İhsan ÖZKAN

Bir Avuç İnsan Olmak

İhsan ÖZKAN

Bizler manadan yoksun bir dünyaya atılmış başıboş varlıklar değiliz. Akıl ve özgürlük sahibi bir özne olarak manayı keşif ve inşa etmekle mükellefiz. Dünyaya fırlatılıp atılmadığımız için evrenle bir kavgamız da olamaz. Biz ve evren, biz ve varlık aynı hikmet ve merhamet kaynağından besleniyoruz.

Vücut akledilebilirlik özelliğine sahiptir. Çünkü akli ilkelerle donatılmıştır. Tefekkür bu akli yapıların idrak edilmesi sürecini ifade eder. Eğer varlıkta düzen varsa ve biz bunu müşahade edebiliyorsak varlık akledilebilirdir. İnsandaki akıl ile varlıktaki akli ilkeler arasında bir ilişki vardır. İkisi de aynı kaynaktan gelir ve birbirlerini bütünler. İçimizdeki ahlak kanunu bizi maddenin, hayvanlığın sınırlarının ötesine taşır ve sonsuzluğun kapısına gelip bırakır. O kapıdan girip anlamlı ve özgür bir hayat yaşamak yahut yok olup gitmek bizim irademize kalmıştır.

Var olan her şey büyük varlık dairesinin bir parçasıdır. İstesek de istemesek de bütün varlıklar irtibat halindedir. Çünkü yaratılan her şeyin evrende bir görevi var ve bu görevini ifa ederken bir şekilde varlıklarla irtibat halindedir. Ayrıca bütün varlıklar, görevini düzgünce yürütmelidir ki düzen aksamasın. İnsan hariç bütün varlıklar bu düzendeki görevini eksiksiz yerine getirir. İnsansa kulluktan uzaklaştığı her adımda evrenin dengesini bozar. Halbuki insandan beklenen, evrendeki düzeni bozmaması, emanete ihanet etmemesi, yeryüzünde fırsat çıkarmamasıdır.

Göklerin ve yerin yüklenmekten kaçındığı emanetin insana tevdi edilmesi (Ahzab, 33/72) Yüce Allah’ın insana bu güveninin/imanının bir göstergesidir. Emanet kelimesinin kökeninde de iman vardır.

Demek ki Yüce Allah emaneti; inandığı, güvendiği insana vermiştir. Tabii ki birisine güvenmek o kimsenin güvene ihanet etmemesi anlamına gelmez ya da güvenilen kimsenin hata yapmayacağı anlamına gelmez, hata yapanın silinip atılması anlamına da gelmez.
Yüce Allah, meleklerin Adem’e secde etmelerini istediğinde insanın varlık mertebesindeki seçkin yerinin kabul edilmesini istedi. Yüce Allah’ın insana olan güvenini belirttikten hemen sonra Adem ve Havva'nın bu güveni boşa çıkartması şeytanın şöyle demesine sebep olmuştur. ‘Benden üstün tuttuğun şu kişinin haline bir bak’ (İsra, 17/62). Tüm bu olanlara rağmen Yüce Allah, insan oğlundan ümidini kesmedi. Çünkü Adem, hatasını anladı ve yaptıklarından dolayı tövbe edip derin bir pişmanlık yaşadı. O gün bugündür insanoğlu sık sık Allah’ın güvenini boşa çıkarmıştır. Hem de tövbe etmemiştir. Ama bu güveni boşa düşürmeyen, kendilerine bağlanan ümidi boşa çıkarmayanlar da vardır. Eskiler, bu dünya iyilerin hatırına dönüyor derdi.

‘Sizden öncekilerin erdemli davranarak yer yüzünün bir bozgun yurduna dönüşmesini engellemeleri gerekmez miydi? Ancak bir avuç insan hariç böyle bir çaba içerisine girmedi. Çoğunluk, ihtiraslarının peşine takılarak zulme daldılar’ (Hud, 11/116).

Tarihe baktığımızda hak üzere birleşen toplulukların genelde azınlıkta olduğu, batıl ve zulüm üzere birleşen toplulukların çoğunlukta olduğu görülecektir. İnsanoğlu, kulluktan her uzaklaştığında ve her günah işlediğinde evrendeki düzene sekte vurmaktadır. Yeryüzünün tümden fesada uğramaması, zulmün kol gezdiği bir dünyada yaşamamak için batılın karşısında mücadele eden ve hak yolunda olan bir avuç insanın safında olmalıyız. Yaşadığımız dünyanın konjonktürünü düşünün. İsrail'in yaptığı zulümleri, dünyanın birçok devleti resmi ağızdan destekliyor. Amerika'nın küresel piyasalarda rekabet halinde olduğu Çin bile finans açısından zarar görürüm endişesiyle İsrail'in yanında yer alıyor.

Araf suresi 179. Ayeti Kerimede Yüce Allah, insanların çoğunun cehennemde olduğunu söylüyor. Bu istatistik birçok konuda dikkatli olmamızı gösteriyor. Kur'an-ı Kerim'de birçok ayette, cennete girme şartlarından birisi de, iyiliği emretmek-kötülüğü sakındırmaktır. Hayatta olan hiçbir şeye ‘bana ne’ diyemeyiz. Kötü giden durumlara müdahale etmek zorundayız. Güçlü olmak zorundayız ancak güçlü değiliz diye zulme rıza göstermemiz kulluğumuza halel getirir.

Hazreti İbrahim'e iman eden sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu ancak bir avuç insanla dünyaya meydan okudu. Karşılığında yüce Allah bir çok ödülle beraber kıyamete kadar hazreti İbrahim'i bütün müminlere hayırla yad ettireceğini vadediyor. Bütün Müslümanlar namazlarında Salli Barik duasını okuyarak bu vaadi yerine getiriyor. Bu duada şöyle diyoruz; Allah'ım Muhammed'e ve Muhammed'in ümmetine rahmet eyle, şerefini yücelt. İbrahim'e ve İbrahim'in ümmetine rahmet ettiğin gibi.

İnsanlık tarihi; İnsanın Allah’ı arayışı ve O'na imanı etrafında dönmekte, tarih insanın Allah’ı arayış tarihi olarak resmedilmektedir.

Aciz bir varlık olan insanın, kendisini yaratan Yüce Allah'a güvenip dayanması, ondan medet umması, insanoğlu için muazzam bir destektir. Peki acaba tarihi Allah'ın güveneceği insanı arama tarihi olarak görsek nasıl olur? Eğer vereceğiniz değerli bir emanet varsa, güveneceğiniz kişiye verirsiniz. İnanıp güvendiğiniz kişiye umut bağlarsınız.

Peki Allah’ın güvenini, zulmün kol gezdiği yaşadığımız dünyada İslam dünyası kazanıyor mu? Bence hayır. İslam dünyası kuru kalabalık görüntüsü çiziyor. Allah'a kul olmanın neye tekabül ettiğinden haberimiz yok. Zaten Allah'a kul olamayınca başka şeylere kul olmaya başlanıyor. İslam'ı dava edinemiyoruz. Ufak tefek menfaatlerle bile kendini israf eden kullar arasına giriyoruz.

Mevlana'ya sormuşlar: Çok konuşmayı hiç sevmediğin halde neden bu kadar sohbet ediyor ve kitap yazıyorsun. O da tek amacım var, insanlara Allah sevgisini kazandırmak demiş. İnsan sevdiğine saygı duyar, onun sevgisini kaybetmekten korkar, sevdiğinin üzerine titrer, sevdiğine güven duyar.

Allah'ın güvenini hak kazanan bir avuç insan, kişilikli ve karakterlidir. Kendisine güvenilir. Dünyalık sevgisi kalbini kaplamaz, kalbini kaplayan sevginin yoğunluğu kime aitse ilahın odur. Allah'ın güvenini kazanan insan Allah'ın rızasından çıkmaktan korkar. Allah'ın adı anıldığında kalbi tirtir titrer. Tek başına da kalsa haksızlıkla mücadele eder, canım tehlikeye girer diye korkmaz. Ölmek onun için sevgiliye kavuşmaktır. Allah'tan aldığı güçle dünyaya kafa tutar. Bir eline ayı, bir eline güneşi verseler davasından vazgeçmez.

Dünyada zulüm ve ahlaksızlık kol gezdiğine göre kendine Müslümanım diyen yaklaşık 2 milyar insanda sıkıntı var. İlk başta kişilik ve karakter sorunu var. Küresel güçler, 100 yıldır kendi seçtikleri uşaklarını İslam ülkelerinin çoğunun başına getiriyorlar ve doğru düzgün bir mücadele geliştirilmiyor. Türkiye'de dönem dönem sömürgeci güçlere karşı elindeki imkanlar ölçüsünde direnen bir lider çıkıyor, abdestli namazlı insanlar abuk subuk, yalan yanlış sebeplerle bırakın desteklemeyi can düşmanı ilan ediyor. Sömürgeci devletlerin bu lideri can düşmanı ilan ederek çeşitli hilelerle onu devirmeye çalışması da Müslümanları rahatsız etmiyor, bilakis onlarla aynı safta yer alıyorlar. İslam ülkelerinin çoğunda; yalan, dolan, güvensizlik, hırsızlık, rüşvet, torpil Müslüman olmayan ülkelere göre daha fazla.

Tembellik gitgide artıyor. Bu halimizle mi Allah bizi destekleyecek, bize güvenecek, bizi sevecek, bizi muvaffak eyleyecek. Biraz ağır olacak ama kendine Müslümanım diyen insanların çoğunda iman kalplerinden çoktan uçup gitti. Bir avuç insan kaldı geriye. Şimdi silkelenip kendine gelme zamanı. Kendine Müslümanım diyenlerin imanlarını kontrol etme zamanı. Hazreti Ömer her gün, münafık mıyım  acaba diye nefis muhasebesi yaparmış. Müslümanlar olarak hak yoluna girersek sömürgeci güçlerin ve uşaklarının kökünü kazıyacağız evelallah. Allah’tan umudu yalnızca kafirler keser (Yusuf, 12/87).

Yazarın Diğer Yazıları