde ancak Müslimler olarak ölün” dediğini hatırlatan Duman; “Her şeyini Allah’a teslim etmiş, boyun eğmiş kimseler. Bu müslimin bir örneği, prototipi İbrahim aleyhisselamdır. ‘Ben âlemlerin rabbine teslim oldum’ dedi. Ateşe attılar. O teslimiyetten zerre kadar taviz vermedi. Hanımını ve çocuğunu falan yere koy gel denildi, ‘olur mu ya rabbi nereye koyayım?’ demedi. Götürdü oraya koydu ve geldi. Ayrılırken hanımı sordu; ‘Ya İbrahim! Bizi burada ekim-dikimi olmayan, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde kime bırakıp gidiyorsun?’ Hiç cevap vermedi. Tekrar ‘Yoksa Rabbin mi emretti?’ dedi. O zaman döndü, ‘evet bunu bana rabbim emretti’ dedi. Ve o kadın; ‘Rabbim emrettiyse bizi burada zayi etmez.’ dedi. İman, tevekkül ve teslimiyet. İkisinde de aynısı var. Daha sonra rüyasında oğlunu kurban ettiğini gördü. ‘Acaba rabbim beni sınıyor mu? Fedakârlığımın derecesini mi ölçüyor? Oğlumu ona kurban edip etmeyeceğimi mi sınamak istiyor?’  dedi ve tereddüt etmeden oğlunu bıçağın altına yatırdı. ‘Tamam ya İbrahim! Sen rüyanı geçekleştirdin. Teslimiyetin ve tevekkülün her boyutunu yerine getirdin.’ İmandan sonraki teslimiyet de budur. Cenab-ı Hak da ‘Ancak Allah’a teslim olmuş kimseler olarak ölün, aksi halde ölmeyin.’ diyor. O zaman diyorum ki; Mü’min, takvanın da hakkını vererek muttaki olmak zorundadır” dedi.

“İmanın üç boyutu ve Cibril hadisi”

İmanın üç boyutu olduğunu belirten Duman, bunların iman, İslam, ihsan olduğunu söyledi. Duman, ardından meşhur Cibril hadisini anlatmaya başladı; “Bir gün peygamber efendimiz mescide otururlarken sohbet ediyorlar. Bab-ı selamdan giriyoruz, Rasulullah, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer selamlayıp çıkıyoruz. O çıktığımız yönde baki mezarlığı var. Orda çıktığımız yönden sola dönsek hemen solda aynı paraleldeki kapının adı Bab-ı Cibril. İşte o kapıdan uzun boylu, beyaz elbiseler içinde yakışıklı bir adam görünüyor. Göründüğü andan itibaren sahabe gözünü ona çeviriyor. Ağır ağır yürüyerek geliyor ve Rasulullah’ın dibine oturuyor. Üç soru soruyor. ‘İman nedir?’ sorusuna amentüde okuduğumuz altı şartı sayıyor. ‘İslam nedir?’ sorusuna İslam’ın beş şartını sayıyor. Hepsinden sonra da ‘doğru söyledin’ diyor. Ardından da ‘ihsan nedir?’ diyor. İhsan, Allah’ı görüyor gibi kulluk etmendir. Onu görmüyorsun ama Allah’ın seni gördüğünün bilincini hiçbir zaman terk etmeksizin o bilinçle kulluk etmendir. Her atacağı adımda, her yapacağın işte, her söyleyeceğin sözde Allah’ın seni gözlediği bilinci ile iş yapmaktır. Zaten ‘her nerede olursanız, o sizinle beraberdir. İhsan ise bizim de hayatımız boyunca onunla beraber olmamız anlamındadır. O bizi görüyor ve gözetliyor.”

Duman; “Önümdeki cihaz hoşuma gitti, almam lazım fakat vermiyor. Bunu bir şekilde çalmam gerekiyor. Bunu aldım cebime koyacakken dedi ki ‘hocam bu benim miydi?’ aldım geri yerine koydum, çalamadım. Şimdi ben bunu çaldım mı, çalmadım mı? Hukuken çalmadım. Çünkü o yerinde duruyor. Çalma fiili olarak cebime koyup da götürmedim. Ama çalamadım. Ahlaken çaldım. Hatta o gördüğü için korktum, bıraktım. Oysa Allah görüyor onu hiç düşünmedim. Allah’ın gördüğünü düşünmeyip de kulun gördüğünden çekinmek, bu şirktir diyenler de var. Oysaki bunu alıp cebime götürürken Allah’ın gördüğünü bilmem ve bu yüzden bırakmam lazımdı. O zaman sevap var.” şeklinde günümüzden de bir misal vererek her zaman her yerde Allah’tan korkarak, Allah’ı göz önünde bulundurarak, Allah’ın murakabesi altında olduğunu düşünerek iş yapmamızın ihsan olduğunu kaydetti.

“İman ve İslam iç ve dış gibidir”

İslamın üç sacayağı üzerine oturtulduğunu ve bu iman esaslarından biri eksik olursa mü’min olur mu? İslam eksik olursa olur mu? Sorularını yönelten Duman, böyle bir eksiklikte mümin olunmayacağını açıkladı. “O halde ihsan eksik olursa da kesinlikle olmaz. ‘Komşusunun şerrinden emin olmayan kimse vallahi mü’min değildir. Vallahi mü’min değildir. Vallahi mü’min değildir.’ diyor Rasulullah. Ahlakın ihsan boyutu; ‘Kendisi için istemediğini din kardeşi için isteyen bizden değildir.’, ‘Büyüğümüzün hakkını vermeyen, küçüğümüzü sevmeyen bizden değildir.’ hadislerini düşündüğümüz zaman mü’min değildir. İman, o konuda kişiyi ihsan derecesine götürür. Götürmüyorsa iman ile İslam yetmez. İhsan şarttır. Sacayağını biliyorsunuz. Üçayaktan birisi kırık olduğunda üzerine bir şey konulur mu? Hayır.”

Duman, konuşmasında Cibril hadisine tekrar dönerek; “Rasulullah’a çeşitli sorular sorduktan sonra da geldiği gibi kalkıp ağır ağır o kapıdan çıkıp gidiyor. Sahabe-i kiram soruyor: ‘kimdi o ya Rasulullah?’ Rasullulah’da ‘Bu Cibril idi. Size dininizi öğretmek için geldi. Öğretti gitti.’ diyor. Demek ki dinimiz; iman, İslam ve ihsandan meydana geliyormuş. Bu sebeple Cibril’in girdiği o kapıya Bab-ı Cibril adını vermişler.” dedi.

Mü’min’in muttaki olması gerektiğini ve başka yolu olmadığını aktaran Duman; “amel imandan bir cüz müdür, değil midir? Kelamcılar bunu tartışırlar. Amel ve iman kavram olarak farklı şeyler. Kökleri ve fonksiyonları itibariyle de farklı şeyler. Birbirinin cüzü olup olmaması önemli değil. Ama İmam-ı Azam Ebu Hanife diyor ki: ‘İman ve İslam iç ve dış gibidir. Biri varsa diğeri de vardır.’ İçi olup da dışı olmayan bir nesne söz konusu olabilir mi? Dışı olmayıp da içi olmayan olur mu? Bir şeyin içi varsa mutlaka dışı vardır. Dışı varsa mutlaka içi de vardır. İkisi birbirinin ayrılmaz parçasıdır. İman varsa İslam da vardır. Eğer biri yoksa öbürü varsa da değeri yok demektir. Dolayısıyla ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Mü’min aynı zamanda ibadet ehlidir.” ifadelerini kullandı.

“Rasullulah’a benzeme çabasında olmamız gerekiyor”

Bizim Rasulullah’ı örnek almak zorunda olduğumuza değinen Duman; “Ayet-i kerimede Cenab-ı Hak buyuruyor; ‘Allah’ı unutmayan, aklından çıkarmayan ve O’nun huzuruna çıkacağına ve ahret gününün gerçekleşeceğine inanan, onu uman kimseler için Rasulullah’tan alınacak örnek vardır.’ Başka bir deyişle; iman ve umudu olan kimseler Rasulullah’ı örnek alarak bana gelsinler. O’nu örnek edinmeden benim huzuruma gelmeyin demek istiyor Cenab-ı Hak. Çünkü o umudun, o imanın karşılığını alabilmeniz için Rasul’u kendinize örnek edinmeniz lazım. Allah’a ve ahret gününe kavuşacağına iman eden Rasulullah’ı örnek alır. İmanı, İslam’ı, ihsanı O’nunkine benzemeli. Elbette o dereceye ulaşamayabilir. Ama ona benzeme çabası içerisinde olmamız gerek.” dedi.

Vitrin vakti ile de ilgili bilgiler veren Duman, şunları aktardı; “Allah’ı seviyor musunuz? O’nun da sizi sevmesini ve bağışlamasını istiyor musunuz? ‘deki; eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın.’ Demek ki, bizim Allah’ı sevmemizin, Allah’ın da bizi sevip bağışlamasının Rasulullah’a tâbi olmaktan başka yolu yok. O zaman Rasulullah’a gelen kılmamız gereken, mesul olduğumuz günlük namaz altı vakittir. Vitir namazı da bir vaktin namazıdır. Peki, bu namazları tam vaktinde kılıyor muyuz? Hayır. Şunu bilin ki, peygamber efendimiz hiçbir zaman vitir namazını yatsı namazının peşinden kılıp yatmamıştır. Müslim’de bir hadis-i şerifte peygamber efendimiz buyuruyor ki; ‘vitrin vakti gecenin en son namazıdır. Efdal olan vaktinde kılınmasıdır. Sizi buna teşvik ederim. Ama uyanamam endişesini taşıyanlar yatmadan önce kılıp yatabilirler.’ Buhari’de Kitab’ul-vitr bölümünde geçen vitrin vakti gecenin en son namazıdır. İmsake en yakın vakitte kılınan namazdır. Tek rekâttır. Vitir, tek demektir.”

“Yataklardan yanlarını uzaklaştıranlarla uyuyanları bir tutacak değiliz.”

Peygamber efendimizin teheccüd kıldığını hatırlatan Duman, hem teheccüd hem de vakit namazları ile ilgili şunları aktardı; “Biliyorsunuz İsra suresi 79. ayet; ‘senin için bir nafile olmak üzere teheccüde kalk.’ diyor. Ebu Hanife Rasulullah’a böyle te’kid ile emredilen namazın mü’minlere de vacip olduğunu söylüyor. Diğer mezhepler de sünnet olduğunu söylüyorlar. Peygamber efendimiz gece namazını hatta nafilelerin hepsini ikişer ikişer kılmıştır. Ya dokuz ya on bir ya da on üç rekât kılmıştır. Dokuz rekât kılmışsa sekiz rekâtı gece namazı, dokuzuncusu vitirdir. Hz. Ayşe diyor ki; ‘Rasulullah gece namazlarını ikişer ikişer kılar ve tamamladıktan sonra biraz durur dalardı. Sonra kalkar tek rekât vitri kılar ve mescide sabah namazına giderdi.”  Takva ehli mutlaka teheccüde kalkmalı. Çünkü teheccüdü Cenab-ı Hak teşvik ediyor. Hatta Ehl-i Kitab’ın salihlerinden bahsederken; ‘Onlar yataklardan yanlarını uzaklaştırırlar ve geceyi kıyam ile rükû ve secde ederek geçirirler. Gözyaşları dökerek yalvarırlar. Biz elbette ki onların bu yaptıklarının karşılığını onlara vereceğiz. Onları iki kere ödüllendireceğiz. Bir; senden önceki peygamberlere ve indirilenlere iman ettikleri için, bir de; sana ve sana indirilene iman ettikleri için.’ diyor. Dolayısıyla bir başka ayette; ‘Yataklardan yanlarını uzaklaştıranlarla uyuyanları bir tutacak değiliz.’ diyor. O zaman teheccüde kalkmak demek mü’minler arasında takvada sınıf atlamak demektir. İslam’da sınır yok ama takva yarışında sınıf atlamak demektir. Dolayısıyla bu kimseler teheccüde kalkacaklar, vitri gecenin son namazı olarak kılacaklar ve bu insanlar için günlük namaz yedi vakit olmuş olacak. Bu sözlerim hep takva ehli için. Ben muttaki mü’minlerden bahsediyorum. Ne demiştik; mü’min isek muttaki olmak zorundayız. Muttaki isek Rasulullah’ı örnek almak zorundayız. Rasulullah’ı örnek alacaksak O’nun kıldığı namazlar; özellikle teheccüd ve vitir hiç terk etmediği namazlardır. Beş vakit namazı yediye çıkarmıştır. Sekizincisi işrak namazıdır. Dokuzuncusu kuşluk namazı, onuncusu evvabin namazıdır. Muttaki bir mü’min, eğer durumu müsait ise teheccüde mutlaka kalkmalı, vitri mutlaka zamanında kılmalı. Mümkünse işrak namazı kılmalı. İşrak ile kuşluk arasındaki fark şu; işrak, güneş doğduktan 40-50 dakika içerisinde kılınan namazdır. Peygamber efendimiz onu yapmıştır. Sahabeyi işrak vaktine kadar tutmak için ‘gelin bana sorularınız varsa sorun.’ demiştir. Soru soran yoksa ‘kim rüya gördü? Gördüğünüz rüyayı bana söyleyin.’ demiştir. Maksadı orada tutmak. Bugün imamlarımız bunu yapsalar, her gün bir ayet bir hadis diyerek mü’minleri orada oyalasa arkasından da işrak namazını kılsa çıksalar. Olmayacak şey değil. Kuşluk da zeval vaktine yarım saat kalıncaya kadar kılınan namazdır. Yani muttaki mü’minin namazı günde on vakittir. En azı ise 8 vakittir. Ben -Allah’a şükürler olsun- 2004 yılının 30 Ekim’inden sonra teheccüde kalkmaya başladım. Teheccüd için tarikatların kitaplarına baktım. Kendimce pek uygun bulmadım. Teheccüd için hadislerden öğrendiklerimi ekleye ekleye tam 2010 yılına kadar hem kitap yazdım hem uyguladım. İslam’da namaz ve teheccüd diye bir kitap yazmış oldum. Şunu bilin; saat 11.00’da yattığınız takdirde imsaktan kırk dakika önce uyanırsanız beş dakika abdest almak için geçer. Otuz beş dakika içerisinde 2,4,6 rekat kılarsınız, duanızı yaparsınız arkasından imsake beş dakika kala kalkar tek rekat vitri kılarsınız. İşte Rasulullah’a ittiba böylece gerçekleşmiş olur. Hiç zor değil. Mutlaka bunu yapmalıyız. Sakın Zeki Hoca namazı on vakte çıkarmış demeyesiniz. Fakat namazı üç vakte indirenler ‘ancak Müslimler olarak ölünüz’ emrini göz önüne almayan kimselerdir. Namaz Allah’ın huzuruna çıkmaktır. Onu senin tâbi olduğun Rasulullah arttırıyor da sen niye eksiltiyorsun? Nur suresinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor; ‘Mü’minlerden öyle kimseler ki, onlar ne ticaretleri ve alışverişleri Allah’ı zikirden alıkoyar, ne de Allah’ı zikirleri onları ticaretleri ve alışverişlerinden alıkoyar.’ Dolayısıyla bu anlattıklarım olmayacak şeyler değildir.”

Yazan: Bünyamin Gültekin & Emine Ateş

Bakmadan Geçme