Mustafa BALABAN

Mum ışığında televizyon seyretmek(!)

Mustafa BALABAN

“Televizyonsuz ev” ifadesini yeni gençler anlayamaz, algılayamaz. Çünkü onların hayatlarında televizyon hep vardı. Yetişkinler ise bir nostalji olarak hatırlar o eski siyah beyaz, tek kanallı günleri.

Televizyonun o haliyle bile evlere girişi tartışma konusuydu. Şimdi o, içimizden biri; bütün ailelerin adeta  vazgeçilmez bir üyesi. Bu nedenle Aile ve Eğitim Danışmanı Dr. Rogge: “Televizyon aileye girmiş yeni bir üye gibi görülmelidir. İnsanlardan beklentileri olan talepkâr bir üye… Yoksa insanı ezer geçer.” diyor.

Gerçekten bu tespit bir abartı mıdır, yoksa hakikatin tâ kendisi mi? 

Sonrasında çok kanallı, çok renkli ve işlevselli televizyonlarla tanışıldı. Fi tarihinde internet servis sağlayıcısı bir şirket, tüm kanalları bir araya toplamış  olan sistemi tanıtıyordu.  Bu reklamda, bir baba çocukluk günlerini anımsar görüntüler eşliğinde, ailesiyle televizyon izlerken her seferinde baba çocuktan bir şeyler ister, şunu getir, bunu götür. Tabii ki çocuk, hiçbir şeyi rahat seyredemez. Şimdi baba olan, geçmişteki bu sahneleri hatırlar hüzünle ve benim çocuğum bu duruma düşmeyecek; bu sistem sayesinde istediği filmi, diziyi, yarışmayı istediği zaman seyredebilecek, hiçbir şey kaçırmayacak, diye mutluluğunu dile getiriyordu. Böyle baba herkesin başına(!). Tamam da bu durumda çocuklarımız hayatı kaçırmıyor mu? 

İlginçtir çalışma masamda bu yazıyı tasarlarken bizim hattaki elektrikler kesildi. Sokakta alışılmadık bir gürültü. Evde curcuna. Çocuklar, “Ya niye gitti, ne zaman gelir bu elektrik? Şu yarışma vardı, şu dizi vardı.” diye söylenip duruyorlar. Çok bağımlı hale gelmiş çocuklarımız. Büyükler olarak şanslıyız. Biz onları, onlar bizi fark edecekler: Aynı evdeyiz.   Neredeyse mum ışığında televizyon seyredecekler(!). Meğer havalar biraz yumuşadı ya, çatıdan bir buz kütlesi elektrik tellerine düşmüş  ve hatlar kesilmiş. Hepimiz bir odadayız. Herkes bir şeyler konuşuyor: Eskilerden, yenilerden, derslerden, okullardan konuşuyoruz. Önce çocuklar “ Ne zaman gelir? Of, tam da sırasıydı!” diye üzülürken sonra da “İyi ki de gitmiş elektrik, sohbet ediyoruz, birlikte eğleniyoruz.” diye adeta seviniyorlar/seviniyoruz.

Çocuklara dikkat edin, sokaklara dikkat edin. Oyun/oynama bitiyor sanki. Şehirdeki parklar, bahçeler artıyor ama çocuklar azalıyor. Alışveriş merkezileri artıyor, ilişkiler azalıyor. Çocuklarımız ya evde bitmek bilmeyen sınavlara çalışıyor ya da televizyon başında vakit geçiriyor. Parklar yaşlılara emanet artık.
Hatırlıyorum da sınıf öğretmenimiz, tâ seksenlerde, “Çocuklar televizyondan uzak durun, bağımlı olmayın, derslerinize çalışın. Televizyon aslında tembelizyon.”  derdi. Merak ediyorum, şimdi öğretmenimiz bu kadar çok kanallı, tabletli, internetli, cep telefonlu bu günler için ne derdi?  O zaman ne vardı ki: Haftada bir yerli film, westerne-kovboy filmi,  Kara Şimşek, Uçan Kaz, Şirinler… Ya şimdi: Her daim yerli yabancı filmler, diziler ve daha neler neler…

Kitle iletişim araçlarının ahlakî değişimdeki rolünü de düşünürsek durum daha da karmaşık. “Batının bütün fuhşiyatını haremimize soktuğu şeytani bir oyuncağıdır.” diyen Cemil Meriç’e katılmak sanırım güç olmasa gerek. Sömestir tatilinde bir misafirlikteyiz, çocuklar salonda  film izliyorlar, yanlarına gidiyorum… Birkaç saniye sonra uygun olmayan bir sahne… Çocuklar değiştirin bak uygun değil bu sahneler, diyorum. Çocukların söylediği ilginç: “Ama onlar evli.”

Çocuk dünyası bazen sahici olanla sanal olanı ayıramaz; aynılaştırır, karıştırır bu örnekte olduğu gibi. Hatırlıyorum bizim yaşlarımızda uygun olmayan bir sahnede ya biz ya da büyüklerimiz erinmeden gider, televizyonu kapatır ya da gözlerimizi kapatırdı(k). Çünkü kumanda yoktu. Şimdi kumanda var ama duyarlılık yok. Hele evinde birkaç televizyon olan ailelere ne demeli? Şimdilik kumanda kavgası yok, herkes huzurlu televizyon izliyor ama ya yarın büyük sorunların sebebi-zemini oluşuyorsa. Bugün bilim adamları, çocuklardaki saldırganlık, gençlerdeki şiddetin televizyon izleme oranıyla bağlantılı olduğunu söylüyorlar.

Televizyon günümüz insanının gününü-gündemini işgal eden en güçlü teknoloji ürünlerinden biri. Yadsıyamayacağımız bir şeyler vermiştir insana/insanlığa: iletişim, kültürel aktarım, düşünce zenginliği, eğitim, eğlence, alışveriş kolaylığı… Ancak birçok insanî, ahlakî özelliklerimizi ve güzelliklerimizi  götürmüştür/götürmektedir: aile içi ilgi-iletişim, sohbet-muhabbet, kitap okuma, farklı ve faydalı hobiler, komşuluk, akrabalık, gezmeler, ziyaretler…

Sanırım bu ve farklı nedenlerle İsmet Özel, “Teknoloji benden aldıklarını bana geriversin, ben teknolojinin bana bütün verdiklerini geri vermeye hazırım.” der.

Kitle iletişim araçları, ya da bilumum teknoloji ürünleri için bunları söylerken belki “teknolojiye karşı” birisi gibi algılanabilirim. Ama asıl meramım teknolojinin verdikleri olduğu gibi aldıklarının da olduğu bilgi ve bilincinde olmak. Teknolojiye karşı olmak değil, teknolojinin yanlış kullanımına karşı durmak.

Belki bu satırları okurken bazılarımız televizyonun pabucu çoktan dama atıldı. Artık internet, cep telefonu var, diyebilirler. Aynılarını hatta daha fazlasını onlar için de düşünebiliriz. Bize düşen televizyon ile ilişkimizi tekrar gözden geçirip onun elinde mahkûm olmak yerine, ona hâkim olmak için çözümler üretmek. Yoksa “Televizyon insandan beklentileri olan talepkâr bir üye, dikkat edilmezse insanı ezer geçer.” diyen Dr. Rogge
-korkarım- hiçbir zaman haklılığını kaybetmeyecektir.

Yorumlar 1
E.Ç 28 Mart 2022 10:40

Bizim hocamız yazmış muhteşem yazmış okuyunca şokum şaştı ! Perfect insanın yazar hocası olması parfait.

Yazarın Diğer Yazıları