Mehmet AYMAN

EY YOLCU UYAN!

Mehmet AYMAN

 İnsan yani yeryüzünün en akıllı varlığı Allah’ın kendisine tevdi ettiği görevi yerine getirip yeryüzünü imar ederek yaratılış gayesine uygun yaşamak yerine, yeryüzünü ifsat ederek bu amacın dışına çıkıyor ve tuğyan ediyor. Yeryüzünde sulh ve barışı tesis etmek (İslam sulh ve barış anlamına gelmiyor mu?) le görevlendirilmişken savaş ve katliamı tercih ediyor. Yeryüzünü imar edip mamur hale getirmekle görevliyken yıkıp, yakıyor, harap ediyor. İlmi/ bilgiyi ve irfanı hâkim kılması gerekirken cehaleti teşvik edip yaygınlaştırıyor. Hastalıklarla mücadele etmesi gerekirken olmadık hastalıkların yaygınlaşmasına neden oluyor… Garip bir durum değil mi?

Yeryüzünün en mamur ve en bayındır bölgelerinde yaşayan insanlar için söylediğim olumsuzluklar bir anlam ifade etmiyor olabilir. Çünkü onların cehalet, hastalık vs gibi genelin tabi olduğu olumsuzluklarla zaten alakaları yok. Mesela onları en gelişmiş teknolojilerin bulunduğu hastanelerde en iyi yetişmiş doktorlardan sağlık hizmeti alırken hastane ve doktorun olmadığı bir yerde yaşamanın acısını bilmeyebilirler.

Ya da Çocuklarını ülkenin en iyi okullarında okuturken, okulu veya öğretmeni olmayan bölgelerdeki insanların durumları onları pek ilgilendirmeyebilir. Aslına bakılırsa onların durumları da bizi pek ilgilendirmemeli. Çünkü onlar zaten çoğunluğu temsil etmiyorlar. Ve bizim de onlar için yapacak bir şeyimiz yok. Onlar mutlu azınlık.

Her zaman olduğu gibi kendilerini her yönüyle seçkin bir zümre olarak görüp gettolarda yaşayan bu insanlar hep vardılar zaten. Kimileri gerçekten yıllarca gece gündüz çalışıp çabalayıp bu konumlarına geldiler ve doğal olarak yaşadıkları hayatı hak ettiklerine inanıyorlar. Diğer bir kısım da gayrı meşru yollarla elde ettikleri bu lüks ve müreffeh hayatta günlerini gün ederek yaşayıp ömür tüketiyorlar.

Bunlardan bir kısmı (daha çok inançlı olanlar) kısmen de olsa zekât sadaka infak ile ihtiyaç sahiplerine yardımcı olup sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyorlar. Dileğim o ki bu insanların sayısı çoğalsın ve sorun üretmek yerine mevcut sorunların çözümüne katkıları da artsın. Çünkü yeryüzü coğrafyasında varlıklı ve hamiyetperver insanların çokluğuna ihtiyaç var.

Eskilerin kullandığı bir deyim vardı. Şöyle derlerdi “Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde kaldı başkalarına himmet ede”  Bizim söyleyeceklerimiz de genelde yardıma muhtaç olanlarla ilgili olacak. B u durumun sorumlusu kim acaba. Kendileri mi. Yani kendi cehaletleri, tembellikleri vs sebebiyle mi yoksul ve çaresizler.? Soruyu başka şekilde sormak gerekirse; sorunlarla yaşamaya mecbur ve mahkûm gibi görünen insanlar mesela tembellik etmeselerdi yeterince çalışsalardı acaba yine de başarısız olurlar mıydı? Bence olmazlardı. İstisnalar var elbette. Mesela doğuştan özürlüler, hastalar vs. Bunlar mazur görülebilir, ama diğerleri asla . Okula gönderirsin gitmezler, İş bulursun beğenmezler. Kahve köşelerinde vakit öldürürler sonrada işsizlikten yoksulluktan şikayet ederler.

Hakkını vererek çalışıp çabalayıp da başarılı olamamak mümkün değil. Çalışıp kazananların başarıları da tesadüfi değil bence. Çünkü Allah çalışanın emeğinin karşılığını elbette verir. Karşılıksız bırakmaz. İnsan için  ancak çalıştığının karşılığı vardır."(Necm, 53/39) ayeti bunun ispatıdır. Yani dünya ve ahiret için ne kadar çok çalışırsanız o kadar karşılık alırsınız. Dünyada yoksulluk ve yoksunluktan kurtulur, hatta başkalarına da faydalı olursunuz. Bu sayede de ahiretinizi mamur edersiniz. Yok tembellik eder de çalışmazsanız “dostunuzun yüz karası düşmanlarınızın da maskarası” olarak yaşamaya mahkum olursunuz.


Hatta biraz daha ileri gider de İslam milletinin içerisine düştüğü bu sıkıntılı durumlarla ilişkilendirecek olursak, yaşadığımız top yekûn zilletin anlamı ne ola ki. Yani biz İslam milleti olarak pençesine düştüğümüz fakirliğin, zayıflığın, çaresizliğin mazereti anlaşılır, kabul edilebilir bir yanı var mı? Özetle zayıflık, çaresizlik ezilmişlik Müslüman’ın kaderi mi? Hep böyle mi olacak. Müslümanların yaşadıkları sorunların kaynağı ne sorumluları kimler. Bizzat kendileri mi? Yoksa başkaları mı?

 İslam ülkeleri başlarındaki zorbalardan kurtulalım derken başka tuzakları göremeyecek kadar da cahiller mi. Yıllar yılı tembellik edip de yatıp (hala da öyle) durdular da bu yüzden mi  Ekonomi eğitim teknik, sanayi gibi konularda da kendilerini aciz bırakan sorunlar altında ezilip kaldılar.

Osmanlı imparatorluğu dağıldıktan sonra hâkimiyeti altında tuttuğu yaklaşık yirmi dört milyon km kare büyüklüğündeki topraklarda yaşayan tebaa tabiri caizse imamesini kaybetmiş tesbih taneleri gibi dağılıp gittiler. O gün bu gündür de o taneleri bir araya toplamayı başaran olmadı. Belki bunu isteme cesaretini gösteren bile olmadı. Yaşadığımız hezimet ve yılgınlığın verdiği korku ve çaresizlik bir ölü toprağı gibi üstümüzde duruyor. Bu ölü toprağını üstümüzden kim silkip atacak. Sizlere soruyorum. Birini bekliyoruz? Yoksa adli ilahi deyip oturmaya ve yatmaya devam mı edeceğiz.?


Allah'a değil taptığın evhama dayandın ;
Yandınsa eğer, hakk-ı sarihindi ki yandın .
Mefluc ederek azmini bir felc-i iradi ,
Yattın kötürümler gibi, yattın mütemadi!
Mademki didinmez, edemez, uğraşamazsın ;
İksir-i beka* içsen, emin ol yaşamazsın.
Mevcud ise bir hakk-ı hayat ortada şayet ,
Mutlak değil elbette, vazifeyle mukayyet.
Takyid-i İlahi ki: bila-kayd ona münkaad.
Kalbinde cihanlar daraban eyleyen eb'ad .
La-kayd olamazdın, biraz insafın olaydı ,
Duydukça bütün sine-i hilkatten o kaydı.

" Allah'a dayandım " diye sen çıkma yataktan
Mana-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nadan!
Ecdadını zannetme asırlarca uyurdu ;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıtada, yer yer, kanayan izleri şahid :
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücahid .
Alemde " tevekkül " demek olsaydı " atalet "
Miras-ı diyanetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş'al-i tevhidi sönerdi ;
Kur'an duramaz, nezd-i İlahiye dönerdi.
"Dünya koşuyor "söz mü? Beraber koşacaktın; Heyhat, bütün azmi sen arkanda bıraktın!
Mademki uyandın o medid uykularından ,
Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa kımıldan.
Ensendekiler " leş " diye çiğner seni sonra ;
Ba's*in de kalır ta gelecek nefha-i Sura !*
Çiğner ya, tabi, ne düşünsün de bıraksın?
Bir parça kımıldan diyorum, mahvolacaksın!
Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz ;
Davranmayacak kimse bu meydana atılmaz.
Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da ;
Maziyi, fakat, yıkmaya kalkışma bu yolda.
Ahlafa döner, korkarım, eslafa hücumu :
Mazisi yıkık milletin atisi olur mu?

Ey yolcu uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha :
Bir kupkuru çöl var, ne ışık var, ne de vaha!

Mehmet Akif Ersoy
(1873 - 1936 )


Yazarın Diğer Yazıları