Murat SERİM

Kartalkaya'da bir kampçı

Murat SERİM

Bolu Kartalkaya’da Kampçı Orhan Demiral ile kampçılık üzerine sohbet edeceğiz. 

‘’Mekanımıza hoş geldin abi.’’ 

Mekanınızı çok beğendim, çok güzel. 

‘’Kilometrelerce öteden bir dağın başında bizi buldun.’’ 
 

O zaman hemen sorayım: Neden dağın başındasın?    

‘’Bu zor soru Murat abi. Dağlar bizim için önemli mekanlar. Yani benim hayatımda dağlarla ilgili ilk serüvenim aslında Kuranı Kerim okurken başladı. Çünkü Hz. Musa ile ilgili kıssaları okurken bakıyorsun ki Tur Dağından bahsediyor. Hz. İbrahim’le ilgili okuyorsun ‘Eğittiği kuşları dağların başlarına götür koy.’ diyor. Hz. Peygamber Efendimiz’le ilgili Hira Mağarası ayrı bir dağ. Hicrette Sevr ayrı bir dağ. Bu vesileyle bugün hicri yılbaşı. 1 Muharrem 1444. Bu dinin bizlere kadar ulaşması için evlerini, barklarını, arkadaşlarını, yurtlarını, ata yurtlarını terk edip başka bir diyara hicret etmiş muhacirler, Allah onları övüyor. Biz de onlara minnetle tekrar hatırlatmış olalım. Hicri yılbaşımızda kutlu olsun. Dağlar insanın hayatında hakkaten önemli bir yer tutuyor. Şehir insanın yaşadığı yerse dağ da sığındığı yer oluyor bazı zamanlarda. Bizim de hayatımız bir şekilde dağlarla kesişti diyelim. Bu taa öğrenciliğimiz yıllarında başladı.’’

Dağcılık serüveninizi anlatıyorsunuz şu an. Ya da kampçılık serüveninizi. 

‘’Evet. Niye dağdasın, dağ başındasın dedin ya. Aslında hikaye biraz trajikomik. Ben üniversiteye başladığım zaman orda güzel insanlarla tanıştım üniversitede. Okulun sonlarına doğru dediler ki kampa gideceğiz. İşte, finaller bittikten sonra kampa gideceğiz. Ben hazırlık sınıfıydım. Benim finalim onlardan on gün önce bitti. Memlekete döndüm. İşte sevdiğim bir ağabeyim var.’’

Sene kaç bu arada?

‘’1994. İstanbul Teknik Üniversitesinde öğrenciyiz. Ben memlekete döndüm. Sevdiğim bir abim var. Allah ondan razı olsun. Cenap Bozkurt. Antalya’da yaşıyor şimdi. Cenap abi arıyor: ‘Orhan kampa gelecek misin?’ ‘Geleceğim abi diyorum.’ Kampa bir gün kala ‘Orhan bak, yarın gidiyoruz. Gelecek misin?’ dedi. ‘Abi maalesef harman kaldırıyoruz, haziran ayı. Babama yardımcı olmam lazım, gelemeyeceğim.’ dedim. Telefonu kapattım. Başladım ağlamaya.’’

Neden?

‘’Gidememe sebebim harman değil çünkü. Gitmek istiyorum. Gerçek sebep harman kaldırmamız da değil. Çanakkale’den İstanbul’a gidecek yol param yok. Şimdi gençsin, üniversite öğrencisisin. Ben desem ki ‘Cenap abi benim gelecek yol param yok.’ desem. Biletimi alır, gelir kendisi alır, beni götürür. Ama ben ona söyleyemedim. Onlar gittiler kampa. Ben kaldım köyde. Bir sonraki sene acısını çıkardık tabi.’’

Nasıl oldu?

‘’Finallerimiz aynı tarihte bittiği için memlekete gelmeden okuldan direk kampa çıktık arkadaşlarla. :)) Dağlarla böyle bir muhabbetimiz başladı. Yani Allah Rasulü diyor ya: ‘Uhud bizi sever, biz Uhud’u severiz.’ Biz dağları sevdik. İnşallah onlar da bizi sevmiştir. Bir kampçılık hayatımız başladı. Öncelikle kendi arkadaşlarımızla birbirimizi tazelemek, birbirimizi beslemek, okul dönemi bitmiş memleketlere dağılacağız, birbirimizden iki ay üç ay ayrı kalacağız. Fikrimiz, zikrimiz, ibadetlerimiz bunlarla ilgili depolama yapalım diye kamp yapmaya dahil olduk arkadaşlarımızla. Bu böyle bir kampçılık serüveni oldu. Birçok arkadaşın hayatında aslında bu var. Sonra üzerinden yıllar geçti. Tarihi unutmuyorum 2002.’’

Bu arada başka işle uğraşıyorsunuz. 

‘’Üniversitede öğrenciyiz bu arada. Yani okul devam ediyor. Uzatmalar devam ediyor. Arada işte sosyal faaliyetlerimiz var. Okulda güzel bir arkadaş topluluğumuz var. Onlarla haftalık toplantılar yapıyoruz. Eğitim dersleri yapıyoruz. Kuran okuyoruz. Siyer okuyoruz. İşte, paintball maçına gidiyoruz. Futbola gidiyoruz. Yazları da kamplar yapıp dağılıyoruz. Yılbaşında tekrar buluşuyoruz okullar açılınca. 2002 yılında bir gün Fatih’te Özgün Kitabevi diye bir kitabevi var. Allah kendisinden razı olsun. İnsan kumbarası bir adamdır Cemal Balıbey. Kesinlikle gidip onunla da bir sohbet etmenizi isterim İstanbul’a yolunuz düşerse. İHH genel merkezinin tam kapısının karşısında Özgün Kitabevi. Onun kitabevinde çay içiyoruz bir dostumla. Bir abimiz geldi. Şöyle bize baktı. ‘Ne olacak sizin bu haliniz?’ dedi. ‘Ne var halimizde?’ dedim. Üniversiteliler yaşıyor dedi hayatı. Yazları kampa gidiyorsunuz, oyunlar oynuyorsunuz, gece ateş başında türküler söylüyorsunuz, marşlar söylüyorsunuz. Eeee, dedi ‘Kampınıza gelmiş bir sürü gençler ne yapacak?’ dedi. ‘Bunlara kim böyle programlar yapacak?’ dedi. Biz böyle kaldık önce. Sonra dedik ki: ‘Öyle birileri varsa biz yaparız.’ dedik.’’

Zaten dağları seviyoruz.

‘’Yani. Karşımda oturduğum arkadaş Levent. Levent’le birlikte bu abimiz bize dedi ki. İsmini belki takipçilerinizden bir kısmınız bilir. Çok değerli bir ağabeyimiz Mehmet Güney.’

Şu andaki İnsan ve Medeniyet Hareketinin onursal başkanı oluyor. 

‘’Yıllardır, yetmişli yıllardan beri Türkiye’de hakikaten İslamcılığın, İslamcı gençliğin, Müslüman gençliğin gelişimine katkı sağlamış değerli bir ağabeyimiz. ‘Hakkaten yapar mısınız?’ dedi. ‘Yaparız ağabey.’ dedim. Mehmet abi bize 40 tane genç ismi verdi. ‘Alın bu gençleri kampa götürün.’ dedi. Kendi oğlu da dahil olmak üzere. Onlarla Kocaeli Kerpe deniz kenarında bir deniz kampı yaptık. Ama o kadar iptidai şartlar ki. Yani mutfak yok. :)) Tamam mı? Dağın başında. Denizin kenarında bir yerdesin. Bir tane çeşme var.’’

Çadır kurdunuz mu?

‘’Çadır kurduk. 4 tane 5 tane çadır kurduk. Bir tane minibüsün arkasını mutfak diye kullandık. İşte öğrenci evimizin tüpümüzü, ocağımızı götürdük. Onun üzerinde yemek yapıyoruz. 40 tane liseli delikanlı. Öyle bir muhabbet gelişti, öyle bir güzellik oldu. O gençlerdeki işte muhabbet, değişim, gelişim, aramızda oluşan o sevgi bağı bizi kampçı yaptı. Ya ben üniversiteyi bitirdim. Fabrika müdürü olarak işe başladım. İki sene sonra istifa ettim. Niye? Gençlerden uzak kalıyorum diye. Sonra hayat bizi sürükledi. İnsan ve Medeniyet Hareketi, vakıflar, dernekler, gençlik çalışmaları derken yaptığımız kamplar geliştirdi. Sonra dışardan farklı insanlardan, farklı kurumlardan, okullardan, arkadaş gruplarından, şirket çalışanlarından talepler gelmeye başladı. Ya biz de kamp yapmak istiyoruz, diye.’’

Durağan bir hayatı sevmiyorsunuz.

‘’Evet. Baba oğul kampları yapmaya başladık. Baba ve oğlu birlikte kampa almaya başladık. Böylece iki üç gün birbiriyle doya doya vakit geçirsinler. Birlikte nöbet tutsunlar. Birlikte yarışmalara dahil olsunlar diye. Sonrasında ismimiz lakabımız Kampçı Orhan’a çıktı.’’

Ben de öyle tanıdım sizi. Kampçı Orhan. :)) 

‘’Sonuçta Türkiye’de yaklaşık elliye yakın yaylada farklı zamanlarda kamplar yaptık. En son Bolu Kartalkaya bölgesine konmaya karar verdik.’’

         1.bölümün sonu
 

Yorumlar 1
MB 10 Ağustos 2022 13:37

İnsanın ya kamp yapası ya da katılası geliyor... Emeğine daimlik olsun Murat hocam.

Yazarın Diğer Yazıları