Mustafa BALABAN

Sosyal parçalanma siteleri(!)

Mustafa BALABAN

Geçtiğimiz yıllarda sorumlu olduğum sınıf için bir veli toplantısı yapmıştım okulda. Toplantı bitmiş, bütün veliler gitmişti. Koridora çıkmış ilerliyordum. Bir bayan veli yaklaştı yanıma. “Hocam evde internet çok mu gerekli?” dedi. “Hayır, olursa iyi olur.” dedim. Bu sorunun sebebi de araştırma ödevleri için, derse destek için çocuğunun ne yapacağı kaygısıydı. Sonra sağına soluna bakarak, “Hocam bu internetin Allah belasını versin, benim yuvamı parçaladı.” dedi. "Nasıl yani?” dedim. “İlçede güzelce yaşıyorduk, sonra şehir merkezine göçtük, mütevazı bir iş buldu eşim. (Lütfen book kelimesinin İngilizcede kitap anlamına geldiğini unutmadan okuyalım.) Sonra Facebook mudur, ne booktur aracılığıyla eski bir tanıdığı kadınla görüşmeye, buluşmaya başlamış, sonra da zaten olan oldu. Şimdi onlar beraber, ben iki çocuğumla tekrar ilçeye döndüm, millet bana bakıyor, suçlu sanki benmişim gibi.” dedi gözleri dolu dolu. Ben de teselli etmeye çalışarak “Suç senin değil, iffetsizlik yapan sen değilsin ki. Suç seni aldatan, gül gibi çocuklarını babasız bırakacak olan, sonra da boşanmaya çalışan eşin.” dedim. Bu meselenin beni en çok kahreden tarafı, bütün derslerde başarılı olan, her seferinde bütün öğretmenler tarafından ayın öğrencisi seçilen öğrencimdi.

Bu ve  benzeri hikâyeler çoğalmaya başladı.

Derslerine çalışmayan öğrenciler, odasına kapanan ergenler, ailedeki iletişimi ihmal eden eşler, asli görevlerini ihmal eden ebeveynler, işyerlerinde işini ihmal eden insanlar… ve daha neler neler.

Olay çok boyutlu.   Evet, teknoloji gerekli. Teknoloji ürünü olan internetin çok da faydaları var. Hele ki uzaktan eğitim döneminde tek imkân ve irtibat teknolojik aygıtlarla oldu. Hatta sıla-ı rahim için kullanıldı. Eş dost ve akrabalarla iletişim bu şekilde sağlandı. Çocuklar, gençler ve hatta bizler için sosyal ortam, eğitim ve eğlence oldu. 

Evet, birçok işi, iletişimi daha kolay, hızlı ve ucuz halledebiliyoruz. Çok zamandır göremediğimiz dostlara ulaşabiliyoruz. Hatta birçok resmî ve sivil toplantılarımızı dijital ortamlarda yapıyoruz.  Ama bu artan zamanı,  faydalı ve hayırlı bir şekilde kullanabiliyor muyuz? Masumiyete, mahremiyete ve sadakate sadık bir şekilde ferdî, ailevi ve içtimai bir şekilde hayırlı ve verimli değerlendirebiliyor muyuz? Yoksa yeni yanlışların, günahların, aldanma ve aldatmaların kapısını mı aralıyoruz? Ya da aile içi, aile dışı daha çok birliğimize/birlikteliğimize vasıta mı kılıyoruz?

Birbirimizi sosyal âlemde gördükçe, cep telefonundan önemli ve özel günlerde mesaj gönderdikçe, maalesef hasret duyma, özlem duyma da olmuyor(gibi). Geçenlerde bir zat-ı muhterem anlattı. “Kızım başka bir ilde yaşıyor, her gün arıyor bizleri, uzun süreli konuşuyor. Artık telefona bakıyorum, eğer kızımsa annesine veriyorum.” diyor. Yani tadı kaçtı(!) diyor. Askerlik yapar iken babasından kendisine gelen mektubu nasılda hasretle aldığını, belki yirmi kez okuduğunu anlatıyor dost meclisinde.

Kim ne yapıyor, her şey ortada artık. İstediğin an istediğin kişinin fikir dünyasını, ruh dünyasını öğrenebiliyorsun. Fotoğraflarını, videolarını ve hikâyesini görebiliyorsun… Ha, ilginç olan bir şey daha  var, yukarıdaki zat-ı muhteremin kerimesinden örnekleyelim isterseniz. Hani kızı her gün arıyor ya - muhtemel birbirimize benzeriz- diyelim bir vesileyle ailesinin yanına geldi. Babasıyla hasret gidereceğine, annesiyle muhabbet edeceğine yanında olmayanlarla ya cepten ya da internetten görüşmeye çalışıyor, hasretle ve muhabbetle. 

Geçtiğimiz günlerde sigara, alkol ve uyuşturucu ile mücadele eden Yeşilay, teknoloji bağımlılığını da gündemine aldı. Teknoloji bağımlılığının “FOMO” adında bir fobiyi ortaya çıkardığı belirtildi. Dünya Sağlık Örgütünün, FOMO diye tesmiye ettiği şey, sosyal medyada gelişmeleri kaçırma korkusu olarak açıklandı. İngilizcesi ise, “Fear of Missing Out/Gelişimleri Kaçırma Korkusu”. 
Gerçekten durumlar vahim. İlgi  çekici ve eğlendirici yönüyle her insan grubunu büyüleyen bir yapıya sahip internet. Evde, çarşıda-pazarda, iş yerinde, otobüste tramvayda… Herkesin elinde cep telefonu; müzik dinleyen, haber okuyan, oyun oynayan, eğitim yapan/alan, sosyal paylaşım sitelerinde gezen… Artık her şeyden haberimiz var. Dünyanın ta öbür ucundan haberimiz var ama burnumuzun ucundan-çocuğumuzdan-komşumuzdan haberimiz olmayabiliyor. Sanal âlemin âlimi olurken sahici âlemin cahili olmaya başladık.

Gülünçtür, bu durumu yine sosyal medya uzmanları karikatürize etmişler. Bir sosyal paylaşım sitesindeki çizgi-sahne şu:  Bir cadde. Kaldırımda, kavşakta herkesin elinde bir cep telefonu, başı önüne eğilmiş ve gözleri internette gençlerin. Yeşil yanıyor, yayalar karşıdan karşıya geçecekler. Herkes geçiyor, bir genç ışığa dikkat etmiyor, hâlâ beklemede...  Bir yaşlı amca gencin kolundan tutuyor. “Gel yavrum,  karşıya geçmene yardımcı olayım.” diyor.

Aynı amca toplu taşıma araçlarından birine binse acaba gençler amcaya yer verir mi? Eskiden yer vermek istemeyen ya dışarıyı seyreder ya da uyuma numarası yapardı. Şimdi  ise gençlerin başı önünde, kimseyi görmüyor. Belki de bu paragrafın bir üstündeki karikatürü paylaşıyor. Onlarca kişi beğeniyor. Allah aşkına beğenilecek bu tablonun nesi var?!

Aldatılan ve bırakılan veliyi hatırlayınca diyorum ki Facebook yerine “facia-book” diye mi tesmiye etsek bu hesabı. Belki bazılarımız “Hocam, Facebook’u kim kullanıyor ki- sadece şu yaş grubu kullanıyor-” diyebilir. Ya da senin diğer sosyal medya uygulamalarından haberin yok, onlar daha vahim/vahşi diyebilir. O zaman bütün sosyal paylaşım ağlarını, ‘sosyal parçalanma’ hesapları  diye mi tesmiye etsek acaba? Hayır, kullanım alanı ve şekline göre değişir tabii ki. Mühim, ulvi ve zaruri kullanımlarda ‘sosyal buluşma’ alanlarıdır, imkânlarıdır bunlar.  Pekâlâ, çözüm ne denirse? Bağlı olalım ama bağımlı olmayalım. Biz onu yönetelim, o bizi yönetmesin.

İsmet Özel’in  bir klasik haline gelen Üç Mesele isimli bir eseri var. O yapıtında teknik, medeniyet ve yabancılaşmayı  ele alır. Acaba şimdi bu üç meseleyi tekraren yazsa paradigma olarak değil ama paragraf olarak neleri değiştirirdi kitabında. 

Hemen burada  Mustafa Kutlu imdadımıza yetişir: Tabiata, toprağa, insanın kendi doğasına ve dostlarına nasıl yabancılaştığını satır başlarında, aralarında verir ve adeta Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” yapıtından mülhemle günümüze merhem olacak bir yapıt sunar ve der ki:  Vatan Yahut İnternet.
 

Yorumlar 4
Ensar Şahin 19 Nisan 2022 15:31

Günümüz hastalığı olarak bağımlılık konusunda ibretlik bir yazı olmuş. Teşekkür ederiz.

Yazarın Diğer Yazıları