Ali ÖZKANLI

Çiçeklere tutkunum

Ali ÖZKANLI

 Çiçeklerimiz, ilim kılıcını kuşanıp ahlâk kalkanını eline alarak meydana çıktığında nevruzdan daha özgür, kardelenlerden daha güçlü ve dayanıklıdır. Onlar lalelerin görkemini, zambakların sessizliğini temsil eder. Sesleri o kadar gür çıkar ki seslendiklerinde Erciyes gibi başı dumanlı yüce dağları aşarak yol bulur. Hiçbir şebnem, bir çocuğun yanağındaki kadar güzel gülümsemez sabaha, hiçbir karanfil, bir çocuk kadar tatlı ve mahzun ağlayamaz. Ve hiçbir cevherin ağırlığı o gözyaşının zerresi ile teraziye girip, tartılamaz.

    Çocuk en büyük değer, paha biçilemeyen bir kıymettir. Hangi bahçenin çiçeği olursa olsun aynı şefkati, aynı sevgiyi, aynı ölçüde hak ettiğini bütün insanların bilmesi ve uygulaması gerekir. Dünyanın değişik köşelerinde, ıssız bucaksız yerlerde açan nadide çiçekler olur. Kimsenin dikkatini çekmez, buruşur, heder olur gider. Elverişsiz şartlarda yetişen çocukların, o ender zekâların heder olması gibi. Yetişirken açılan derin ruhsal yaralar, yetişkinlerdeki çarpıklıklar, çocukluk döneminde ekilen olumsuz tohumların eseridir.

    Anlaşılmayan bir değer, ortam bulamayan bir zekâ nerelere sürüklenir. Sevgi ve dünya nimetlerinden yoksun, çevresini araştıran zeki ve duyarlı çocuklar yok olup gitmekte, insanlarda bunları seyretmektedir. Düşünen, soran, sorgulayan afacan çocuklar… Ailesi tarafından anlaşılmayan, itilip kakılan çocuklar… İletişimsizlikten dolayı kaybettiğimiz çocuklar… Bunların hesabını kim verecek?

    Çiçekleri ne toprak, ne su, ne hava ancak bahçıvanın sevgisi yetiştirir. Çocukları anne- babaları, öğrencileri de öğretmenleri yetiştirir. Yetimi, öksüzü ve kimsesizi bağrına basacak, sıcacık kucağına alarak, hasretle beklediği gerçek sevgiyi tattıracak yiğitlere çok ama çok ihtiyaç var. Bahçıvanların gülistandan topladığı çiçeklerin yüzlercesini hatta binlercesini öğretmenler topluyor. Hiç kimse öğretmenler kadar verimli olamaz ve ürün alamaz.. Çünkü öğretmenler yaratılmışların en şereflisi ve en üstünü olan insanı yetiştiriyor. Dünya güzeli nadide gülleri, menekşeleri, çiğdemleri, gelincikleri, laleleri, sümbülleri, kardelenleri, zambakları yetiştiriyor. Öğretmenin derdiklerini kimse deremez ve toplayamaz. Bir eğitimcinin tesiri, samimiyeti ve şefkati kadar büyük olur. Samimiyeti fedakârlıklarında görünür.

    Öğretmen, göklerin kurşun rengine boyandığı soğuk bir rüzgâr gibi tehditlerin savrulduğu anlarda bile ümidini kaybetmez. Islak haberlerle yürekleri üşüyen insanlara kucağını açar. Soğukta, tipide, yağmurda, karda, fırtınada kalan çiçekse; işte o zaman öğretmenin yüreği parçalanır, can evinden vurulur. Hemen çiçeğine koşar elinden tutar, bağrına sıkıca basar.

    Öğretmenin yüreği bir pamuk denizi kadar beyaz bulutlarla kaplı, yükünü boşaltmamış yağmur bulutları kadar içi doludur. Havaya, denize, toprağa düşen cemre gibi çiçeklerinin gönüllerine düşer. Diriliş sıcaklığı her yeri kaplar, yayılır ve dağılır. Asalet ve zarafetle açan pembe benekli orkideler, gülüşüyle gönlümüzü ısıtan hercaî menekşeler, kadife gibi yumuşacık kumaşıyla al yazmalı güller, zambaklar, begonya ve leylaklar yetiştiren o kutsal eller ne kadar öpülse azdır.

    Öğretmenin sınıfında öğrenciler bülbül gibi, kanaryalar gibi bestelerini şakıyacak, narçiçekleri gibi meyveye duracak, mis gibi kekik kokuları her yeri saracak, öğretmen de zevkle bu güzellikleri seyrederek mutlu olacak. Tatmayan bilmez derler. Gerçekten de öyle. Çiçekleri koklayıp, bülbülleri dinlemenin zevkini ancak yaşayanlar bilir. Bu zevki tadanların ve çiçeklerine tattıranların ellerini hürmetle, muhabbetle öpüyorum.

    Bu sevda öyle bir sevda ki, buna gönül verenlerden daha büyük gönüllü kim olabilir? Bu davaya gönül vermiş kahramanlardan daha büyük kahramanların sayısı her halde çok azdır. Dünyanın en büyük cihangirleri kalplerin fatihleri değil midir?
    Çiçeğe sevdalanmak, çiçeklerle bir olmak, çiçekle yatıp çiçekle kalkmak. Gece rüyalarında çiçekleriyle olmak. Renklerin sesiyle konuşan kadife gönüllü çiçekleri öpüp koklamak, bağrına basmak, gözlerinin içine bakıp gözlerinde kaybolmak, gittiğin yere beni de götür diyebilmek.

    Gönül yamaçlarımızda sevdiklerimiz için özenle yetiştirdiğimiz güllerimizin, gecenin gül yüzlü vaktinde el açıp boyun bükerek bizim için dua etmesi ne güzel ne hoş olur değil mi? Bizim de onlara sunacağımız güzel sözlerimiz olmalı değil mi?

    Aşk bahçelerinden devşirilen çiçekler ve özlemlerimiz sevdiklerimiz için değil mi? Cananımız için, gecenin en mahrem saatlerinde beyaz sayfalara dökülen sözlerimiz ve kalbimizin küt küt atan sesi, bir kuşun pır pır atan yüreği, yerinden çıkarcasına atan kalp sesleri… Sayfalara nakış nakış yazılan sözler ve hayaller… Aşk yangını taşıyan yüreklere esen tatlı meltemler… Seherde yürek yakarak esen yeller…

    Sevdiğimize içimizdeki yangınla, yüreğimizde akan çağlayanlar ve hiç dinmeyen gözyaşlarımızla, hasret kokulu rüzgârlarla ona ulaşmayı arzulamamız. Hasret ve özlemle ufuklara sığmayan bakışlar, derin ve mehtaplı bir gece gibi bizi başka bir âleme götürüyor. Gözler nemleniyor, baharda biriken şebnemler gibi gözyaşlarımız yanaklardan süzülerek dökülmeye başlıyor. Çiçeklerim bana ben de çiçeklere tutkunum. Sevenlerim olduğu için kendimi mutlu hissediyorum. Sevenlerim var oldukça ne gam ne keder.

    Yüreğine aşkı koyanlar hep güzelliklere kapı aralarlar. Hakka tutkun âşıklar gökyüzünden yağan rahmet yağmurlarıyla ıslanırlar. Sevdayı ve vefayı yüreğine nakış gibi işleyenlere ne mutlu… Elimizde bir demet gülümüz, bedenimizde titreyen bir yüreğimiz var mı? Güller solmadan, gözler ve gönüller ağlamadan el açıp, boyun büküp yalvarmak gerekmiyor mu?

    Öyle sözler vardır ki, kafiyesi gözyaşıdır, yanan bir yüreğin sancısıdır. Bu söz sahipleri sırtlarında derin sancılar taşıyan sevda hamalıdır. Gözleri meçhule, gönülleri hüzne dalar. Sözlerimizin yüreklere dokunması dualarımla...
 

Yazarın Diğer Yazıları