Mustafa BALABAN

'Teravih: oyun oynamaktır!'

Mustafa BALABAN

Bir gün önce eşimle teravih namazına gittiğimi öğrenir küçük kızım. Anlar anlamaz konuşur cami, teravih; yarın ben de gitmek istiyorum diye. ‘Kızım teravih ne demek?’ diye sordum. Aldığım cevap keyifliydi. Oyun oynamak, dedi. Esasında Ramazan ve Ramazanla ilgili ve ilintili olan her şey (sahur, oruç, mukabele, mahya, itikaf, iftar, teravih, fitre, fidye) çocuklar için bir eğlence, bizim onları eğitmemiz için bir fırsat.

Ramazanın ilk iki günü teravih namazına erken gittim. Sokakta başladı çocuk sesleri, sonra cadde de devam etti. Cami civarında ise adeta bir çocuk bayramına dönüştü. Camiye nazır en yakın yere, adeta pusu kurmuş gibi bir duvara oturdum. Bir akasya ağacının da gölgelediği, sokak lambalarının ışıklarının yansımadığı bir yerdi. Amacım çocukluğumdaki ramazanı hatırlamaktı. Kimisi bağıra çağıra dolaşıyor, kimi sesli sesli bir şeyler mırıldanıyor, kimisi koşuşturuyor, kimisi ise sakin sakin arkadaşlarını izliyordu.

Şadırvan çevresinde kümelenmiş bazı çocuklar ise küçük ağız kavgaları yapıyor, yaşı biraz büyükçe olan küçüklere abdesti anlatıyordu. Konuşmalar, koşuşturmalar… Şadırvanda su sesine karışan çocuk sesleri, ağaca ya da şadırvanın bir yerine asılanlar, bir yerlerden tutup sarkanlar. Çocukluğumu, çocukluğumdaki Ramazanları hatırladım. Acaba hangi çocuğa benziyordum?

Neydi o iftar saatine yakın anlar. Oruç tutsakta-tutmasak da iftar saatini bekleme heyecanı. İftar topu, arkasından akşam ezanını bekleyişler. Yüreğimiz bu saatlerde pır pır eder, tam anlayamadığımız bir telaş büyüklerde, büyüklerin artık eve gelin seslenişleri; bizimse kulaklarımız topta, gözlerimiz minarenin birazdan yanacak ışıklarında olur. Tek minareli camiydi; mahyadan mahrumdu yani. Babaların ellerinde ramazan pideleri, annelerin elinde mahalle pınarından taze doldurulmuş serin sular. Ekmek başka, su başka… zaman başka sanki o anlar.

Ve top ve akşam ezanı. Nasıl da patlardı toplar, yüreğimiz hoplardı çocuk dünyamızda. Topla-ezanın sesleri: olağanüstü bir ses, sanki bizim için özgürlüğün bittiğini hatırlatan işaretlerdi. Ezan adeta artık akşam oldu, teneffüs bitti içeri girin çocuklar, derdi bizlere. İtiraz etmeden, uzatmadan girerdik yuvalarımıza.

Sonra iftar sofrası.  Sofrada tanıdık yemekler, taze ekmekler vardır ama tatları bir başka. Şu komşudan geldi, şundan komşuya gönderdik denilen yemekler. Aynı saatte bütün aile fertleri iftar sofrasında. Büyüklerin dua edişlerine şahit biz küçükler. Onlara öykünerek kalkan ellerimiz, dudaklarda kendimizin de anlamadığı kımıldamalar. Herkesin yüzünde bir sekinet, sakinlik ve ezanla birlikte sevinç izleri.

Sonra daha doymadan kalkılır sofradan, arkadaşlarla teravihe gideceğiz diye erkenden evden çıkılır, sokak yoklanır, cadde yoklanır, cami civarı yoklanır. Az çocuk varsa izin almakta zorlanan çocukların evine gidilir, onlara izin almanın en meşru ve masum yoludur bu. Amaç tam da teravih değildir, akşam vakti evden çıkmak, sokakta olmak, oyun oynamak için bir fırsattır bu zamanlar. Hele kız çocukları için ayrı bir heyecan, güzel bir zamandır. Annelerin gölgelerinde akşam vaktinde caminin müstesna köşelerinde akranları ile tekbirler, tebessümler için bekleyişler.

Sonra adeta içeri zili, dersin başladığını haber veren yatsı ezanı. Caminin içine doğru koşuşturmalar. Büyüklerin konuşmasınlar diye çocukları safları arasına alışları. Sonra ilk tekbirle başlayan ilk dört sünneti bitirip bitirmeme arasında itişmeler, konuşmalar ve ihtiyarların burnundan soludukları ilk dakikalar/rekatlar. Çocuklardan kimi selamdan önce kaçar, kimi bilmez yakalanır eli öpülesi yaşlı amcalara. Neyse ki camidir, en fazla kızılır. Baston yoksa elinde amcanın/teyzenin ziyanı yoktur ufak bir azar işitmenin. Kız çocukları içinse yaşmakları ile oynamalar, etekleri ile yaşından önce büyümenin temrinleri. Anne/ablaların yanında önce fısıltı, sonra kıkır kıkır gülüşmeler, itişmeler…  İmamı görmek baba/amcaları görmek için teras kattan sarkmalar, ardından salavatlarda koroya eşlik etmek için uğraşmalar. Annelerin biraz daha dışarıda kalması için açık-gizli iknalar, sokak lambaları altında akranları ile şakalaşmalar.

Erkek çocukları yatsı-teravih saatinde dışarda oyunlar, koşmalar ve bağıra bağıra konuşmalar. Cami avlusunda eğlence devam ederken bir yandan kulaklar içerdeki seri okumaların sakin okumaya bıraktığı vitir namazındadır. Kimi yaşıtlar hemen saflarına arasına dalarlar sanki teravihi tam kılmışlar gibi.  Vitir namazı çocukların en hoşlarına giden namazdır. Nasıl olmasın ki kunut tekbiri deve-cüce oyunu gibi yanıltır, büyüğü-küçüğü. Kendilerinin yanıldığını unutur, büyüklerin kıyamı unutarak sehven rükuya eğilişlerine kıkır kıkır güler çocuklar.

Sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi, tesbihatta tesbih aramalar. Büyüklere kendilerini affettirmek istercesine tesbih vermeler. Sağdan mı soldan mı başlanırdı diye her seferinde gözaltından büyüklerin tesbih çekişlerini izlemeler. Büyüklere göre birkaç kere döner tesbihler, adeta zamanı uzatmak için tekrar başa dönmeler. Duaya duruşlar; eller göğüs hizasında, avuçlar semaya açılmış…ağızlarda belli-belirsiz kıpırdamalar, arapça mı yapılır, Türkçe mi söylenir tereddütleri içinde dualar.

O akşam mevlid varsa kesin tatlı bir şeyler vardır. Bu günkü gibi jelatinli-melatinli değildir, dağıtılan ikramlar. Helvadır, lokumdur. Peçete filan yoktur daha o günler. Uygun olan olmayan bir gazeteye sarılmıştır ikramlar.  Bir-ikitane verilir herkese. Bu kafi midir çocuklara. Çocukların gözü büyüklerin ellerindedir, acaba başka veren olur mu diye beklerler hemen yanı başlarında teyzelerin, amcaların. Oysa onlar da teravihe gelemeyen torunları için almıştır ikramları.

Büyükler için teravih, küçükler için eğlence bitmiştir artık. Yok yok bitmemiştir. Son sahne sahur kalmıştır evin gündeminde. Annenin sahura kalkıp-kalkamama, ne hazırlayacağı kaygısı… Babanın rahat rahat geceyi uzatma halleri/bitmeyen haber saatleri . Yaş olarak biraz farkındaysak, anne-babayla sahur pazarlıkları.

Ve sahura kalkınca sokaktan gelen davul sesleri, rüyamı gerçek mi arasında gidiş gelişler. Gözler mahmur mahmur, pencereye yönelmeler, olmadı balkona. Gecenin bu saatinde bir adam elinde davul. Vuruyor evlere bakarak, ışıkları yanmayan evler varsa daha bir gür vurmalar, daha uzun durmalar.

Sonra el-yüz yıkanıp sahur sofrasına kurulmalar. Yarı uykulu bir şeyler atıştırmalar. Ben de oruç tutacağım, sözlerine ebeveynin daha küçüksün tepkileri. Sonra bir büyüğün tutabildiği kadar tutsun, alışsın demesi. Yatağa uzanırken bu tekne orucu muydu, kuş orucu muydu, diye düşüne düşüne dalan gözlerde kurulan düşler.

Ve bayram. Çocuk gözünde ramazan, teravih namazı bahanesiyle dışarıda durmanın arttığı, sahurla gecenin uzatıldığı, bayramla eksiklerin giderildiği zamanlar(dı). Bayram demek harçlık demek, yeni kılık-kıyafet ve şeker demekti(r). Başka zaman alınmayan kıyafetler, ayakkabılar, verilmeyen büyük paralar, yapılmayan ikramlar, gidilmeyen yerler, girilmeyen evler, yeni tanışılan akrabalar demekti(r). Sonra gülen yüzler, güzel sürprizler, öpülen eller, öpülen yüzler demekti.

Şimdi ramazanlar/bayramlar değişti diyebiliriz belki. Ama sanki ramazanlar/bayramlar aynı, çocuklar aynı. Durumları, duyguları benzer. Lakin yaşımız, hayata bakışımız aynı değil. 

Ne demişti bizim ufaklık; teravih, oyun demektir. Biz de diyelim ki, normal zamanlarda çocuklara veremediğimiz değerler için ramazan, oyunla-eğitim zamanları demektir.
 

Yorumlar 7

Yazarın Diğer Yazıları