İsmail ARSLAN

Kibri konuşalım

İsmail ARSLAN

Papa (ve binlerce papalık kurumundan geçineni) vardı. O ne derse tanrıdandı. Topluyor topluyor, iştahı bir türlü kesilmiyordu. Müessesenin tanrıyı emeline kullandığını fark ettiğinde Avrupa insanı, canı pahasına bu inanç simsarlığını yok etmek için büyük mücadele verdi. Sonuçta bir hayli yol kat edildi. Asla dibi kazınamadı; çünkü istismarın dibi yoktu.
Onları geçtik, Asya henüz bu kıvılcımı çakamadı. Her bir köşede bir vaiz, alıyor cennete, atıyor cehenneme.
Bunu Allah'ın adına yapıyor. Allah diyor; ama son model arabaya, villaya hayır diyemiyor. Görkemli itaat merasimlerine, el pençe civarında ağzından çıkacak lafı hüp etmek için bekleşenlere prim vermemezlik edemiyor.
Ebrehe, Kabe'yi yıkmak için ordusu ile Mekke önüne vardığında, Kureyşliler, Abdulmuttalib'e dediler ki: Sen olgun ve sözü etkili bir insansın. Şuna söyle Kabe'ye saldırmasın.
Mevzu şuydu: Kabe, o devirde de bir cazibe merkezi ve Kabe'nin varlığını ticari ve siyasi rant için kullananlar, ona zarar gelmesini istemiyorlar. Ayrıca tüm Arabistan'ın faiz işleri de laf aramızda Mekke'de dönüyor.
Abdulmuttalib, Ebrehe'ye gitti ve dedi ki: Benim 100 tane devem var, develerime dokunmaman için ricaya geldim.
Ebrehe, şaşırarak: Sen buraya Kabe için eman dilemeye gelmedin mi? dedi.
Abdulmuttalib: Hayır, ne münasebet! Bana ne Kabe'den. Kabe, Allah'ındır; onu koruyacak olan odur. Develer ise benimdir ve onlar için geldim.
Bu kıssa tüm tefsirlerde üç aşağı beş yukarı aynı formatta anlatılır ve Kur'an'da Kureyş suresinde ise, Allah'ın, Ebrehe'nin ordusunu darmadağın ettiği anlatılır.
Diyeceğim o ki:
Kim ki mukaddesat, din, diyanet savunuculuğu yaparken zenginliyor, dünyevi anlamda gürbüzleşiyor, yani girişimciliğini inancı üstüne kurguluyor ise bu kıssayı bilenlerin suratlarının ekşimemesi ve şu Avrupa'nın becerdiğini arzu etmemeleri mümkün değildir.
--
Suud ne yapıyor?
Bu din bizim ırkımızdan bir Peygamber ile geldi. Onun canına okumak da ancak bizim hakkımızdır diyen cahiliye mi onlara şu son abudiklikleri yaptırtan?
Yok biz Yahudilerle akrabayız söylemleri mi dersiniz, binlerce hoca kumar masalarında görüntülerinin medyaya servis edilmesi mi dersiniz, layt islam bizim işimiz icraatları mı dersiniz, artık ne derseniz. Biz bitireceğiz biz de başladı havaları. 
Lakin bizler Arapların değil, Allah'ın dinine iman ettik. O din hazreti Adem Peygamber'den hazreti Muhammed Mustafa'ya kadar hep aynı ilkeleri va'z etti. Her ne kadar Arab'ın örfünü din diye yutturmaya çalışanlar hiç eksik olmamışsa da bu din ahlak ve kamil insan olma, Allah'a layıkıyla ibadet etme, adalet ve kemalat dinidir  
Bunu kimse değiştiremez ve bu dine hakkı ile teslimiyetten başka da bir çare yoktur.
--
 Bir ateist, oğluna dese ki:
Çocuğum!
Her kafana yatmayanı, itibar ettiğinin dediğince demeyeni düşmanın belleme. Dünyaya böyle baktığın gün, aynaya bak. Göreceğin sadece senin senden daha azgın bir düşmanının olmadığı olacaktır. 
Bu lafı ateist etti ya, üç kelimesini okumak bile israf diyene, kitabını bile okumadığı Rabbine iman etmek pek bir kolaydır.
--
Atasoy Müftüoğlu'ndan sağlam bir tespit: "Eleştirel muhakeme yeteneğimizi-bilincimizi kaybettiğimiz zamanlardan bu yana, İslam toplumlarının düşünebilme iradelerini yok eden ve kitlesel olarak üretilen duygusallıklarla ve geçmişin masallarıyla hayatlarımızı sürdürüyoruz..."
--
Okudukça
Fikrimize uymayana dair umum tepkimiz önce tahkir, ardından isbat veya kabule diretme olur. aşağılayınca büyüyor muyuz? Bence büyüdüğümüzü sanmasak aşağılamayız...

Aşağılamak üstte olmanın emaresi. altındakini hırpalamak insana farklı bir zevk veriyor. Alay, tahkir, hafife alma v.s hepsi kibir mefhumunda birleşiyor. Kendini tanrı yetkinliğinin gölgesine alan, başlıyor tüm kanatlardan hücuma...

İnsanın kurtarıcı beklentisi zaafı vardır. Bu anne karnında gelişen bir duygu aslında... Bir güven ve bağlılık, aidiyet tavrı... İşte umumen bu kullanılır insanlarda... Alan bununla alır, ezen bununla ezer... Şefkat açlığı çeken genç kızı kandıran bununla kandırır... Sahiplenilmek ve korunmak arzusu, karakter geliştikçe, öz bulundukça asliyetinde inkılab eder. Ruhunun sesini dinleyebilene övgü ve sövgü aynıdır, etkilenmez sözlerden...

İnsanlar esasen söz söylediklerinde başkaya dair, kendilerini tanımlarlar... Öven, kendini, söven kendini... Türkçemizde 'tuzu kuru' diye bir söz var... Dikkat edin, insanlara tepeden bakma heveslisi olanlar toplumda ya mal, ya makam, ya ün; ya da bir özel sivri vasıf sahibi... Öyle ya, ne ki başkaca başkaya kendini üstte görmesini haklı göstertebilecek olgu?

Gerçi bir de hased var, o apayrı bir hadise/olgu. -Olmamasının verdiği saldırganlık dürtüsü- toplumda tabi ki sosyal hayatın değişik kademelerinde değişik statülere farklı hitaplar olacaktır; ama 'amaya ilgisizliği sebebiyle' ikaz alandan daha yüksek şeref sahibi olunması söz konusu olmadığına göre, dersimize iyi çalışmamız gerekiyor: Övgü ve sövgüde hassaten...

Bir fikir ki, yerinde sabitlenmiş, ileri vites, geri vites kabul etmiyor, o fikir, sahibini erken bunatır. Kararlılık düşmek ve kalkmaktadır. Düşme meylini görmeme rağmen, hiç düşmeyenlerden/düşmem diyenlerden her zaman çekinmişimdir. Ben arada düşerim, arada düşenleri severim. Düşemeyenlerle/asla düşmeyenlerle/düşmem diyenlerle ya da işim olmaz. Öfkelenmek tabiidir; ama öfkeyi dinleştirmek tabii değildir. Kinlendiğiniz zaman bakacaksınız, kininiz kinlendiğinizin neyine? Bunun mihengi, vasıf gitmesine rağmen kin sürüyorsa, problem sizin algınızdadır.

Hatalı yönünü görmeyen insan, hatasızlık hastalığına tutulur.

Şark insanı ile batı insanı arasındaki uçurumlardan biri de bu. Garb insanı, hatasından pişmanlığını şahitlendirir bir otokontrol mekanizması kendi kendine gelişsin diye. Şarkta hata yapmaz insanlar çoktur! İşin havasına onlar da kendilerini öyle kaptırmışlardır ki, nasıl göründüklerini fark ettiklerinde büyü bozulmasın adına belki seslerini çıkarmazlar hatta. Herkes onlara özenir; ama en hata yapmazın bir hatası, onun hata yapmazlığına iman edenlerin toptan kaymasına sebep olur, ne yazık ki...

Aslında kibri konuşuyoruz. İnsan, inancının tezgahtarlığını yaparken, sunduğunun sahibi gibi davrandığında ister istemez sahiplik dürtüsü hakim oluveriyor. Aşağılamak yermek çoğu zaman bu duygunun mahsulü oluyor.

Aidiyetinde olmak yerinde aidiyetine almak...
 

Yazarın Diğer Yazıları